Yükseköğretimde reforma yeniden bakış: Bilginin İslâmileştirilmesinden bilginin entegrasyonuna

"Üniversiteyi, ‘dünyayı ve kendi varoluşlarını ortak bir bilgi arayışı bağlamında anlamaya çalışan insanların bir araya gelip sohbet etmek ve fikir alışverişinde bulunmak için toplandığı bir yer, bir sohbet’ ola­rak görmeli ve anlamalıyız.13 Aktif olarak sohbet eden bir topluluk olarak üniversitenin, fiziksel olarak belirli bir yere yerleştirilmesi ge­rekmez ancak modern iletişim teknolojilerinin yardımıyla kolayca kü­reselleştirilebilir. Dayanışma ve iş birliği bu uluslararası ve kültürler arası sohbette gelişmektedir. Bu nedenle üniversitenin etik misyonu, fikirlerimizi sürekli ve sistematik bir şekilde yansıtmak ve hızla deği­şen bir dünyada bu fikirlerin ilerlemeleri için çalışmaktır."

Yükseköğretimde reforma yeniden bakış: Bilginin İslâmileştirilmesinden bilginin entegrasyonuna

Mevcut Durumu Haritalamak

Ziauddin Sardar

Günümüzde eğitim bir dönüm noktasına gelmiş; mevcut kavramsal, entelektüel, ahlaki ve örgütsel yetenekleriyle kendini iyileştiremeye- ceği bir seviyeye ulaşmıştır. Eğitim bir kriz halindedir; ancak kriz­ler genelde tek başına ortaya çıkmazlar. Bu kriz, aslında birbirleriy- le bağlantılı olan başka krizlerin ürünüdür: Ekonomik Kriz1, Sosyal Demokrasi Krizi2, Ahlaki Otorite Krizi3, çevre krizi ve inanç krizi. Yükseköğretimdeki krizin boyutunu tam olarak anlamak için onu; çoklu, birbiriyle bağlantılı krizler ağındaki belirli bir düğüm olarak görmemiz gerekir. Tüm bunlar ise güvendiğimiz geleneksel fikirlerin yıkıldığını göstermektedir.

Yükseköğretim krize girmiştir çünkü ulus-devletin kendisi bozulmuş, ulusal kültürü teşvik etmek ve korumak artık pek çok kişi için önemli olmaktan çıkmış ve küreselleşme ekonomisinde, vatandaş özneler ye­tiştirmenin üniversitelerin başlıca görevi olmaktan çıkması anlamına gelmektedir. Sonuç olarak, üniversiteler şirketlere dönüşmekte ve kül­türün yerini mükemmellik [excellence] söylemi almaktadır.

Eğitim kriziyle ilgili literatürün çoğunun altında yatan argüman, ne- oliberalizmin yükselişi sayesinde üniversitelerin büyük işletmeler hali­ne gelmiş olmasıdır. Dünyanın önde gelen üniversiteleri artık küresel ortakları olan, kurumsal ve yatırım bankacılığı topluluklarıyla ortak girişimlere imza atan çok uluslu şirketlermiş gibi hareket etmektedir­ler. Üniversiteler ‘yapısöküme’ uğratılmıştır ve artık programlarını ve modüllerini şöhret takıntılı bir topluluğa hitap edecek şekilde hazırla- maktadır.4 Üniversitelerin geleneksel bilgi edimi, aktarımı ve muhafa­zası rolü aşınmış, yerini müşterilerinin ve tüketicilerinin ihtiyaçlarını gideren hizmet sağlayıcı bir role evrilmiştir.

Gelişen teknolojilerin artan kullanımı, üniversitelerin şirketleşmesini tamamlamakla birlikte bir çeşit ilerleme yanılsaması da yaratmakta­dır. Ancak, ‘internet dünyasında, her bir bilgi parçası başına maliyet gittikçe daha ucuzlarken her bir yararlı bilgi parçası daha değerli hale gelmektedir. Okuryazarlığı olmayıp bilgisayar ve kodlama becerisine sahip bir kişi hala okuryazarlığı olmayan kişidir. Öğrenciler, son de­rece uzmanlaşmış teknolojik beceriler ve daha yüksek dereceler edin- seler bile yarı okuryazar kalmaktadırlar. Kalifiye ve birçok sertifikaya sahip olup yeterli düzeyde eğitimi olmayan mezunlardan oluşan bu grup artarak genişlemekte ve gittikçe daha da karmaşık zincir reak­siyonlar oluşturmaktadır. Değişim yalnızca hızlı değil, aynı zamanda ivmeyle ilerlemektedir. Tüm bunlar bizi yadsınamaz tek bir sonuca götürür: Yükseköğretim kurumları çağdaş dünya ile uyumsuzdur ve artık ‘son kullanma’ tarihleri geçmiştir. ‘Eğitim paradigmasını değiş­tirme ihtiyacı’ acil hale gelmiştir.5

Üniversiteleri Yeniden Düşünmek (ya da Düşünmemek)

Yukarıda bahsedilen kriz, yükseköğretim alanının büyüme ve ge­nişlemesine engel olmamıştır. Bu büyüme, farklı sonuçlara sahip iki farklı eğilim olan, uluslararasılaşma ve küreselleşmeye atfedilmiştir.6 Uluslararasılaşma öğrenci ve personel hareketliliği, iş birliğine dayalı araştırma ve müfredatın çeşitlendirilmesi dahil olmak üzere uluslara­rası iş birliğinin büyümesine yol açmıştır. Daha karmaşık ve ‘ideolo­jik olarak daha şüpheli’ bir süreç olan küreselleşme ise neoliberal bir piyasa çerçevesini dayatır ve devletin yükseköğretim üzerindeki otori­tesini zayıflatır. Bu eğilimler, giderek daha fazla çevrimiçi ya da uzak­tan eğitim kursları başlatmak için devamlı baskı oluşturduğu halde devlet finansmanında kesintilere yol açmış, öğrenci sayısını ve öğ­renim ücretlerinin artması, zorunlu müfredat değişimleri ve kadrolu öğretim üyelerinin zorla işten çıkarılması gibi sonuçlar doğurmuştur. Nihayetinde parasal kazanımı hedefleyen eğitim sürecini genişletme ve hızlandırma yönündeki bu dürtü, üniversiteleri karmaşık bir du­rum içinde bırakmıştır.

