Muhammed Kutub kitaplarının en belirgin özelliği, sekülerizm ve Batı modernizminin yüceltilişine getirdiği eleştiriler ise, en çok kullandığı metod da “Batı’daki” tarih-din ilişkisi ile İslam toplumlarındaki tarih-din ilişkisinin aynı tutulamayacağını ispatlamaktır. Kendi Ortaçağ deneyiminden ötürü tepkisel bir şekilde katı bir sekülerizme kayan ve “aydınlanan” Avrupa’nın sürecini bir bakıma makul bulan Kutub, hemen her kitabında İslam toplumlarındaki aydınların da Avrupa’daki modernleşme ve “aydınlanma” sürecini kendi toplumlarına taşıma çabasını bir o kadar insafsız bulmaktadır. Zira bizim serüvenimizde İslamiyet ile aydınlanan, özgürleşen bir Ortaçağ mevcuttur ve bu olgu, beşerin daha sonradan yaptığı hatalar sebebiyle es geçilemeyecek bir hakikattır.
“Tartışmalar” kitabı da yukarıda belirtilen hakikatı ortaya koymak adına Kutub’un ele aldığı birkaç tartışmadan ibarettir. Tartışmaların odağında ise pek tabii seküler “Batı” ile aynı çizgiye çekilmeye çalışılan ve dahası kendi öz değerleri hor görülen İslam medeniyetinin hiç de aynı muameleye tâbi tutulamayacağı meselesi yer almaktadır. Bu mesele, birkaç mefhum üzerinden yapılan kıyaslarla ele alınır. Detaylarını okuyucuya saklamak gerekse de kabaca biraz bahsetmek yerinde olacaktır.
Sadece kendi tecrübelerine odaklanma kibri
Öncelikle Ortaçağ ve teokratik yönetim algımıza dair bir izahat yapılmaktadır ki bence kitabın en kritik yeri de burasıdır. Çünkü Batı rasyonalizminin modern dünya adına vardığı tüm noktalar, Ortaçağ’a dair çıkarımlarından ileri gelmektedir. Kutub’un deyimiyle din (Hristiyanlık) maskesi altında asırlarca zulüm altında yaşayan Avrupalının buna tepki vermesi ve aklını öne çıkarması doğal lakin tepki olarak tüm uhrevi hayatı silen tam zıttı kutba kayması ve adeta aklına tapması yanlıştır. Çünkü vuku bulan şey has bir din yönetimi değil, “din adamları” yönetimidir ve dinin külliyen yabana atılması doğru bir tavır değildir. Bu tavır aslında Avrupa’nın kendi serüvenine hapsolmuş dar bir bakış açısıdır. Yine Avrupa menşeili aydınların bu “aydınlanmayı” mutlak doğru olarak göstermesi de sadece kendi tecrübelerine odaklanma kibrine sahip olmalarındandır. Şu iki paragraf Kutub’un mevzubahis dar bakış açısına ve kibre dair fikirlerini çok iyi izah etmektedir:
“Şüphesiz ki Avrupa kendi özel terimlerini, 'Avrupa dünyanın kendisidir. Avrupa tarihi, dünya tarihi demektir. Avrupa’nın durumları ve gelişimleri, dünyanın durumları ve gelişmelerini ifade eder' düşüncesi ile gurura kapılmış bir hâlde bütün beşeriyet tarihi hakkında kullanır.”
“Dini yönetim diye tercüme edilen teokratik yönetim Avrupa tarihinde adı kötüye çıkmış bir yönetimdir. Bizdeki 'kültürlüler' ise Allah’ın indirdikleri ile hükmeden İslâmi yönetimi dini bir yönetim ya da teokratik bir yönetim olmakla nitelendirmeye kalkışırlar.”
Her tarafı “din karanlığı” içinde varsaymak
Diğer bölümde akılcılık meselesi ele alınmaktadır. Avrupa aydınlanmasının ortaya çıkardığı seküler bakışın yine tüm mutlak doğrular kendisindeymişçesine hareket ederek dini dışlamasının ve bunu yapabilmek için de yine sadece kendi serüvenine odaklanmasının çarpıklığı ortaya konmaktadır. Sadece kendi Ortaçağ karanlığından yola çıkarak her tarafı “din karanlığı” içinde varsaymanın ve bunun neticesinde insan aklını tek değer olarak ortaya koymanın (bir nevi insan aklına tapmanın) felsefi açıdan sakat olduğu güzel bir şekilde anlatılmaktadır.
“Avrupa’nın zayıf ülkeleri sömürgeleştirip zenginlik kaynaklarını talan etmeyi ve o ülke halkını zelil hal getirip kendi menfaatlerine boyun eğdirmeyi süslü gösteren, bunu da bu ilerlemiş kimsenin geri kalmış kimse üzerindeki, âlimin cahil üzerindeki, güçlünün zayıf üzerindeki ve uygarın geri kalmış üzerindeki hakkı olduğunu söyleyerek haklı gösteren Avrupa aklı değil midir?”
“Şunu sormak istiyoruz: Allah’ın dinini kendi ölçüsüne göre değerlendirip söyleyeceklerini söylemesi istenen 'o akıl' hangi akıldır?”
Modernizm sonrasında gerçekleşecek olan ne?
Batı rasyonelizminin belki de en kibirli ve tehlikeli yanı ise dinlere kendi tepkiselliğini göstererek yaklaşmayan herhangi bir fikre kapıyı tamamen kapatması ve kendini bilimin, gelişimin, medeniyetin tek yolu olarak görmesidir. Bu da aslında pekâlâ akılcılığı öngören fakat bunu Batı’nın kendi tecrübesine binaen yaptığı gibi dinden soyutlanmış bir akılcılık olarak öne sürmeyen İslam’ın haksız fikri hücumlara maruz kalmasına sebep olmaktadır. Kutub, işte bu durumu da çok güzel anlatmaktadır: “İşte bu tutum nedensellik yasasından etkilenen Avrupa aklını, nedenselliği Allah’ın alternatifi, bilimi de dinin alternatifi olarak görmek noktasına geldi. Böylelikle akılcılık, dine düşmanlık ilan eden 'bilimsel bir akılcılık' halini aldı.”
Kitabın nihayetinde ise bütün ortaya konan tartışmalar, modernizme ve bahsedilen iki taraf arasındaki ötekileşmeye bağlanmaktadır. Kutub, Batı rasyonalizminin kendi tepkiselliği ile ortaya koyduğu çarpık algının bize dayattığı bir modern dünya olduğunu lakin bu modern dünyanın, insanın dokuları ve ruhsal ihtiyaçları ile örtüşmediğini belirtmekte ve son tahlilinde de modernizm sonrasında gerçekleşecek olanın dine dönüş olmasını beklediğini eklemektedir.
Deniz Baran yazdı