Bizim kültürümüzde millet olarak bizi birbirimize bağlayan, kenetleyen, bize bizi anlatan eserlerimizden Mesnevi-i Şerifler ve Menâkıblar yüzyıllardır okunmaktadır. Nazım şekliyle vezin ve kafiyeli yazılmış bu eserlerde hikayeler de yer almaktadır. Lâkin dili ve mânâyı anlamakta epey zayıf olduğumuzdan o zevke varamamaktayız. Oysaki Hz. Mevlâna Mesnevisi’nde tüm zamanlara, tüm insanlığa hitap ve tesir etmektedir. İşte biz insanlığı, sevgiyi, muhabbeti, merhameti, afvı, inanmayı kalbi temizlemeyi o kaynaktan öğrenir, gıdalanır, besleniriz.
Bugün kütüphanelerimizde bulunan çok sayıda divan ve mesnevi tahkik ehlini beklemektedir. Prof Dr. Halil Ersoylu hocamız da 1500’lü yıllarda yaşamış Hz. Mevlânâ’nın türbedarlığını yapmış Lokmani Dede’den Menâkıb-ı Mevlânâ’yı latinize ederek hazırlamıştır. Eserin başına manzume, ortalarına geniş bir sözlük ve inceleme metni en sonuna da orijinal metin yerleştirilerek bir şaheser orta çıkmıştır. Süleymaniye Kütüphanesi yazmalarından esas alınan Menâkıb, Atatürk Türk Dil Kurumu Yayınları tarafından 2001 yılında neşredilmiştir.
Bu menâkıbın içinde pek çok hikâyeye rastladık. Bazılarını Lokmani Dede’nin dilinden nakle ve açıklamaya çalışacağız. Onların âlemini anlamak ve o âlem içinde neler yaşandığını, neler hissedildiğini öğrenmek de isteriz elbette. Okurken dinlerken bazen mânâ yüzünü gösterir. Bazen de hiç açmaz bekletir. Ancak tam samimiyet ve inançla kulak verildiğinde o ilahi aşkı, sadakati, muhabbeti yakalamamak mümkün değil. Belki bir tohum gönle düşer, rahmet olur büyümeye başlar. Feridüddin Attar ne diyor; “Gece gündüz arayıp da bulamıyorsan, bu onun kayıp olmasından değil, senin isteğinin eksikliğindendir”. “Kızım”a şiirinde “Mesnevi’yi çok oku” diyor Veysel Öksüz.
Mesneviyi çok oku
Kur’an’ın bir şerhi bu
Mânâda yok hududu
Hak dostu yazan kızım
Lokmani Dede’nin Menâkıb-ı Mevlânâ’da yer alan El- Hikâyet bölümünden nakil yapmadan önce bu mevzu ile ilgili Sadettin Ökten hocamızdan işittiğimiz bir hikâye hatırımıza geldi. Hikâye şöyle:
Mürüvvet Âli’den, Himmet veliden…
“Hindistan’da bir Müslüman tarlaya doğru giderken bir şakînin tecavüzüne maruz kalır. Bir hanım, bir Müslüman hanım. Şakî tabi ne yapacak? hanıma doğru yaklaşıyor. Kadın niyeti anlıyor, “Medet ya Abdulkâdir” diye nidâ edince, havadan bir takunya uçuyor. Ve şakîyi orada helak ediyor. Hikâye bu ya Cenâb-ı Abdulkâdir de ikindi namazına hazırlanmak üzere şadırvana gelmiş, kolları sıvamış, ayağında nâlinler, sesi duyunca hazret, nâlinin birini çıkarıyor Bağdat’tan savuruyor. Derler ki işte nâlin gidiyor Hindistan’daki şakîyi helak ediyor. Bu hikâye, amma devamı var. Eski zamandaki hanımlar asırlar boyu, boyunlarına gizliden bir kolye takarlar-dı. O kolye nâlin şeklindedir. “Ya hu valide, yahu bacı bunun sırrı ne?”, “Ya hu işte öyle takıyoruz”. Söylemezler. O onların güvencesidir. Efendim bir nâlin, minicik bir nâlin korur mu? Valla inananı korur, inanmayanı ne yapar onu ben bilmem. Bu bir realite olarak, nâlin şeklinde yazılmış dualar, cüzdanda durur, çantada durur, hanımlar arasında bu eski an’anemizde çok yaygındı. Vesile ittihaz ediyor canım, çok da fazla kendimizi zorlamayalım yâni. Efendim bu bireysel bir hadise. Burada umumi kanun aramayın, umumi kanunun da ne kadar izafi olduğunu, idraklerinize arz ederim, irfanınıza terk ediyorum yâni. Bireysel bir hadise.”
