Merkezin dışında ‘öteki’ bir dergi

Adana’da Ersun Çıplak ve Cuma Duymaz yönetiminde çıkan iki aylık edebiyat dergisi Karayazı, 11. sayısına ulaştı. Doğrusu ‘şaşırmadım’ diyemem. Şaşkınlığım şundan: Son dönemde yayınlanan dergilerdeki ‘meselesizlik’ o dergilerin temel karakteristiği haline geldi. İşte ‘merkez’in dışındaki ‘öteki’ dergilerden olan Karayazı, ‘meselesi olan’ dergi durumunu yayınlanan son sayısıyla daha bir belirgin kıldı.Ersun Çıplak

Bu toprakların temel meselesi şiir midir?

Karayazı soruyor: Bu toprakların temel meselesi şiir midir? Biz öyle biliyoruz ki şiir ve bu millet arasında hayatî bir bağ var. Bu toprakların mayası şiirle yoğrulmuştur. Yûnus bize bunu söyler. Şairin kaderiyle milletin kaderini bir ve koşut düşünüyoruz. Millet tarafından sahiplenilmiş şairler milleti dert edinen, millet meselesi olan şairlerdir. Hâlâ neden Akif büyük bir şairdir, Fikret’i büyük kılan, Nazım’ı etkileyici ve vazgeçilemez kılan nedir? Bu şairler, içinde yer aldığı, mensubu bulunduğu milletin akıbetini düşünmüş, dert edinmiş şairlerdir. Türk milleti var oldukça bu şairler de var olmaya devam edeceklerdir.

Kaprislerden uzak, ortak bir zeminde meseleyi tartışıyorlar

Cuma DuymazKarayazı’nın 11. sayısını alıp okuyanlar görecektir: Dergide görmeye alışık olmadığımız bir yenilik göze çarpıyor. Üç yazar, Cuma Duymaz, Celal Gür, Salim Nacar, bir konuşma zemini oluşturma gayretindeler. Doğrusu takdire şayan bir girişim. Bunun diğer ‘öteki’ dergilere örneklik teşkil etmesini umuyorum.  Büyük Türk şiirinin sağlıklı bir zeminde tartışılması gerekiyor. Bu, aynı zamanda şiirimizin sıhhate kavuşması adına ayrı bir önem arz ediyor. Bu yazarlar -bunun altını çizmek gerekiyor- kaprislerden uzak, şiir-millet meselesini tartışıyorlar; şiire ve karşılıklı olarak muhataplarına olan saygı çerçevesinde, hem-dert olmuş şiiri konuşuyorlar. Türk şiiri adına özlem duyduğumuz bir birliktelik açıkçası. Bu platformda ideolojik/şiir dışı bir ötekileştirmeye rastlayamazsınız. Kısmen 1980’lerde bu algı kırılmıştı, 2000’lerde maalesef taraflar kendilerini daha bir derinleştirdiler. Duvarlar örüldü yine, kılıçlar çekildi, (daha çok ‘ses’ getirme gibi ucuz bir kaygıyla) cepheler oluşturuldu, hakaretler şiirsel onura yakışmayan bir şekilde havalarda uçuştu.

Paylaşılamayan ne!Celal Gür

Paylaşılamayan neydi peki? Çok açık ve net: İktidar pastasından bir payımız olsun anlayışı. Bunu bilmeyecek ne var? Oysa gerçek şiirin nabzı, merkezin dışındaki fanzin görünümlü Karayazı, Ücra, Kertenkele, Poetikhertz, Beyaz Manto gibi dergilerde atıyordu. Gür ses, gür akış, gür damar buralarda kendini duyuruyor, sesleniyordu.

İslam kültürü her şeyi içerir

Bu konuşmalarda görüşleriyle dikkatimi en çok çeken yazar Salim Nacar’dı. İslamî hassasiyeti olan bir yazar-şair profili çiziyor Nacar. Bu toprakların değerlerine olan duyarlılığını söylemiyle somutlaştırıyor aynı zamanda. ‘Şiirle gelen ve şiirle varılacak olan ortak dertlere’ dikkati çekiyor. Açık ve net konuşuyor Nacar: “Ben bu topraklarda İslam kültürü dışında kendisiyle vuku bulduğumuz bir kültür dairesi olduğuna inanmam.”