Bu kafa karışıklığı, AB’nin ‘Avrupa Yükseköğretimi Yol Ayrımında’ projesinde iyi bir şekilde gösterilmiştir. İlerlemek için sunulan çö­zümlerin çoğu standart ve türevdir, yalnızca birkaç politika önerisi kısmen orijinaldir. Birincisi, ‘Küresel bilgi ekonomisinde Avrupa’nın karşı karşıya olduğu zorluklara bir yanıt olarak’ hem becerilere hem de istihdam edilebilirliğe ve Avrupa’daki sosyal eşitsizliğe vurgu yapı­larak kurs yapılarından akademik kültürlere doğru bir dönüşümdür. İkincisi ise Avrupa ile dünya arasındaki değişen dinamiğin, karşılıklı ekonomik bağımlılığın ve belirleyici siyasi eylemin tanınmasının ve Avrupa merkezciliğin kültürel tehlikelerinin bir sonucu olarak ön­görü [foresight] (gelecek çalışmaları olarak da bilinir) vurgusudur.9 Bununla birlikte, değişen durumla ilgili farkındalık ve sosyal adalet konusundaki endişelere rağmen üniversiteler hâlen baskın (başarısız) ekonomik paradigma içinde yeniden çerçevelenmektedir.

Crossroads projesinin genel vurgusu ise hem Müslüman hem de geliş­mekte olan ülkelerde yükseköğretime büyük yatırımlar yapan Dünya Bankası ve IMF’nin savunduklarından çok uzak değildir. Bu nedenle, çerçevesi Dünya Bankası ve IMF’nin felsefe ve çalışmasının temelini oluşturan parasalcı ekonomik modelin içinde kalmıştır. Bununla bir­likte IMF; son otuz yılın neoliberal gündeminin, üniversiteleri ‘temel becerileri 30 gün içerisinde iş üzerindeyken kavranabildiği için temel bilim dallarında eğitime ilgi gösteren’ risk sermayedarlarına hizmet eden süpermarketlere dönüştürdüğünü ve geleneksel eğitimin özünün, ‘bir kuruşluk atari oyunundaki madeni paralar gibi kenara doğru ya­vaş yavaş masadan itilmekte’ olduğunu kabul etmiştir.10 Dünya Ban­kası gibi kurumların başatlığı, yükseköğretim reformunun organik biçimde aşağıdan yukarı doğru oluşmasındansa genellikle yukarıdan dayatıldığı anlamına gelir.

Bu çıkmazı açmanın potansiyel bir yolu, disiplinler arasılığa doğru ilerlemektir. Amerika Arizona Eyalet Üniversitesi (ASU), disiplinler arasılığın hem müfredatı nasıl yeniden tasarlayabileceği hem de üni­versitenin felsefesi olarak nasıl kullanılabileceğine dair bir örnek oluş­turmaktadır. 2008 mali krizinin ardından ciddi bütçe kesintileriyle karşı karşıya kalan ASU, kendisini yeniden tasarlamak için atılgan bir plan başlattı. Bu plan, üniversitenin ‘disiplinler arası olarak yeniden yapılandırılmasını’ ve bir dizi yenilikçi, çok disiplinli mükemmeliyet merkezinin kurulmasını içeriyordu. Sürdürülebilirliğe odaklanılarak, Sanat Tarihi, Bilgisayar Bilimleri, sosyal dinamikler ve karmaşıklık gibi yeni ortaya çıkan alanlarda rekor sayıda ortak atamalar yapıl­dı. Bu girişim, ASU’nun kültürel, sosyoekonomik ve fiziksel ortamını kucaklaması; sosyal ihtiyaçlara bağlanarak sosyal değişimi katalize etmesi; bilgisini kullanması ve yeniliği teşvik etmesi; disiplinler üstü bilgi yaratması; karşılıklı yarar sağlayan ortaklıklar yoluyla topluluk­larla bağlantı kurması; yerel, bölgesel ve uluslararası insanlarla ilişki kurması; her bir öğrencinin başarısını taahhüt etmesi ve dolayısıyla araştırmasının amacı ve etkisinin olması sayesinde başarılı olmuştur. ASU hala kurumsal çıkarlara ve neoliberalizm paradigmasına olan bağımlılığını11 sürdürmektedir fakat bize bir sıçrama taşı modeli sağ­lamıştır. Bu modeli Avrupa üniversitelerine uygulayabilmek için önce Avrupa’nın kendi kimlik krizini ele almalıyız.

Avrupa yükseköğretimi ve reformu ile ilgili kafa karışıklığının temel sebebi bir üniversitenin varlık amacını bilmememizdir. Modern Avru­pa üniversiteleri, her biri üniversitenin ne işe yaradığına dair farklı bir anlayışa sahip üç farklı gelenekten gelen üç farklı ülkede gelişmiştir. Wilhelm von Humboldt (1807) tarafından geliştirilen Alman gelene­ği, üniversitenin amacını bilimin ve akademinin ilerlemesi olarak gör­mektedir. Humboldt’un modeli temel araştırmalara odaklanır ve üni­versiteleri, akademisyenlerin bizzat kendileri eşit oranda sorumluluk paylaşma modeli ile yönetirler. Fransız Napolyon modeli (1806) ise üniversitenin amacını ulusun ihtiyaç duyduğu bilgi ve uzmanlığı sağ­lamak olarak görmektedir. Üniversitenin temel amacı toplumu ve hü­kümeti yöneten profesyonelleri eğitmektir. Kardinal John Newman’ın (1852) modelinde, İngiliz geleneği üniversitenin amacını hem ulusu hem de İmparatorluğu yönetecek uzman ve eğitimli profesyoneller yetiştirmek olarak görmektedir. Vurgu, öğrencinin karakterinin ve yeterliliğinin gelişimi üzerinedir ve idari yapısı, üniversitenin profes­yonel yönetimidir. Bu gelenekler birleşerek Avrupa üniversitelerinde ve aslında üniversitelerin Avrupa modeline göre faaliyet gösterdiği tüm dünyada gerilim yaratmıştır.’12 Hızlanan teknolojik değişim, ar­tan küresel bağlantılar ve karmaşıklık, bu vizyon eksikliğini akut bir kimlik krizine dönüştürmüştür.

