21 Kasım 2014 yani geçtiğimiz Cuma akşamı, Ali Emiri Kültür Merkezi'nde Sadreddin Özçimi'nin sanat yönetmenliğinde bir konser düzenlendi. “Saz-ı Aşk” isimli konserde, Mevlevi ayinlerinde icra edilen saz eserleri çalındı. Türk müziğinin usta sazendeleri konserde icra-yı sanat eylediler. Musiki eserlerinin yanı sıra, Konya'daki Hz. Mevlânâ ihtifallerindeki sunumlarıyla tanıdığımız Ali Bektaş (Nesil Yayınları'nın kitaplarını neşrettiği değil), Hazreti Pir'in musiki hakkındaki görüşleri ve Divân-ı Kebir'indeki musiki kavramları hakkında geniş bir malumat sundu.
Sahne sunuculuğu ve yaptığı seslendirmelerle bilinen Ali Bektaş, bu hususiyetlerinin yanı sıra tasavvuf ve edebiyata dair geniş bir malumata sahip. Çeşitli dillerden şiir çevirileri de yapan Ali Bektaş, bir çok erdeme sahip. Fakat, kendisinin meşrebi gereği burada sayacağım faziletleri kabul etmeyeceğinden ve hatta kızacağından şahsiyeti hakkında daha fazla malumat vermemeyi yeğliyorum.
"O nağmeleri cennette dinledik"
Hz. Mevlânâ'nın, musikiyi, tasavvuf yolunda, seyr ü sülûkta hakikate vasıl olmak için bir araç olarak değerlendirdiğini ifade eden Ali Bektaş, Mesnevi-i Şerif'teki bir beytinde musikinin nasıl ortaya çıktığı sorusunu "Hakimler derler ki biz bu müzik nağmelerini göklerin dönüşünden aldık" diyerek cevapladığını vurguladı. Ali Bektaş, Hazreti Mevlânâ'nın musiki hakkındaki görüşlerini şu sözlerle ifade etti:
"Her ne kadar buradaki kavramsallaştırma Hz. Mevlânâ'dan çok önceki bir Platonik felsefeye bağlanmış olsa da Hazreti Pir, kendi tasavvuf sistemi içinde bu bahsi apayrı bir yere bağlar. Mesnevi'nin dördüncü cildinde Hazreti Mevlânâ şöyle söylüyor: 'O kişinin rebab sesini dinlemekten maksadı iştiyak çekenler gibi Allah'ın hitabını duymak isteyenler içindi.' Sonra yine aynı cildde şunları söyler: 'Zurna ve davul sesleri bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan sûrun sesine benzer. Hakimler, hikmetli büyükler, bu musiki nağmelerini göklerin dönüşünden aldık demişlerdir. Halkın tanburla çaldığı, ağzıyla, sesiyle söylediği bu şarkılar, nağmeler hep göğün hareketinden alınmadır. Müminler derler ki, cennetin tesiri ile bütün kötü ve çirkin sesler de latif olur. Biz hepimiz Adem'in cüzleriydik. Cennette o nağmeleri duyduk dinledik. Gerçi su ile toprak bize bir şüphe verdi ama, yine o nağmeleri birazcık olsun hatırlıyoruz. Fakat musibet toprağı ile karıştıktan sonra, bu zir ve bem perdeleri nereden o nağmeleri verecek. Bu yüzden güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır. Çünkü güzel ses dinlemede, kalp huzuru ve Allah'la buluşmanın zevki vardır.'”
Müziğin kaynağı, ruh ve beden arasındaki gerilim
Ali Bektaş, Hazreti Mevlânâ'nın musiki ile ilgili görüşlerini Allah'la buluşmanın zevki fikrine bağladığını, Menakıbü'l Arifîn'deki bir rivayete göre Hazreti Pir'in müziğin kaynağını da ruhla beden arasındaki bir gerilimle ifade ettiğini söylerken, Hz. Mevlânâ'nın Menakıbü'l Arifîn'de dostlarına anlattığı bir menkıbeye değindi. Menkıbeye göre, Cenab-ı Hak Adem aleyhisselamın bedenini yarattıktan sonra, onu dünya arzında kurumaya bırakmış. 40 gün geçtikten sonra ruha, bedene girmesini emretmiş. Ruh demiş ki 'Ya Rabbi, bu beden dediğin kara kuru, girintili çıkıntılı, kargacık burgacık bir şey. Beni bunun içine hapsetme.' İki defa Allah bedene girmesini emredince ruh tekrar reddetmiş. Üçüncü kere Cenab-ı Hak henüz emretmeden bedenden müzik nağmeleri duyulmaya başlamış ve ruh gidip kendiliğinden bedenin içine yerleşmiş.
Menkıbede anlatılan fikre göre ruhun ve bedenin gerçek barışı için musikinin şart olduğunu vurgulayan Ali Bektaş, tasavvufunu ruhun ve bedenin barışı için musiki şart fikrine bağlayan Hazreti Mevlânâ'nın özellikle Divan-ı Kebir'inin adeta bir konservatuvarı andırdığını ifade etti. Ali Bektaş, Mesnevi'sine 'bişnev in ney' yani 'dinle bu neyden' hitabıyla başlayan Hazreti Mevlânâ'nın Divan-ı Kebir'inde çegâne, berbat, erganun, çenk, def, surnay, ney, rebab, mizbar, tanbur, zil, kös, kopuz, mızrap, tel, yay, kiriş, perde, akord etmek, zengule, rast, hüseynî, yegâh, segâh, dügâh, mâye, rehavi, çargâh, nevâ, büzürg, hafif, zirefkend, ısfahan, hicaz, buselik, gûyende, hânende, kavval, şarkı, gazel ve benzeri yüzlerce müzikal terimi kullandığını sözlerine ekledi.
