Türk düşünce tarihi üzerine yaptığı enfes araştırmalarla son yıllarda adından söz ettiren Doç. Dr. Fatih M. Şeker, 7 Kasım Cuma günü Türk Ocağı’nın Divanyolu’ndaki konferans salonunda ‘Vehhabiliğin Osmanlı'dan Günümüze Yansımaları’ adı altında bir konuşma yaptı.
Muhammediyye kültürü Vehhabiliğe geçit vermez
M. Fatih Şeker, konuşmasına geçtiğimiz günlerde yaşadığı bir hadiseyi anlatarak başladı. Tataristan'ın Kazan şehrinde bir ikindi namazından sonra Nurullah Camii’nden çıkarken, bir adam kendisini durdurur ve oralarda yayılmacı bir durum arzeden Vehhabilik’ten şikayet eder. Fatih M. Şeker, bölgedeki Türk İslam kültürünün önemli merkezlerinden olan Kazan’ın Muhammediyye kültürüyle yoğrulmuş bir yer olduğunu, bu yüzden Vehhabîliğin oralarda tutunamayacağını söyler.
Kazan’ı Vehhabilik istilasına karşı koruyacak olan Muhammediyye’nin, Kazan'da kızların çeyiz sandığına konulan en değerli hazinelerden biri olduğunu söyleyen Şeker, bu eserden beş, on mısrayı ezbere bilmeyen kıza evlilik ruhsatı-icazeti vermediklerini vurguladı.
Muhammediyye’nin Anadolu'da da önemli bir yeri olduğunu söyleyen Şeker, bu kitabın Anadolu'da Kur'an-ı Kerim'in hemen yanı başına yerleştirildiğini, bu eser okunup bitirildiği zaman hatim cemiyetleri yapıldığını vurguladı. M. Fatih Şeker, Osmanlı'da ikinci Hz. Gazzali ve Hz. Mevlâna olarak vasfedilen Hz. İsmail Hakkı Bursevî’nin, bu klasik eser için “Ehl-i irfanın idrak edebileceği bir eser” ifadesini kullandığını sözlerine ekledi.
Mardin’in yorumu operasyonel
Muhammediyye için “Bu eser İslam'ı İslamlıktan çıkaran sakat bir eser.” diyen Şerif Mardin’in, Muhammediyye için yanlış değerlendirmelerde bulunduğunu vurgulayan M. Fatih Şeker, Mardin’in bu hükmünün operasyonel bir değerlendirme olduğunu ifade etti.
Doç. Dr. Fatih Şeker, Yazıcızâde Hazretleri’nin kaleme aldığı Muhammediyye’nin, Ebu Hanife'den, İmam Maturidi'den, İbn-i Sinâ'dan, Fahreddin-i Râzi'den, Gazzalî'den ve İbn Arabî gibi hazretlerden beslendiğini ve bununla birlikte Muhammediyye’nin; bir kültürün, bir fikrin nasıl yerlileştirileceğini, bir zihniyetin halka nasıl mâl edilebileceğini gösteren nadide bir eser olduğunu vurguladı.
Militarist gençler Selefîleşiyor
Erol Güngör’ün İslam’ın Bugünkü Meseleleri adlı kitabında Selefîliği tartışmaya açan ‘Gençler Niçin Selefileşiyor? başlıklı bölümünde, genelde militarist gençlerin Selefîleşmeye meyilli olduklarını ifade ettiğini söyleyen M. Fatih Şeker, bugün ise durumun o tarihtekinden daha vahim bir hal arz ettiğini ve Türk düşüncesinin, zihniyet dünyasının ve hayat felsefesinin çoktandır bir dört yol ağzında olduğunu vurguladı.
Türkiye’nin de giderek Selefî-Vehhabî bir eksen kayması yaşadığını ise şu hadise ile ifade etti M. Fatih Şeker. Ülkemizin din işleriyle meşgul olan kurumunda da zaman zaman Vehhabî zihniyetten yansımalar görünebildiğini ifade etti.
Sakal-ı Şerif bir manaya işaret eder
Sakal-ı Şerif hakkında bir müftünün saygısız ifadeler kullandığına şahit olduğunu ifade eden M. Fatih Şeker, sembollerin hakikatin vasıtaları olduğunu, Sakal-ı Şerif ziyaretinden maksadın dini heyecanı canlandırmak olduğunu, bir manaya işaret ettiğini sözlerine ekledi.
Sembollerin bir manayı insan zihnine indirgemenin en etkili araçlarından biri olduğunu söyleyen Şeker; hakikati suya, sembolleri de kaba benzetti. Kap olmadan suyun taşınamayacağına işaret eden Şeker, kap kırıldığı takdirde hakikatin de elde tutulamayacağını; bidat ve hurafe adı altında gündeme getirilen, maziyle yapılan hesaplaşmaların bu çerçeveye denk düşen vaziyetini de gözden uzak tutmamak gerektiğini ifade etti.
“Kıssalarla hakikati telkin ettim”
Bidat, hurafe ve şirk gibi tanımlarla Ruhu’l Beyân tefsirinin müellifi İsmail Hakkı Bursevî Hazretlerine çeşitli fikri saldırılarda bulunulduğunu ifade eden M. Fatih Şeker, kıssalar ve sembollerle hakikati anlatma ameliyesine Bursevî’nin iyi bir örnek olduğunu ifade etti. İsmail Hakkı Bursevî’nin Ruhu’l Beyan tefsirinde anlattığı kıssalarla hakikati telkin etme amacı güttüğünü, halka bu tip hikayelerle hakikati taşıdığını vurguladı.
Aristo’nun da aynı mentalitede olduğunu, halk nezdinde örfün tefekkürü sırtlandığını söyleyen Fatih M. Şeker, fikirlerin örf ve adetlerle ete kemiğe büründüğünü ifade etti.
Hayatı kurumuş bir nehre çeviren tavır
Vehhabiliğin, bir evetin hayırı olduğunu ve bu düşünce sahiplerinin tabir-i caizse Nasreddin Hoca'nın merkebi gibi, önüne geleni ısırıp, arkalarına geleni de teptiklerini vurgulayan Şeker, Vehhabilerin Osmanlı Türklüğü unsurlarının hepsine karşı durduklarını ve tarihi birikimi sırtımızdan atılması gereken bir yük olarak gördüklerini, kısacası Vehhabiliğin İslam adına Müslümanlığı yani tarihi inkar eden bir zihniyet, hayatı suyu çekilmiş bir nehir ve ya değirmene döndüren bir tavır olduğuna dikkat çekti.
Kur’an, tarihi tecrübeyi sıfırlamadı
Vehhâbîliğin devamlı olarak Kur’an-ı Kerim’e dönme teklifi getirdiğini, bunun ise tarihi yaşanmışlığı sıfırlamak olduğunu söyleyen Doç. Dr. M. Fatih Şeker, bu tarzda bir harekete Kitab-ı Kerimimiz’in bizzat kendisinin de karşı olduğunu ifade etti.
Vehhâbîliği, ‘Devamlı olarak Kur'an’a dönelim diyerek geviş getiren bir zihniyet.’ şeklinde tanımlayan Fatih M. Şeker, Kur'an-ı Kerim’in İslamlaştırma stratejisinde tarihi tecrübeyi sıfırlamak, bir kenara itmek, tasfiye etmek gibi bir yola başvurmadığını, Mekke’deki tarihi tecrübeyi de dikkate aldığını vurguladı.
Ahmed Sadreddin haber verdi