Üniversiteyi, ‘dünyayı ve kendi varoluşlarını ortak bir bilgi arayışı bağlamında anlamaya çalışan insanların bir araya gelip sohbet etmek ve fikir alışverişinde bulunmak için toplandığı bir yer, bir sohbet’ ola­rak görmeli ve anlamalıyız.13 Aktif olarak sohbet eden bir topluluk olarak üniversitenin, fiziksel olarak belirli bir yere yerleştirilmesi ge­rekmez ancak modern iletişim teknolojilerinin yardımıyla kolayca kü­reselleştirilebilir. Dayanışma ve iş birliği bu uluslararası ve kültürler arası sohbette gelişmektedir. Bu nedenle üniversitenin etik misyonu, fikirlerimizi sürekli ve sistematik bir şekilde yansıtmak ve hızla deği­şen bir dünyada bu fikirlerin ilerlemeleri için çalışmaktır.

Bilgi Toplumları ve Bilgi Üretimi

Geleneksel bilme yöntemlerinin yetersizliği ve bir bilgi deposu olarak görülen üniversite, dijital teknolojilerle büyüyen teknoloji meraklısı grup olan Z Kuşağı tarafından giderek daha fazla sorgulanmakta- dır.14 Bu Batı tarzı bilme yolları, Batılı olmayan toplumların bağla­mıyla gittikçe ilgisiz hale gelen disiplinler ve bölümler halinde dü­zenlenmiştir. Disiplinler tıpkı hamburger ve kola gibidir: Her yerde yenilip içiliyor olmaları evrensel oldukları ve kutsal oldukları anlamı­na gelmez. Disiplinler, ‘boşlukta bir yerde, bir çeşit ‘gerçeklikte’ var olan şeyler değildir; sosyal olarak inşa edilir, belirli dünya görüşleri ve kültürel ortamla gelişir ve büyürler.’15 Disiplinlerin sınırlarıyla belir­lenmiş geleneksel bilgi üretimi anlayışı bir süredir değişmekte ve yeri­ni disiplinler arası, dağılımlı, karmaşık ve genellikle yüksek düzeyde belirsizlik içeren yayılmış bir bilgi üretimi tarzı almaktadır. Ortaya çıkan tasavvur; yükseköğretim, öğrenim ve araştırmanın belirli bir durumda, belirli bir bağlamda belirli bir toplulukla ilgili olan yeni bil­gi yaratmaya doğru kayması gerektiğidir.16 Üniversitelerin misyonu, ‘bilginin bekçilerinden bilginin küratörlerine, yaratıcılarına, bağlayı­cılarına, onaylayıcılarına ve kodlayıcılarına [doğru] değişmelidir.’17

Bu tip yeni bilgiye has bir yaklaşım, sadece akademisyenleri ve uz­manları değil aynı zamanda eleştirmenleri, aktivistleri ve meslekten olmayan kişileri de içeren ‘genişletilmiş akran topluluğu’ çerçevesi­dir. Farklı taraflar, yerel ve yöresel bilgileri, sızdırılmış belgeleri ve uzmanların radarında olmayan diğer materyalleri içerebilen kendi ‘genişletilmiş gerçeklerini’ getirirler; çıkan ürün, ‘uzmanlığın demok­ratikleşmesine’ yol açan çoklu bir iletişim [polylogue] olur. Çoklu ile­tişim; konumların ve varsayımların farklı bakış açılarından meydan okunduğu ve sorgulandığı çoklu ve genellikle çelişkili perspektifler içerir ve sonunda, mevcut tüm bakış açılarının takdirinin yanı sıra tartışma yoluyla bir sentez ortaya çıkar. Bu, yavaş yavaş hâkim para­digmaların egemenliğinde çukurlar ve çatlaklar meydana getirir.

Paradigmalar: Eskiler ve Tam Anlamıyla Yeni Olmayanlar

Paradigma değişimi, temel inançlar, metafizik ve dünya görüşünde bir değişikliği içermelidir. Mevcut paradigmalar altında gelişen yeni metodolojilerin bizi yeni bir paradigmaya götürmeyeceği açıktır. Yeni paradigmalara dair söylem bu nedenle bir çıkmaza girmiştir; böyle bir söylem, eski paradigmaya ait metafizik yapının ağırlıklarından kurtulmasına izin vermeyen yöntemler kullanarak yeni bir paradigma yaratma çabasıdır.

Meşruiyetini yitiren bir alanda farklı vizyonlar arasında entelektüel bir mücadele meydana geldiğinde, ihtiyaç duyulan meşruiyeti sağla­mak için içeriden ve dışarıdan kanaatler dayatılır. Bu tür metodolo­jik kanaatlere meydan okumak, alandaki eski geleneklerle yüzleşmek anlamına gelir. Araştırmacılar kendi yöntemlerinin dışında düşüne­mezler çünkü bu yöntemler aslında algıladıkları gerçekliği tanımla­maktadır. Değişimin doğası göz korkutucu, kafa karıştırıcı ve karma­şıktır; öyle ki kontrol edilemez görünen kapitalist ve teknolojik güçler tarafından yönlendirilir. Paradigma savaşları aslında sadece disiplin savaşlarıdır. Eski disiplinler gözden düşebilir ve yeni disiplinler yükse­lebilir ya da eski disiplinler disiplinlerarası bir şekle bürünebilir fakat eski paradigma varlığını sürdürmeye devam eder. Bununla birlikte, yeni paradigmalara giden yolculuğun sürdürülebilirliği ve disiplinle- rarasılığı, ortaya çıkan karmaşıklığı hesaba katması ve sıkı bir şekilde gelecek odaklı olmasının gerekliliği konusunda reform vizyonuna sa­hip düşünürler arasında genel bir fikir birliği vardır.