Esasa ilişkin düşündüğümüzde bu toprakların mayasının İslam’la yoğrulduğunu, değerlerimizin, bütün yapıp etmelerimizin özünün İslam, kuşatıcı anlamıyla İslam’ın ruhu olduğunu ifade etmek gerekiyor. Salim Nacar içerden konuşuyor. Bize ait bir sesi ve söylemi var.

İnançlı kalarak inançsız bir hayatın şiirini yazmak

Salim Nacar“ ‘Tanrıyı ciddiye alan şairler’e güven duymak istiyorum” diyor Salim Nacar. Bu toprakların hamurunu onlar yoğurmuştur çünkü. “Esas mayaya onlar sahip.” Nacar, yerlilik bilinciyle hareket ediyor. Türkiye’ye has özgün bir edebiyata dair temel ölçütler belirliyor. Yerellik-evrensellik varagelinde tercihini yerellikten yana kullanıyor. Bizce kalıcılık yerelin içindeki evrenseli yakalayabilmektedir.

Salim Nacar’ın tartışmaya açık şu sözünü de aktarırsak sanırım Karayazı’nın bu sayısındaki müşterek konuşmanın muhtevasına ilişkin epey bir ipucu vermiş oluruz:

“Metafiziksiz, inançtan ve ahlaktan yoksun bir hayatın insana nasıl şiir yazdırabileceğini bilmiyorum. Galiba şimdi vazife olarak üstlendiğimiz şey bundan başka bir şey değil. İnançlı kalarak inançsız bir hayatın şiirini yazmak.”

Risk alan bir dergi!

Merkezin dışındaki ‘öteki’ dergilerin temel bir özelliği var: Risk alıyorlar! Nasıl yani? Merkezin ifade edemeyen, ifade etmekten kaçındığı metinleri, bu dergiler, risk ve cesareti kendi mümeyyiz vasıfları kılarak, rahatlıkla derginin bünyesine taşıyabiliyorlar. Osman Özbahçe’nin deyimiyle, ancak bu dergilerde yenilikçi damar, şiirsel devinim kendini görünürleştirebilir. Şiir tarihinde bütün yenilikçi hareketler sadece bu tür dergilerde devinim imkânı bulmuşlardır. Şiirin potansiyel imkânları bu dergilerde yeni bir deney alanı bulmuştur. Şiirin mümkünleri bu dergiler aracılığıyla zorlanır. Merkezin donuklaştırıcı bir görünümü vardır haddizatında. Şiirsel akış zorlanmaz, şiir kendi mülayim suyunda akıp gider merkez dergilerde. Şiirsel dinamizm, şiirsel atılım ve kalkışma fanzin görünümlü ötekilere has bir şeydir.

Eleştirel kalibre

Karayazı’nın bir özelliği daha var: Yeniliklerin hareketle temayüz ettiği bu dergileri ciddiye almamıza sebep olan bir özelliktir bu: Eleştiri. Karayazı’nın merkezinde ‘eleştiri’ var: Şiir eleştirisi. Komformist dergilerden mesafelerce uzak. Ersun Çıplak’ı bu anlamda anmak gerekiyor. Ersun Çıplak ciddi bir eleştirmen. Derginin hemen her sayısına derinlikli eleştirel katkılarda bulunuyor. Zaten Karayazı’yı önemsel kılan da bir yönüyle eleştiriyi odağına almasıdır.

Neler konuşuldu, tartışıldı, bunun ipuçlarını vermeye çalıştık, gerisini okuyucu merak etsin biraz. Hemen her zaman ‘uzaktan’ sevdiğim edebiyat ‘okur’u beni mazur görsün. Tercihi belirsiz bir biçimde ona bıraktım (belki de epey belirginleştirmeye çalıştım) ama Karayazı’nın derdi de o zaten: Doğru okuru bulmak. Edebiyat ‘okur’u Karayazı’ya ulaşmakla kendisini ciddiye aldığımı bütün benliğiyle hissedecektir.

Bize düşen şiir meselelerinde diri bilinci elden bırakmamaktır.

Yazışma adresi: [email protected]

Karayazı

Mustafa Celep meseleyi duydu, haber verdi