Bu mânâ Menâkıb’da da şöyle nazmedilmiştir:
Düştüğün yerde ol tuta elini
Nirde çağırsan işide ününü
“Mürüvvet Âli’den, himmet veliden, gayret dervişten” demiş büyüklerimiz. Hz. Mevlânâ bir vaazında “Keder ve elem veren bir şeyle karşılaşınca Allah Teâlâ’nın merhametinin büyüklüğü yanında o şeyin hiç mesabesinde olduğu düşünülmeli… Bütün noksanlıklardan münezzeh olan Allah-u Teâlâ’nın merhametine sığınmalı ve mertlere yakışır bir tavırla tahammül etmeli” diyor. Menâkıb-ı Mevlânâ’dan:
Merd isen anla merdi ey mürde
Merd-i kâmil devâ eder derde
Kâmile erdin ise işin asan
Derdine ondan erişir derman
Bu beyit bize yine bize başka bir beyti hatırlatıyor;
Dü cihanda hem tasarruf ehlidir ruhi velî
Dime kim bu mürdedir bundan nice derman ola…
Ruh şimşir-i Hüdâdır ten gılaf olmuş ana.
Dahi a’la kar eder, bir tığ ki, üryan ola
Osman Kemâli Baba’ya soruyorlar;
-Hiçbir müşkilattan şikâyetiniz yok mu?
-Hiçbir müşkilatım yok. Ben müşkilatı Allahsızlık’ta bulurum. Allah ile olalıdan beri hiçbir müşkilatım kalmamıştır. Çünki Allah’a o kadar itimadım tamamdır ki ben bir kayanın üstünde olsam o kaya da en büyük bir denizin ortasında olsa yine Allah-u Teâla benim ihtiyacımı hatta dilemeden bile tesviye eder”. (Aşk Sızıntıları’ndan)
Yaşta kuruda tağ u sahrada
Birdür ona kebir ü suğrada
Aşık u sırrı anla ko ötesin
Evliyâ eteğini berk tutasın
***
“Kadın, ârif olanlara galiptir” demiş Mesnevi’de Hz. Mevlâna. Bu hikâyede de büyük Hâk âşığı kadınlarımız beyitlerle hatırlatılıyor. Onların hayatına, yaşadıklarına bu akl-ı cüzle vâkıf olmak güç. Ancak yine de kimisi eş, kimisi anne, kimisi bir köle, kimisi sultan olan bu hanımları tanımamız gerekiyor. Bu gibi eserler de onları tarihin bir devrinde yaşamış insanlar olmaktan kurtarıyor. Bu kutlu hanımların, veliyyelerin sözleri ve hâllerini bugüne taşıyor.
Bir kula çünki Hak ide ihsan
Merddür ol n’ola ger olursa zenan (kadın)
Sıdk ıla zen bu yolda olur merdân
Râbia dahi hatun idi ey can
Hz. Hatice Haticetü’l Tahire eşi Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu bilen ve ilk iman eden kişi. Efendimizle ilk namaz kılan, ilk Allah’ı tesbih eden kişi. Peygamberimiz diyor ki; “Meryem’in zamanının kadınlarından en iyisi İmran kızı Meryem ve Hatice zamanının kadınlarından en iyisi Hatice’dir.”
Ya Hatice ki Mustafa’ya gelir
Verdi dünyayı ahireti alır
Olmuş ıdı Hatice-i devran
İtikadında Rabia-ı zaman
Başka bir hadiste de, “Cennetteki kadınların Meryem’den sonraki önderi Fatıma, Hatice ve Firavun’un karısı Asiye’dir” der. Menâkıb’da geçen bu beyit de onları anlamayı ve tanımayı, halleşmeyi nasihat eder.
Meryem-ü Fatıma’yla Ayişe
Zihi cân bunlarun ıla bilişe
Ancak bu modern çağda onların dünyasına girmek onları anlamak çok zor. Aç gözün aç gözün diyor, gaflet uykusundan uyan. Bu göz nasıl açılır nasıl gaflet uykusundan uyanılır? Anlamak, gönül aynasını temizlemek, aramak, uğraşmak karınca misali yolunda olmak belki bir nebze yol aldırır.
Kim istemez ki yaptığı iş sağlam olsun, kim istemez ki Hak katında yüzümüz pak olsun. Onun için “Dinle” diyor âşık sözünü.
Dinle aşk sözünü işin ola sağ
Hak katında yüzün dahi ola ağ
Bir ulu hatun idi Fahrunisa
Zahidi mutekif ü hem parsa
Konya’nın uluları her ne ki var
Cümle sıdk ile olmuş idi ona yâr
Gönlü saf u bi-gam muhibler idi
Aşk ile ona mutekidler idi
Nice kerre kerameti zahir
Görünüp oldu Tayyib ü tahir
Âşıka sadıka vü mezkura
Şems ü mah nice görüne göre
Aç gözün ayineni saf et saf
Gevheri bil ki olasın sarraf
Menâkıb-ı Mevlâna’dan bir bölüm seçerek tattırmaya çalıştık. Umulur ki inanç dünyamıza omuz veren bu hatun kişiler okuyana anlayana hayranlık ve bir muhabbet verir, umulur ki gençlerimizde de bir merak uyandırır. Makamları âli, himmetleri hazîr ola.
Arzu Bosnevi