Sürdürülebilirlik ve Sürdürülebilir Gelecekler

Sürdürülebilirliğin gündeme gelmesi, neredeyse tüm eğitim disiplinle­rinde ve akademik alanlarda şok dalgaları yarattı ve sıklıkla ‘sürdü­rülebilir kalkınma’ ile eşanlamlı olarak kullanılan sürdürülebilirlik artık ‘normal’ bir söylem haline geldi. Brundtland Komisyonu Ra­poru sürdürülebilir kalkınmayı, ‘gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneklerinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını kar­şılamak’ olarak tanımlamıştır.18 Sürdürülebilirliğin kendisi ise yeni bir paradigma değildir.

Sürdürülebilir kalkınma, yeni ‘sürdürülebilir gelecekler’ söyleminin vasıtasıyla kapitalizme hizmet ettiği için eleştirilmiştir.19 Adından da anlaşılacağı gibi sürdürülebilir gelecek daha geleceğe yöneliktir; bu­nunla birlikte ekoloji ve etiğe daha çok dayanır ve daha pragmatik pedagojik yöntemler üretmeye odaklanır.

Etiğin üniversite derslerine nasıl dahil edilebileceğine, çeşitliliğe ve kültürel kaygılara nasıl öncelik verilebileceğine, öğrenci ve akademis­yenlere eleştirel sorgulayıcı tavrın nasıl aşılanabileceğine fazlasıyla vurgu yapılmaktadır. Öğrenciler, yükseköğretimin doktriner yönle­rine maruz bırakılmamalıdır. Sürdürülebilir-demokratik bir müfre­dat, öğrencilerin ve profesörlerin değerler sistemini, bilinci, konfor alanından çıkışı ve de iletişimi; dayanışma, iş birliği ve rekabet içinde birlikte öğrenmelerine dayanmaktadır.20

Bu, sistemler üzerine düşünme [systems thinking] -bir dizi birbirine bağlı veya bağımlı bileşenin birbirini nasıl etkilediğini anlama süre­ci- ‘iş birliğine dayalı akademik çalışma’ ve öğrenciler için ‘topluluk katılımı ve topluluk oluşturma becerileri’nin önemini vurgulayarak yapılır. Burada, kişinin kendi tercih ettiği geleceğin parametrelerini tanımlamaya odaklanan bir planlama süreci olan vizyon oluşturma­nın önemi öne çıkarılmalıdır.21 Adım adım bir plan tasarlamak yerine vizyon oluşturma, yol haritası çıkarmak için bir araç görevi görür ve tercih edilen yönde ilerleyebilmeleri için kişiye kılavuzluk eder. Sürdü­rülebilir geleceklerde öne çıkan disiplinleri bozmak değil, disiplinler arası ve disiplinler üstü çerçeveler içinde çalışmaktır.

Disiplinler Üstülük: Yeni Paradigmaları Şekillendirmek

Aşağıdaki diyagramda farklı disiplin türleri gösterilmektedir. Disip­lin içi araştırma basitçe tek bir disiplin içinde çalışmaktır; türdeş di- sipliner sorgulama, bir disiplini diğerinin perspektifinden görür; çok disiplinli araştırmada ‘farklı disiplinlerden insanlar birlikte çalışır’; disiplinler arası yöntemler, ‘yaklaşımların bir sentezini kullanarak farklı disiplinlerden bilgi ve yöntemleri entegre etmeyi’; ‘disiplinler üstü yöntem ise perspektiflerinin ötesinde bir entelektüel çerçeveler birliği yaratmayı’ amaçlamaktadır.22

Disiplin İçi Çok Disiplinli Türdeş Disiplinli Disiplinler Arası Disiplinler Üstü

Disiplinler üstülük, yalnızca yükseköğretimdeki mevcut sorgulama biçimleri tarafından somutlaştırılmasını ve tüketilmesini önlemek için paradigmadan ziyade bir yöntem olarak görülse de yaygın olarak güçlü bir özellik olarak kabul edilir. İnatçı bir belirsizliğin varlığında -tekdüze çalışmalar ile ilerleyen ve değişime direnen akademisyenle­re zorlayıcı bir meydan okuma olarak- karmaşık sistemleri çalışmak üzere disiplinler üstülük esastır.

Karmaşıklık ve Karmaşık Sistemler

Öncelikle karışık [complicated] ile karmaşık [complex] kelimelerini ayırt etmemiz gerekir. Karışık bir sistem, düğümlü bir yün yumağı­na benzer: Zaman ve hatırı sayılır bir çaba gerektirse de bu düğüm­lerin çözümü nihayetinde mümkündür. Karmaşık sistemler ise bize tamamen farklı bir fenomen sunar. Karmaşık bir sistem, her bir şeyin diğer her şeye bağlı olduğu girift ve detay dolu bir ağ gibidir. Ağın çözülmesi imkansızdır; kişi ne kadar çok mücadele ederse, o kadar çok ağa dolanır. Dünyanın kendisi de gitgide daha karmaşık hale gel- mektedir.23

Karmaşıklık yalnızca önemli bir kuram değildir. Aynı zamanda dün­yamızın yapısı ve işleyiş şeklidir. Bilgi ve yükseköğretim açısından karmaşıklık, göz ardı etmeyi göze alamayacağımız bazı iç görülere dayanmaktadır. Karmaşıklık bize şunu söylemektedir: Dünyamız küreselleşmiş ve birbirine bağlı hale gelmiştir; değişim ancak disip­linler üstü bir çerçevede anlamlı bir şekilde incelenebilir; bilgi top­luluklar içinde üretilir ve sürekli genişler; eğitim açık uçlu sorular gerektirir; öğrenmek tamamen belirli bir kişi olmakla ilgilidir; ve yükseköğretimdeki reformlar reçetelere, sabit planlara ve gündem­lere indirgenemez.

Öyleyse karmaşıklık, yeni olasılıklar açma ve bizi yeni bir paradigma­ya götürme potansiyeline sahiptir - baskın inanç kümelerini, gelenek­sel yapıları ve bilme, olma ve yapma biçimlerini kökten değiştirmesi anlamında bir değişikliktir bu. Fakat sonuçları önceden bilinemez. Zaten tanımı gereği, [yeni] oluşum önceden tahmin edilemez veya belirlenemez. Ama yeni unsurlara, anlayışlara ve dolayısıyla sınırsız olasılıklara yol açabilir. Bu, başkalarını ve diğer şeyleri değiştirmek kadar kendi beklentilerimizi ve benliklerimizi değiştirmek anlamına da gelir.

