Mohseen Namjoo
“dünyabizim kültür sanat İran'dan bildiriyor.”
Komşuda pişen bize de düşer mi? Genelde düşmüyor. İranlı müzisyen Mohseen Namjoo ancak New York Times etiketiyle sınırlarımızdan içeri girebiliyor. New York Times, İran'ın Bob Dylan'ı demiş abi için ama halt etmiş. Bob Dylan'ı alsınlar onlar, filmini çekip belgeselini yapsınlar, Mohseen Namjoo'ya da dokunmasınlar ve ona buna benzetmesinler; ama dediğim gibi bu abi New York Times tarafından kutsanmasa, biraz zor görünürdü Türkiye sınırları içinde.
Tabi bir de İran'da üzeri çizilmiş biri Mohseen Namjoo. Yaptığı müzik nedeniyle konser veremiyor İran'da. İran'ın sansür mekanizması biraz karışık tabi. O kısma pek karışamayacağız ama Abbas Kiarostemi'nin dediği gibi, İran bu sanatçıların memleketi, acısıyla tatlısıyla. İran bu sanatçıların memleketi ve Batı'nın da ötekisi. Bu yüzden İran'da konser verememesi herhalde daha bir çekici kılıyor Mohseen Namjoo'yu.*
Her neyse Mohseen Namjoo 12 yaşından 18 yaşına kadar Nasrollah Nosseh-Pour'un dizinin dibine oturmuş; ondan geleneksel İran müziği söyleyişi üzerine ders almış. Sonra Tahran Üniversitesi'nde 1 yıllık bir tiyatro eğitimi almış ve 1 yıl sonunda müzik bölümüne girmiş.
Kendi deyişiyle müzik aşkı yüzünden başladığı üniversiteyi yine müzik aşkı dolayısıyla bırakmış. Üniversitenin eğitimi kesmemiş Mohseen Namjoo'yu ve o da kendi kendine yetkinleşmiş müzikte. İran klasik müziğinden sonra kendini blues ve jazz'ın engin sularına bırakmış. İran'ın tarihinden ve zengin kültüründen beslenerek çeşitli müzik türleriyle zenginleştirmiş kendini. Modernite ve gelenek çatışmasını iliklerine kadar yaşayan bir ülkenin içinden o ülkeye ses vermeye çalışmış.
Şiirsel zenginliğiyle dikkat çekici şarkı sözleri yazıyor Mohseen Namjoo; fars dilinin çekici tınısından da son derece güzel faydalanıyor. İran geleneksel müziğiyle blues ve jazz'ı harmanlayarak zengin katmanlı bir karışım elde ediyor. Ortaya çıkardığı sentezin üzerine de müthiş derecede etkileyici sesiyle yer yer gırtlaktan yırtılıp çıkan, açılan agresif ve sert; yer yer ise yumuşak ve keder dolu, kendine has yorumunu dokuyor. Dolayısıyla da ortaya tadından yenmeyecek bir şey çıkıyor.
İlk albümü ağustos 2007'de çıkan Toranj ikincisi ise fazla beklemeden 2008'de çıkardığı Jabr.
*Buraya bir not düşmek zorunda hissettim kendimi. Festival dolayısıyla gösterilen bir filmin ertesinde yapılan söyleşide, filmin İranlı yönetmenine sorulan ilk soru sansür üzerineydi. Yönetmen bazı hamlelerle soruyu savuşturmaya çalıştı ama sözde sanat sevici grup filmden çok sansürden hoşlanmıştı. Yönetmenin üzerine gidildi, istenilen cevap ağızdan kerpetenle alındı ve gözlerde bir ışıltı dolaştı. Film ertesinde artık herkes İran'da yaşamadığına memnun olarak ve Türkiye İran olmasın hissiyatıyla ayrıldı salondan. Film es geçildi, yönetmen harcandı. Genelde İslam coğrafyasındaki sanatçıların başına geliyor bu durum. Eserleriyle muhatapları arasında her zaman böyle katmanlar buluyorlar. Seyirci ötekileştirdiği coğrafyada üretilen şeyden ziyade onu üreten aydın(!) kişinin kendilerini ve dolayısıyla dünya görüşlerini onaylamasını ve olumlamasını bekliyor.
Çok da önemli olmayan not: Bu haber ikinci albüm dinlenmeden yazılmıştır. Eğer Mohsen Namjoo bütün dertlerini bir kenara bırakıp pop müzik sularına açılmışsa sorumluluk kabul edilmez.
Hulusi Kaya yazdı