Günümüzde moda ve zihniyet çok hızlı değişiyor. Hatta öyle hızlı ki bundan on sene önce revaçta olan şeyler o devrede zirvede ne kadar durduktan sonra yerlerini başka modalara bırakıyorlardıysa şimdi onun belki yarısı kadar sürede zirveden iniyorlar.

Ama öyle sanıyorum ki konuşmak her zamanın modası. Hele biz halk olarak soğan ve kokoreç yemeyi, heyecanı, babacanlığı ve bir de sürekli konuşmayı çok seviyoruz; sürekli ve iş yapmaksızın konuşmayı. Konu bir şeyleri eleştirmeye gelince bülbül kesilip ucundan da olsa bir işi tutmamak hatasına sık düşüyoruz. İstanbul’un meseleleriyle ilgili de bu durum pek bir değişiklik göstermiyor.

Hâlbuki Süheyl Ünver’e atfedilen, “Herkesin bir mesleği olmalı, bir de meşgalesi. O meşgale bütün kültürümüzdür” sözünün icabınca herkes İstanbul’un dertlerinin bir kenarından tutsa ya da bir noktada birleşilebilip soluğun gür çıkması sağlansa belki şimdi mevzu-ı olan sorunların bir kısmıyla hiç uğraşılmıyor olacaktı.

Bütün varsayımlardan öte, artık bugündeyiz ve önümüzde İstanbul’la ilgili yığınla sorun var. Herkes bu sorunların bir bucağından tutmak zorunda ki sorumluluğunun muktezasınca davransın. Ya da zorunda mı ona biz karar vermemiş olalım yine de ama şurasından emin olalım: Eğer sürekli iyi konuşmaları kendimize, keyfince işleri başkalarına bırakmaya gönlümüz razı olursa ortaya çıkan bilanço bugünkünden daha ağır olabilir.

Bu sebeple hiç olmazsa İstanbul’un kültürel-tarihî varlığını anlatmaya, anlamaya, keşfetmeye ve öğrenmeye bir yerlerden, hemen başlamalıyız. Biz bir tanesinin serisine başladık bile. Uzun zamandır şehrin tarihî çeşmelerini semt semt dolaşıyor ve çeşmelerin ne hâlde olduklarına bakıyoruz. (Burada)

Diğer birçok tarihî esere yapıldığı gibi o çeşmeye de adeta bir tecrit uygulanmış

1.

Sevgili okurlar hatırlayacaktır (9 numara), bir zaman önce İmrahor Camii yakınındaki bir çeşme hakkında ‘bunu buracıkta nasıl görememişiz’ minvalli bir oto-serzenişte bulunmuştuk. Aynısı, hatta daha şedidine şimdi bir de Üsküdar sahili civarındaki Gülfem Sokak’ta tutulduk. Geçen yıl fotoğrafını çekmeden önce ve çektikten sonra yanından çok defa geçip yürüdüğümüz bir çeşmeyi ilk defa fark etmek geçtiğimiz günlere nasip oldu. (Şu yazıda, 2 numara) Meğer o tombul çeşmenin iki metre yanında başka bir çeşme daha varmış: (1)

Ama bu görememe bütünüyle bizden de kaynaklanıyor sayılmaz. Çünkü çeşmeyi göremememiz ve fark edilemez olması için diğer birçok tarihî esere yapıldığı gibi adeta bir tecrit uygulanıyor denebilir, bilerek veya bilmeyerek. 1873’te yapılmış çeşmenin bir buçuk asırlık ömrüne hürmet edilmeksizin dibine kadar araba park ediliyor. Zaten orada bir tarihî çeşme bulunduğunu anlamak için tek şansınız üzerindeki mermer şerit. Geri kalanı fayansla kaplanmış.

Mermer kitabede buradaki akarın vakfedeni hakkında bir bilgi yok ancak isterseniz hoş bir nasihat ve geçmişlere dua var:

“Sâat-i vâhidedir ömr-i cihân

Sâati tâate sarf eyle hemân

Evvelîn âhirîn kâffe-i ehl-i îmân ervâhına

Ve cemî-i şühedâ ervâhına rızâen-lillâh el-Fâtihâ”

Bu hayır merkezinin sevabını kesmek cüretimizi nasıl açıklayabileceğiz?

2.
3.