Gelecek ve Değerler Sorunu

Gelecek çalışmaları dolaylı olarak çoklu perspektif ile çalışır; temel varsayımı ise bir değil çok sayıda gelecek olduğudur. Hem karmaşık­lığı hem de disiplinler arasılığı temel dayanakları olarak bünyesine dahil eder ve bilgi üretim araçlarının yanı sıra bilgiyi çoğullaştırmayı hedefler. Gelecek çalışmaları, dünyanın hali hazırdaki karmaşıklığını veya her daim meydana gelmekte olan sürekli karmaşıklaşma halini görmezden gelemez. Gelecekler tahminlerle veya stratejik planlarla yönetilemez veya kontrol edilemez; aksine, radikal bir değişikliğe açık ve tabi olmalıdır.

‘Eğitimin geleceğinin ne olması gerektiğine karar vermeden önce ge­nel olarak toplumun geleceğinin neler olabileceğini belirlemek kesin­likle gereklidir.’ Toplumla ilişkili olarak, dikkate alınması gereken iki faktör vardır: Mevcut eğilimler dikkate alındığında toplumun gele­ceğinin ne olabileceği ile umut ve özlemlerimiz dikkate alındığında toplumun geleceğinin nasıl olması gerektiği. Nasıl olması gerektiği sorusu, elbette, bir değerler sorunudur. Olabilir olandan olması gere­kene doğru hareket etmeliyiz ki bu, hangi değerleri yansıtmak istedi­ğimizi ve gelecekte yaratmak istediğimiz toplumun uygulanabilir bir vizyonunu iyi bir şekilde kavramamız gerektiği anlamına gelir.24

Gelecek düşüncesinin ürettiği bilgi, sadece dış dünyadaki eğilimlere ve sorunlara değil, aynı zamanda kültür, gelenek, insan öznelliğinin dünyası, iktidar ve eylemlilik konularının analizi ile de bağlantılı­dır ve esasen bir değerler sistemi ile verilerin ve gerçeklerin ötesine geçen bir anlam içerir. Anlamlı bir gelecek(ler) düşünce ve araştır­ması yükseköğretimi; eşitliği, çeşitliliği ve sosyal adaleti teşvik eden insani/ahlaki bir girişim olarak yeniden kavramsallaştırmayı amaç­lamalıdır.

Yeni Bir Farkındalık

Yeni ve açıkça tanımlanmış bir yükseköğretim paradigmasının yok­luğunda, bir dizi konu ortaya çıkar. 

-Yükseköğretim, belirsizlik ve hızlı teknolojik değişim yü­zünden hedefler, değerler ve epistemoloji krizi içindedir.

  1. Üniversiteleri yeniden düşünme girişimleri fazla bir kar­şılık vermemektedir.
  2. Alternatif olarak, üniversiteleri politik ve ekonomik oto­riteden bağımsız ahlaki ve entelektüel tüzellikler olarak düşünmeliyiz.
  3. Bilgi üretme biçimleri değişmektedir.
  4. Küreselleşen dünyamız birbiriyle daha bağıntılı ve kar­maşık hale gelmekte yükseköğretim ise ayak uydurabil­mek için karmaşık ve bilinmeyen olasılıklar konusunda daha fazla farkındalığa ihtiyaç duymaktadır.
  5. Tek bir çalışma alanı bir kenara, hiçbir disiplin tek başı­na bu karmaşık sorunları ve meseleleri çözmeye mukte­dir değildir.
  6. Karmaşık konular, karmaşık ve iş birliğine dayalı yakla­şımlar gerektirir.
  7. Dünya gittikçe daha az sürdürülebilir hale gelmektedir, dolayısıyla eğitim sürdürülebilirliği göz önüne almalıdır.
  8. Gelecek(ler) Çalışmaları, mevcut bilgileri incelemenin yanı sıra, bilgiyi üretmenin ve aktarmanın yeni ve alter­natif yollarına doğru yaratıcı bir şekilde ilerlemek üzere yükseköğretime dahil edilmelidir.
  9. Yükseköğretimin amaçları, müfredat geliştirme, öğren­me, bilgi üretimi, üniversitelerin işlevi, mezunlar için is­tihdam fırsatları ve kariyer süreçleri hakkındaki varsa­yımlarımızın çoğu, her ne kadar yanlış olmasa da artık geçersiz hale gelmiştir.Yeni paradigmaların ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir ve onları şekillendirmede aktif rol oynayabiliriz. Ancak, bu tek bir mega pro­jeyle gerçekleştirilemez. Hızla değişen koşullara sürekli uyum sağla­yan daimî bir süreç gerektirir. Harita, alanın tamamı değildir. Yeni­likçi söylemler, disiplinler arası yeni sorgulama biçimleri, yeni bilginin karmaşık, belirsiz ve küreselleşmiş bir dünyada nasıl üretildiğine dair taze anlayışlar ve henüz ortaya çıkmayan ama üretim sürecinde olan paradigmalar var. Ancak yükseköğretimde reform ve yeni paradig­maların şekillendirilmesi alanı sonuna kadar açıktır.

Notlar

1 Roubini, Nouriel, and Stephen Mihm. 2011. Crisis Economics: A Crash Course in the Future of Finance. Penguin.

2 Keating, Michael, and David McCrone. 2013. The Crisis of Social Democ- racy in Europe. Edinburgh: Edinburgh University Press.

Cupitt, Don. 2012. Crisis of Moral Authority. New Edition. SCM Press.

4 Abeles, Tom P. 2001. ‘Rethinking the University.’ Foresight 3 (6): 563-68. doi:10.1108/14636680110420486.

5 Tomozii, Simona Elena, and Ioana Topalâ. 2014. ‘Why Do We Need to Change the Educational Paradigms?’ Procedia - Social and Behavio- ral Sciences 142 (August): 586-91. doi:10.1016/j.sbspro.2014.07.670.

6 Enders, Jürgen, and Oliver Fulton, eds. 2002. Higher Education in a Glo- balising World: International Trends and Mutual Observations: A Festschrift in Honour of Ulrich Teichler. Dordrecht; Boston: Kluwer Academic Publishers.