"Müzik bilimi, şehadet getirmektir"
Ali Bektaş, Hazreti Mevlânâ'nın bir gazelinde de, "Ey çenk!.. Senden ısfahan perdesini istiyorum. Ey ney, yakıp yandıran güzel bir feryad istiyorum ben. Hicaz perdesinden güzel bir terânedir, tuttur. Çünkü ben hüdhüdüm. Süleyman'ın ıslık sesiyle yaktığı nağmeyi istiyorum" dediğini, bu gazelin 5. beytinde "Müzik bilimi bana göre, şehadet getirmektir. Çünkü ben mü'min olduğumdan müzik yoluyla o şehadeti, o imanı duymak istiyorum" ifadelerini kullandığını söyledi. Hazreti Mevlânâ'nın bu gazeli, kendisinin dünyadan göçüşünden asırlar sonra Hafız Zekâi Dede'nin bestelediği isfahan makamındaki ayin-i şerifte okunur.
Hazreti Mevlânâ'nın Divan-ı Kebir'inde ve Rubaiyyat'ında enstrümanların zikredildiği beyitler ve gazeller zaman içinde muhtelif musikişinaslar tarafınca bestelenmiş. Bestelenen bu eserlerden oluşan bir repertuarı vardı saz heyetinin. Divan-ı Kebir'deki beyitleri ve rubaileri Ali Bektaş orjinal dilinde okuduktan sonra Türkçe olarak da manasını verdi. Devamında sazlar taksim ederek eserleri icra ettiler.
Türk müziğinin klasikleri icra edildi
Türk müziğinin en eski en klasik eserlerinden acem peşrevi, Atik Osman Paşa'nın hüseyni peşrevi, pencügâh peşrevi, neveser peşrevi, Hintliler'in şehnaz peşrevi ve arkasından da beyati ayininin 3. selamı ile son selamı icra edildi. Sazlarıyla neyzen Sadreddin Özçimi, çeng sazıyla Fikret Karakaya, tanbur ile Özer Özel, şehrut, ud ve berbat sazlarıyla Osman Kırklıkçı, rebab ile Tuğber Çelikkol, kemençe ile Selçuk Eraslan, ritim ile Fatih Zülfikar ve diğer ritim sazı sanatçısı Osman Öksüzoğlu sahnede icra-yı sanat eylediler.
Enstrüman sadece enstrüman değil
Ali Bektaş, Hazreti Mevlânâ ve diğer tasavvuf büyüklerinin inancında, kainattaki herşeyin bir anlam taşıdığını, bunun Kur'an-ı Kerim'deki "rabbena ma halakte haza batilâ" (Allah'ım sen hiç bir şeyi boşuna yaratmadın) ayeti kerimesi ışığında şekillenmiş bir inanç olduğunu ifade etti. Ali Bektaş sözlerini şu şekilde devam etti:
"Belki de modern dünya insanının en büyük eksikliği, şey'i şey olarak görmektir. Ama bakınız Hazreti Mevlânâ'nın dilinde hiç bir enstrüman sadece bir enstrüman değildir. Örneğin ney O'nun dilinde insan-ı kamildir. İnsan-ı kamili, mürşidi, olgun insanı sembolize eder. Onun dilinde rebab, âşıktır. çünkü rebab, kararsızdır, çünkü rebab kavgacıdır, kavgalıdır. Çünkü rebab, akord tutmaz. Yine O'nun dilinde çeng hakkın sillelerini yedikçe, iki büklüm olmuş, hırçın bir ihtiyarı temsil etmektedir. Yine Hazreti Mevlânâ'nın dilinde tanbur, sesinin gölgesinde gizli bir ilahi adamın haberlerini duyuran müjdeci bir sazdır. Hazreti Mevlânâ'nın dilinde berbat, yani kaz göğüslü udun ve şehrutun atası sayılan saz, tembeldir. Sık sık onun kulağını çekmek gerekir. Hazreti Mevlânâ'nın literatüründe bütün bu müzik enstrümanlarının, bu sazların hepsi bir manevi duruma karşılık gelmektedir."
Hz. Mevlânâ, mızraplı sazları daha çok sever
Hazreti Mevlânâ'nın bilindiğinin aksine ney sazını insan-ı kamili sembolize etmek üzere kullansa da yalın, saf müzik anlamında mızraplı sazları daha çok sevdiğini söyleyen Ali Bektaş, Hazreti Pir'in bu sevgisini "Çengi bozuk düzen çalarsan, gamın kederin tırnakları altında erir, yok olur gidersin. İyi çal, hoş söyle. Yoksa azıksızlıktan, musikisizlikten öldük. Mızrap vurulmadıkça hiç bir çalgıda zevk ve neşe yoktur. Ses sada çıkmaz. Vefalıysan, vefalılara dostsan mızrap vur, mızrap vur çalgıya." sözleriyle ifade ettiğini vurguladı.
Ali Bektaş, Hazreti Mevlânâ'nın musiki ile ilgili görüşleri hakkında son olarak şunları söyledi: “Hazreti Mevlânâ Divan-ı Kebir'inde bir hadis getirerek şöyle söyler, 'O padişah buyurdu ki, mü'min kopuza benzer. Nasıl kopuz kendisini çalan sazendenin mızrabını yedikçe zevklenirse, neşelenirse, kul da Hakk'ın sillesini, mızrabını yedikçe, zevklenir.' Bu bağlamda Hz. Mevlânâ'nın dünyasında klasik Türk müziğinin esası ritim de ayrıca özellikli ve önceliklli bir yerdedir."
Ahmed Sadreddin haber verdi