Karacaahmet Mezarlığı civarındaki keşiflerden avucumuzda bir çeşme daha (daha; çünkü geçenlerde de biri telmih biri keşif iki çeşmeye temas etmiştik). Nuhkuyusu Caddesi üzerinde, İnadiye Camii Sokak sapağından önceki büyük çeşmenin biri esas cephe diğeri arkada küçük bir kurnadan ibaret iki yüzü var. ‘Kurnadan ibaret’ ama geri kalan parçaları duvardan zorla sökülmüş gibi bir manzara da yok değil, galiba mecburen kurnadan ibaret.

Arka yüzde Üsküdar Belediyesi tarafından asılmış küçük levhada çeşmenin adı ve yapım tarihi yazılı: Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi, 1206/1791 (2). Bu mübarek hanım sultan, Sultan III. Selim’in annesidir. Onun hatırasına vefatının hemen ardından yaptırılmış bir çeşmeyi de yakın zamanda ziyaret etmiştik. Bu sefer ise bizzat valide sultanın bir hayır eseriyle karşı karşıyayız.

Ön yüzdeki uzun kitabe bizi daha uzun soluklu bir meraka sevk ediyor: Sultan III. Selim’e duaların edildiği bu metinde Mihrişah Valide Sultan tarafından inşa ettirilen çeşmenin kızı Fatıma Sultan’ın ruhuna hediye edildiği söyleniyor, Sümbülzade Vehbî tarafından (3). Demek ki vefat eden kızının kabirde sevaplarının kesilmemesi için ince düşünen valide sultana aynı vefa, ölümünün ardından müheykel bir çeşmeyle bizzat padişah tarafından gösteriliyor.

Peki, bir sevap silsilesi olarak nice insanın da ortaklığını üzerine alan bu hayır merkezinin sevabını kesmek cüretimizi nasıl açıklayabileceğiz? Hiç değilse Mihrişah Valide Sultan’a açıklayabilecek miyiz?

4.
5.
6.
7.
8.

“En faziletli sadaka, su akıtmaktır”

Yine bir padişah hatırasıyla fakat bu defa Beşiktaş’tayız. Yıldız Sarayı’nın hemen arka tarafındaki 1253/1837 tarihli dört yüzlü çeşme, adını verdiği Dört Yüzlü Çeşme Sokak’tadır.(4-5)

Aslında çeşmenin kitabesinden anlaşılabileceği üzere banisi Ali Bey’dir ancak buna yine de padişahın hatırası demekte mahzur olmasa gerektir; zira Ali Bey’in adı kitabede adeta zoraki geçer ve geri kalan satırlar boyunca padişah-ı şehinşah hazretleri hayırla yâd ve meth ü senaya gark edilir. Sultan II. Mahmud’un saltanatının son zamanına tarihlenen çeşmede kitabe harici bir ayet ve dört de hadis var; hepsi suyla ilgili.

Bu hadislere daha önce herhangi bir çeşme üzerinde rastlamamakla birlikte üç hadisi birden kullanan çeşmeye de tesadüf etmiş değiliz. Herhâlde çeşmenin bu açıdan da orijinal bir tarafı olduğunu zikretmek lazımdır. İSKİ’nin arka yüze astığı küçük levhaya göre 2001’de restorasyon geçiren çeşme, şimdi birkaç karalama dışında iyi görünüyor. Ancak tabii ki en büyük meselesi suyunun kesik olması…

Ali Bey’i methediyor görünüp aslında Sultan II. Mahmud’u nasıl tebcil ü tazim edeceğini -deyim yerindeyse- şaşıran bir kitabede, “en faziletli sadaka, su akıtmaktır” hadisi altında şunlar yazılı:

“Hazreti şâh-ı cihânın her mukarreb bendesi

Serbülend olsa sezâdır meşreb-i ferzânede

Biri ezcümle Ali Bey kim ulüvv-nâm ile

Gevher-i şehvâra benzer sübha-i sad-dânede”(6)

Biraz ötedeki Salnameci Sokak ile Jandarma Mektebi Sokak’ın kesiştiği burunda görülebilecek çeşmenin hâl-i pürmelâli bir vefa ayıbı olarak insanın içini yakıyor.(7)

İki ayrı yüzde hizmet vermesi ve banisinin hesabına çalışması gereken çeşmede ne yüz ne göz kalmış. Günümüzde ‘genelkurmay başkanı’ düzeyine denk gelen ve Osmanlı ordusunu kumanda eden seraskerlik makamında bulunmuş Hasan Rıza Paşa’nın (diğer bir çeşmesi için bakınız; 1 numara), görevinden ayrıldıktan sonra yaptırdığı çeşmesi evvela kaldırıma ve parke taşına gömülmüş, ardından yer yer parçalanmış, üstüne sıva atılıp bir de boyanmış. Çeşmenin aslının ne kadar olduğu hakkında da fikir edinmeyi zorlaştıran bu tahribattan görmek için geriye musluksuz ve pejmürde iki ayna taşı kalmış; biri tam kalamamış bile.(8)

Suyu akanlar da var

9.
10.
11.
12.
13.