7 Olif, Phil, Vincent Palacios, Igrid Johnson, and Michael Leachman. 2013. ‘Recent Deep State Higher Education Cuts May Harm Students and the Economy for Years to Come | Center on Budget and Policy Prio- rities.’ March 19. //www.cbpp.org/research/recent-deep-state-hi- gher-education-cuts-may-harm-students-and-the-economy-for-ye- ars-to-come.

8 Flaherty, Colleen. 2014. ‘Upper Iowa Üniversitesi’ndeki öğretim üye­leri, müfredat değişikliklerini sorguladıkları için işlerini kaybet­tiklerini söylüyor.’ July 22. https://www.insidehighered. com/ news/2014/07/22/faculty-members-upper-iowa-u-say-they-lost-jobs- questioning-curricular-changes.

9 Curaj, Adrian, Luke Georghiou, Jennifer Cassingena Harper, and Eva Egron- Polak, eds. 2015. Mergers and Alliances in Higher Education. Switzerland: Springer International Publishing. //www.springer. com/gb/book/978331 9131344.

10 Abeles, Tom P. 2001. ‘Rethinking the University.’ Foresight 3 (6): 563-68. doi:10.1108/14636680110420486.

11 Crow, Michael M., and William B. Dabars. 2015. Designing the New American University. Baltimore, Maryland: Johns Hopkins Univer- sity Press.

12 Skûlason, Pall. 2015. A Critique of Universities: Reflections on the Sta- tus and Direction of the Modern University. Reykjav^k: University of Iceland Press. a.g.e.

14 White, Tom. 2016. ‘Generation Z - Why We Need to Future-Pro- of Universities - University World News.’ University World News. June 10 //www.universityworldnews.com/article.php?s- tory=2016052514252692.

15 Sardar, Ziauddin. 1997. ‘Beyond Development: An Islamic Perspective’ in Vincent Tucker (editor), Cultural Perspectives on Development, Frank Cass, London.

16 Moravec, John W. 2013. ‘Knowmad Society: The ‘New’ Work and Edu- cation.’ Edited by John Moravec. On the Horizon 21 (2): 79-83. doi:10.1108/10748121311322978.

17 Wolfe, Julianne K., and David W. Andrews. 2014. ‘The Changing Roles of Higher Education: Curator, Evaluator, Connector and Analyst.’ On the Horizon 22 (3): 210-17. doi:10.1108/OTH-05-2014-0019.

18 Brundtland, Gro Harlem. 1987. ‘Our Common Future: Report of the World Commission on Environment and Development.’ United Na- tions. // conspect.nl/pdf/Our_Common_Future-Brundtland_Re- port_1987.pdf.

19 Tonn, Bruce E. 2007. ‘Futures Sustainability.’ Futures 39 (9): 1097-1116. doi:10.1016/j.futures.2007.03.018. Conway, Maree. 2012. ‘Sustainble Futures: What Higher Education Has to Offer.’ Social Alternatives 31 (4): 35-40. Su, Ya-Hui, Li-Yia Feng, Chao-Chin Yang, and Tzu-Ling Chen. 2012. ‘How Teachers Support University Students’ Lifelong Learning Development for Sustainable Futures: The Student’s Pers- pective.’ Futures 44 (2): 158-65. doi:10.1016/j.futures.2011.09.008. Kempen, Elizabeth. 2014. ‘Special Issue on Sustainable Futures: Edi- torial.’ International Journal of Consumer Studies 38 (5): 443-443. doi:10.1111/ijcs.12132.

20 Kiel, L. Douglas, and Euel W. Elliott, eds. 1997. Chaos Theory in the Social Sciences: Foundations and Applications. Revised Edition. Uni- versity of Michigan Press.

21 Wheeler, Keith A., and Anne Perraca Bijur, eds. 2000. Education for a Sustainable Future: A Paradigm of Hope for the 21st Century. In- novations in Science Education and Technology. New York: Kluwer Academic/Plenum Publishers.

22 Jensenius, Alexander Refsum. 2012. ‘Disciplinarities: Intra, Cross, Mul- ti, Inter, Trans.’ ARJ. March 12. //www.arj.no/2012/03/12/dis- ciplinarities-2/.

23 Dilger, Alexander. 2012. ‘Endogenous Complexity, Specialisation and General Education.’ On the Horizon. 20 (1): 49-53.

24 Dator, James A., ed. 2002. Advancing Futures: Futures Studies in Higher Education. Praeger Studies on the 21st Century. Westport, Conn: Praeger.

Bilginin İslamileştirilmesinden Bilginin Entegrasyonuna

Ziauddin Sardar

Bir milletin, toplumun veya medeniyetin geçmiş birikim ve becerileri­ni, bilgi ve bilgeliğini bilinçli şekilde gelecek nesillere aktarımı eğitim yoluyla gerçekleştirilir. Eğitim, sadece bir toplumun kültürel kimliği­ni ve tarihsel mirasını korumakla kalmaz, aynı zamanda onun ayrı bir varlık olarak hayatta kalmasını sağlar. Hayatta kalmasını sağla­yan değerleri ve kültürel özellikleri korumak ve aktarmak için tasar­lanmış kendi eğitim sistemine sahip olmayan bir toplum ya sömürge­leştirilecek ya da dünya görüşünün özgün unsurlarını kaybedecektir. Hem birey hem de toplum uygun eğitim kurumlarının yokluğundan mustarip olur. Birey, olumlu dini değerler ve kültürel kimlik duygu­sunun geliştirilebileceği sosyal araçtan mahrum bırakılır. Değerler ve becerilerden yönetişim, hukuk, ticaret, finans, endüstri ve kültürel üretime kadar hemen hemen tüm alanların telafisi imkânsız bir düşü­şe geçmesiyle toplum, beşerî sermayesinden yoksun kalır.

Müslüman toplumların ortak değerleri olsa bile gelişen bir eğitim sistemi olmadan ‘paylaşacak fazla bilgisi yoktur.’ Bu, ‘Müslümanla­rın sahip olduğu neredeyse tüm bilgilerin’ dünyevi açıdan bir gecede değersiz hale geldiği on yedinci yüzyıldan itibaren Müslüman top- lumların karşı karşıya kaldığı ‘krizdir.’1 Bu yüzden denklemin diğer tarafını dengelememiz gerekiyor: ‘Şunu kabul etmemiz gerekir ki top- lumlarımızı boyun eğmekten koruma gücü olmadan manevi değerle­rimiz yaşayamaz.’

