Mü'min iki basamaklı bir anlam ifade etmekte olup, ilk basamakta İslâm'ın temel esaslarından Tevhid, Nübüvvet ve Ahiret'e inandığını diliyle ifade eden, ikinci basamakta ise, adına dini zaruretler denilen, inanılması gerekli bütün İslami esaslara inanıp, inancını diliyle ikrar ve günlük hayatında tatbik eden kişidir.
Mü'min, Arapça "e,mi,ne" fiil kökünden gelir; bu fiil, 'emin olmak, korkmamak, güvenlikte olmak' anlamlarındadır. "Emn", "emanet", "eman" gibi, birbiriyle bağlantılı anlamları olan kelimeler de bu fiilin masdarlarıdır. Fiil dört harfli kiplerden (bab) birincisine nakledildiğinde 'a-me-ne' olur; 'mü'min' kelimesinin ism-i fail (fiilin ifade ettiği işi yapan) olarak kendisinden türediği bu fiile geçişli haliyle kullanıldığında "emniyette kılmak, emniyet vermek", geçişsiz olarak kullanıldığında ise "emniyetli olmak" demektir. Kur'an-ı Kerim'de ve meşhur olan geçişsiz 'bi' edatıyla kullanılışında "-e inandı, iman etti, onun gerçekliğini tasdik etti" anlamına gelir; şu kadar ki, kök anlamı hiçbir zaman kaybolmaz ve burada da inandığı şeyi kendinden emin kılma, aldatmama ve emniyet verme yine söz konusudur.
Mü'min olmanın koşulları
İnsan, nefsinden ve çevresinden kaynaklanan çok çeşitli faktörlerin etkisi altındadır. Onun ferdi ve toplumsal olmak üzere iki yön arz eden yeryüzü hayatını şekillendiren, bu etkiler sonucu oluşturduğu zihin ve kalp yapısıdır. Bu yüzden, kendisine hitap neden ve hayatını şekillendirecek olan sistemler, ya önce onu kendi temel prensipleri çerçevesinde zorla yaşatıp, sonra da 'yaşadığı gibi inandırma', ya da önce kendi temel prensipleri doğrultusunda onun zihin ve kalb yapısını şekillendirme, yani onu kendine 'inandırma' ve inandığı gibi yaşatma yollarından birini seçer. İslam, birinci şıkkı asla benimsemez ve reddeder; bu şıkkı uygulayan sistemlerin zor, baskı, zulüm, ya da tutkularının tatminiyle güdülmeye mahkum köleler haline getirdiği insanlara yeniden onur, kişilik, hürriyet ve haysiyet kazandırmak için gönderilmiş olduğundan, kalb ve zihinleri arıtmaya ve arınmış olan zihin ve kalplere kendi ana prensiplerini yerleştirmeye girişir. Bunun yolu da, öncelikle insanın muhakeme, düşünme, tartma güçlerine, kısaca akli melekelerine seslenme, bu şekilde her türlü delillerle onu inanmaya çağırmadır. İslam'ın bu çağrısına muhatab olan insan "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah" (Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın Rasülüdür) dediği zaman iman dairesinin içine girmiş olur. Bu Tevhid kelimesini diliyle söyleyen insana 'mü'min' denilir ve kendisinden beklenen artık imanının gereklerini yerine getirmesidir. İster araştırma sonucu, isterse atalardan tevarüs ve taklit yoluyla olsun, Kelime-i Tevhid'i söyleyen insan iman etmiş demektir. Böyle bir kişinin kalben iman etmiş olup olmadığı bilinmiyorsa ve hatta iman ettiğinden şüphe duyuluyorsa, kendisinden açık küfrü gerektiren bir söz veya davranış ortaya çıkmamak şartıyla kalbi yarılıp bakılamayacağından, yine kendisine mü'min muamelesi yapılır tabii ki.
Tevhid ve mü'min arasındaki ünsiyet
Tevhid Kelimesi'ni söyleyen insanın gerçekten 'mü'min' olabilmesi için bu Kelime'nin gerektirdiği diğer iman esaslarına da ayrıntılarıyla inanmak, Rasulullah'ın Allah'tan getirdiği Din'in, yani İslam'ın bütün esaslarını kabul ve tasdik etmek zorunludur. Bu tasdik, kendisini elbette davranışlarla gösterecek ve ortaya koyacaktır. Bu da, Din'in emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmakla olur. Bu şekilde, zihnindeki kabulü, kalbinde iman haline gelmiş, bir başka deyişle, başın üzerinde yanan lamba kalpte yanmaya başlamış, kabulleri kendisini amele götüren, teknik tanımıyla, diliyle ikrar, kalbiyle tasdik ve gereğiyle amel eden kişi, Kur'an'ın övüp niteliklerini saydığı ve kurtulduğunu müjdelediği 'mü'min'dir artık.
Her mü'minin her ameli imandan kaynaklanmak ve imanını göstermek gerekirken, bu her zaman böyle olmayabilir; bir mü'minden zaman zaman kafir amelinin, bir kafirden de belki çok zaman mü'min amelinin sadır olduğu görülebilir. Bu durumda ne mü'min kafir olur ne de kafir mü'min. Yani, işlediği bir günah kişiyi kafir yapmaz, yalnız imanını her bakımdan zedeler. Günahta ısrar edilirse, sonunda kalbin kararması ve imanın bütün bütüne yok olması ihtimali vardır ki, bunu önleyecek günahta ısrar etmemek ve her günahın arkasından bir daha yapmamak üzere tevbe etmektir.
Mü'min, her bakımdan güvenilir kişidir. Allah'ın koruması altında olmakla ve Cehennem azabından korunmuş bulunmakla 'emniyette'dir ve koyduğu hükümleri yerine getirme noktasında Allah, her bakımdan doğruluğu ve güvenilirliği sebebiyle insanlar ve hatta hayvanlar ve bitkiler, kısaca bütün kainat kendinden emindir. Kimseyi aldatmaz, yalan söylemez, kendisine verilen akıl, irade ve İslam emanetine ihanet etmediği gibi, günlük hayatında kendisine tevdi edilen görev, sorumluluk, mal ve namus emanetlerine de en ufak bir ihanette bulunmaz. Ahdini yerine getirir, sözüne sadıktır b ve düşmanlığında ileri gitmez. Mü'min feraset sahibidir. Allah'ın nuruyla bakar, zihni ve kalbi aydınlık, yolu belli ve yolunun doğruluğundan da emindir; yani inancında şüpheye düşmez. Kısaca, mü'min İslam'ın müşahhas temsilcisidir.
Ali Ünal
Kaynak: Sosyal Bilimler Ansiklopedisi 3