Beşiktaş’ın Ortaköy cihetine doğru, sahilin müstağrep mabedi Ortaköy Büyük Mecidiye Camii’nin önünde bir meydan çeşmesi var. Ancak onu biraz uzaktan küçük bakışlarla süzen bir küçük çeşme daha vardır ki üzerinde kimin eseri olduğuna dair bir kayıt bulunmaz (9). Ayna taşından ibaret ve küçük kurnasıyla sırtını denize vermiş hâlde hizmetini kesintisiz devam ettiren bu ufaklık gibi hemen karşısındaki üç gözlü çeşme de hizmetten kesilmemiş, suyunu akıtmakta berdevamdır.

Bu çeşmenin Beşiktaş’taki başka birkaç çeşme gibi örnek yönü, hizmetinin yapıldıktan sonra yan yüzüne hakkında bilgi veren künyesinin asılmasıdır. Bu künyede 1992 yılında çeşmenin asıl yerinden biraz kaydırıldığı ve restore edildiği yazılmış. Geçtiğimiz yıl ise belediye başkanı Murat Hazinedar, çeşmenin temizliğini ve bakımını yaptırarak eserin banisi Sadrazam İbrahim Paşa’nın 1723 senesinden beri sürmekte olan sevabına ortak olmuş.(10)

Süsünü biri kocaman üç istiridye motifinin oluşturduğu ve orta gözde birkaç küçük tezyinatı daha olan çeşmenin öncelikle kitabesini, ardından diğer aksamını elden geçirmek gerekiyor.

Çarşının içine dalıp envai takıya gözümüz takılmadan caddeye çıkar ve yolun karşısına geçersek Taşbasamak Sokak’ta üç metruk çeşme buluruz.

Bunlardan ilki sokağın Çırağan Caddesi’yle kesişiminde, bir mazgal tarafından da bölünmüş olduğu hâlde yarıdan itibaren kaldırımın altındadır. Herhâlde ilk yapıldığında da bu kadardan ibaret olan çeşmenin kırılıp en yakın moloz yığınına atılması için ortam hazırlanmış ama son darbe ihmal edilmiş…(11)

Sevindirici taraf ise şu ki çeşme yarım dakikada bir su bardağı dolduracak kadar hâlâ akıyor. Musluk borusunun çıktığı yere denk gelen demirlerin neden kesilmiş olabileceğini -kim buradan elini sokup da o damlalardan istifade etmek istesin- anlayamadım.

Sokağın ilerisine doğru, yol ayrımını geçince solda büyük bir taş duvarda duran çeşmenin de ahı gitmiş vahı kalmış (12). Kitabesi Arapça dört beyitlik bir şiir olan bu eseri yaptıranın adının yazılı olduğu bölüm de diğer hemen her yer gibi nerdeyse okunamaz durumda. Ancak “Mehmed”i ve 1203 tarihini seçebildim. Gördüğü zarardan ziyade, mesela sol sütunu ortalıklarda bile gözükmeyen çeşmenin yolu işgal eden bir görüntüsü de yok değil. Buralarda bir apartmanın azıcık genişleyesi gelirse çeşmenin hiç de ‘buna dokunmayalım’ manzarası verdiği söylenemez.

Sokağın sonundaki Ortaköy Meryemana Ermeni Kilisesi’ne komşu üçüncü çeşmenin tam beş gözü var (13). Öyle ki zamanında bu civarın epey bir işini görüyordu olsa gerek. En büyük ve süslü gözü ortada olan bu eserin geçmişinden bir iz yok. Kaldırım çalışmalarıyla berbat edilip yarısına kadar yol yuttuktan sonra öylece bırakılmış. Öncelikle yol altında kalan bölümünün kurtarılması, sonra da çeşmenin diriltilip ayağa kaldırılması gerekiyor. Ve hikâyesinin alnına iade edilmesi.

 

Sadullah Yıldız