Tarih(ler)i Yeniden Gözden Geçirmek

Bilgi ve eğitim hakkındaki endişe ve eleştirilerimiz, İsmail Raci el-Fa- ruki ve Uluslararası İslami Düşünce Enstitüsü’nü (IIIT) ‘Bilginin İsla- mileştirilmesi’ projesine götürenlerden çok farklı değildir. Faruki ve çalışma arkadaşları, temel varsayımları ve dogmatik anlayışlarıyla birlikte Batı’dan toptan aktarılan ve dayatılan modern eğitim siste­minin Müslüman toplumların değer sistemini aşındırdığını anladılar.

Müslüman ülkelerdeki Batılılaşmış üniversiteler, orta sınıf Batı kültü­rü ve onunla birlikte gelen norm ve değerleri taşır. Sundukları eğitim, bireyin manevi gelişimini gözden kaçırır ya da baltalar ve her düzeyde eğitimin maddi yönünü vurgular.

Faruki’nin Bilginin İslamileştirmesi: Genel İlkeler ve Çalışma Pla- nı’nda (buradan itibaren Çalışma Planı olarak anılacaktır) en bariz şey acı ve öfkedir. Müslümanların içinde bulunduğu kötü durumda şiddetli ve aşikâr bir ıstırap var: ‘Yüzyıllar boyu süren gerileme Müs- lümanlar arasında cehalet, bilgisizlik ve batıl inancın yayılmasına ne­den olmuştur.’ Bu öfke büyük ölçüde doğrudan Batı’ya yöneltilmiştir: Batı, ‘Ümmeti başarılı bir şekilde parçalamış’; hem zorla hem de ikna yoluyla, Müslüman toplumların ‘inancının ve kültürünün temellerini’ zayıflatan ‘seküler bir eğitim sistemi’ni dayatmış ve ‘iyi düşünülmüş ve iyi planlanmış bir strateji’ yoluyla ‘müfredatın İslami bileşenlerinin gerçeklik ve modernite ile temastan uzak kalmasını’ sağlamıştır.

Bununla birlikte, açıkça ifade edilen bir şey var: ‘İslami metodolojinin temel ilkeleri.’ Bunun açık bir metodolojiden ziyade İslam’ın dünya görüşünün temel aksiyomları olduğunu öne sürüyorum. Çalışma Pla­nı, ‘İslam’ın ve İslami olan her şeyin ilk prensibi olan’ Allah’ın birli­ğinden başlayarak, sistematik olarak bizi yaratılış birliğine (kozmik düzen ve her şeyin birbirine bağlı olması), bilginin birliğine, hayatın birliğine (insan varoluşu Allah’ın bir emanetidir ve insanlar, dünya yolculuğumuzun vekil veya halifeleridir), insanlığın birliğine ve niha­yet vahiy ve aklın tamamlayıcı doğasına kadar uzanır. Toplu olarak, bu aksiyomlar bize hem bilgi arayışı hem de Müslüman eğitim refor­mu için mükemmel bir çerçeve sunmaktadır.

Çalışma Planı, çağdaş sosyal bilimler disiplinlerinde ve İslam’ın mi­rasında ustalaşarak işe başlamamızı ve ikisini bir olarak ele almayı önermektedir. Kitap, Müslüman akademisyenlerin, ‘İslam’ın dünya görüşünün ve değerlerinin dikte ettiği gibi yeni (Batılı) bilginin bazı bileşenlerini kaldırarak, değiştirerek, yeniden yorumlayarak ve uyar­layarak onu İslam bilgi mirasına entegre etmesi gerektiğini’ ifade et­mektedir. Tam da bu noktada Çalışma Planı tartışmalı hale geliyor. Bu öneride modern dönemde bilginin üretilme yolları, disiplinler arası ayrımın gelişimi ve bilginin işlevi ile dünya görüşü arasındaki ilişki hakkında farkındalık açısından eksiklik söz konusudur. Ayrıca, bazı geleneksel ve muhafazakâr Müslümanlar arasında İslam tarihini, özellikle de İslam’ın ortaya çıktığı öncü dönemi, tüm sorunlarımıza düzgün ve eksiksiz çözümler sunan bir yanıt olarak görme eğilimine dikkat edilmelidir. Tarihsel mirasımız ‘çelişkilerden ve radikal alter­natiflerden oluşur’ ve belirli bir zaman ve bağlamda ‘insan deneyimi üzerine düşünmenin bir kaydı’ olarak değerlendirilmelidir.

Bu nedenle geleceğe yönelik ilerleme istikametimiz, analizimizi Çalış­ma Planı’nın ilk ilkesine, entelektüel tarihimizin yaratıcı kullanımına ve bilginin çağdaş toplumda nasıl üretildiği, korunduğu ve kullanıldı­ğına dair çok daha gelişmiş bir anlayışa dayandırmalıdır.

Bilginin Dokusu

Bilgi ve dünya görüşü birbirleriyle yakından ilişkilidir. Bilgi her za­man içinde üretildiği kültür ve dünya görüşünün aksiyomları ve var­sayımları içine yerleşir. ‘Modern bilgi’nin yapısı ve çeşitli disiplinlere bölünmesi, Batılı dünya görüşünün doğrudan bir ürünüdür. Gerçek­liğin bölümlere ayrıldığı fikri, bazı nesnel ve evrensel aksiyomlara dayanmaktan öte, belirli bir kültürün ‘gerçekliği’ nasıl gördüğüne ve ‘ilginç olan’ her şeyi nasıl anlamaya, yönetmeye, kontrol etmeye ve boyun eğdirmeye çalıştığına göre tasarlanmış bir yapıdır. Batı top- lumunun ve geleneğinin belirli fiziksel, maddi, zihinsel ve entelektüel sorunlarını çözmek için disiplinler gelişmiş ve evrilmiştir. Disiplin ne olursa olsun, genel anlatı aynı kalmıştır: Batı’nın dünya görüşünü de­vam ettirmek.

Akademik disiplinlerin takdir etmemiz gereken diğer üç yönü daha vardır. Birincisi disipline ederler; yani bilgiyi cezalandırır ve düzeltir­ler. İkincisi, geleceği sömürgeleştirirler. Üçüncüsü, Batı’ya nihai gücü­nü, yani tanımlama gücünü sağlarlar. Batı; özgürlüğün ve ilerlemenin ne olduğunu, hukuk, demokrasi ve insan haklarını, neyin gerçek ol­duğunu ve insan olmanın ne anlama geldiğini tanımlar. Eğitimde re­form yapmak, çağdaş dünyadaki gücü ve tanımı temelinden sarsmak anlamına gelir.

Müslüman toplumlarda eğitimde reform yapma görevi, şimdiye ka­dar hayal ettiğimizden çok daha şiddetlidir. İki temel bileşeni vardır; modern bilgi sisteminin ve onun Batı dünya görüşünün tanımlayıcı gücünü yapısöküme uğratmak ile İslam geleneğini hesaba katan ve öğrenmeyi ve onun ilerlemesini neyin oluşturduğuna dair daha insani ve değer temelli bir tasavvur sunan alternatif bilgi inşa paradigmaları üretmek. Yeni paradigmalara duyulan ihtiyaç, yalnızca Müslümanla- ra yönelik bir endişe değildir. Aslında hem Batı’da hem de Doğu’da giderek artan sayıda bilim insanı şu anda baskın paradigmaları sor­guluyor ve daha insani paradigmalar talep ediyor. Çağdaş bağlam­daki değişiklikler ve yeni teknolojiler ile diğer yeniliklerin günbegün artan hızı, bu taleplere aciliyet kazandırmıştır.

Çağdaş Bağlam

Reform, doğası gereği, geleceğe yönelik bir uğraştır. Fakat başlangıç noktası şimdiki zamandır, dolayısıyla içinde yaşadığımız ve faaliyet gösterdiğimiz bağlamı takdir etmeden anlamlı bir reform yapmak mümkün değildir. Güç Çin’e, Hindistan’a, Brezilya’ya ve yeniden güç sahnesine çıkan Rusya’ya doğru kayarken, dünyaya liderlik eden Amerika’nın eski paradigması zayıflamaktadır. Yüzyıllardır bir istik­rar kalesi olan akademik disiplinlerde ciddi çatlaklar ortaya çıkmaya başlamaktadır. Dolayısıyla, tüm sosyal, kültürel ve entelektüel boyu­tuyla karşılaştığımız kriz Müslüman toplumlarla sınırlı değildir. Batı, hatta tüm dünya şiddetli bir kriz içindedir.

Makalenin başka bir kısmında mevcut çalkantılı ve değişen zaman­ları -karmaşıklık, çelişkiler ve kaosa odaklanan- ‘postnormal za­manlar’ olarak tanımladım. Bu kuramın işlevi, şimdiye kadar Batı’ya rehberlik eden normal paradigmaların ve geri kalanının çökmekte olduğunu vurgulamaktır. Postnormal zamanlar yaklaşımı; her şeyin birbiriyle bağlantısının (‘yaratılışın birliği’), hepimizin, Doğu ve Ba- tı’nın (‘insanlığın birliği’) karşı karşıya kaldığı çok boyutlu politik, ekonomik, ekolojik, sosyal ve kültürel zorlukların ve hepimizin yer­yüzünde birbirine bağlı hayatlar yaşadığı gerçeğinin (‘yaşamın bir­liği’) altını çizer. Bu nedenle, temel ilkelerin hem postnormal çağda yönünü bulmak hem de tüm insanlığın gelecekte hayatta kalması için önemli olduğu sonucu ortaya çıkar. Bu aksiyomlarla başlayan herhan­gi bir bilgi üretme girişimi, kökleri İslami düşünce ve dünya görüşüne dayanmış olsalar bile, özünde evrenseldir.

Dil Sorunu

Dil; öğrendiğimiz, öğrettiğimiz, değişime uyum sağladığımız ve bil­giyi ilerlettiğimiz temel araçtır. Dünya görüşümüzü nasıl ifade ettiği­mizin, kendimizi bireyler ve toplumlar olarak nasıl kavradığımızın ve dünyayı değiştirmek için onunla nasıl ilişki kurduğumuzun ayrılmaz bir parçasıdır. Yine de dil belirsizlikle dolu ve yanlış yorumlama veya yanlış anlama açısından verimli bir zemindir. Dilin, kültür gibi edi­nilmiş bilginin deposu olan geniş bir arkeolojik alana benzer katmanlı bir yapısı vardır. Bu nedenle dil kullanımımızda titizlik göstermeliyiz. Yeni paradigmalara doğru ilerlemedeki ilk görevimiz, ‘basit ikilemleri çözmede kendi içinde anahtar bir araç’ olan ‘farklı tanım seviyelerine dayalı bir denge ve incelikli terminoloji’ geliştirmektir. Kullandığımız bütün terimler, kendi özgün tarihlerini beraberinde getirir, olumlu ve olumsuz çağrışımlara sahiptir ve bu nedenle de sorunludur. Buradaki genel amaç, İslam’ın ideolojik yapılarına ve postmodernist düşünce­nin hevesle desteklediği çoğulculuğa doğru ilerlemenin mutlak göre­celiliğine karşı korunmaktır. Birçok terim, bu hedefi garanti altına almak için bu analizi gerektirir.

Bağlamımızı algılarken ve ortak bir reform dili geliştirirken; gelenek ve modernite, metin ve bağlam, istikrar ve dinamizm gibi sürekli ve ısrarla karşımıza çıkan temel ikilemleri de çözmemiz gerekir. Bu çeliş­kiler toplumları çıkmazda bırakmaktadır. Karmaşık sistemlerde sık­lıkla ortaya çıkan çelişkiler, tanımı gereği, çözülemeyen ve birbiriyle uzlaşmayan görüşlerdir; bu çelişkiler ancak aşılabilirler.

Müslümanlar genellikle kendilerine özgü çelişkilerle karşılaştıklarını varsayarlar ve yalnızca Müslümanlar için uygun araştırma program­ları ve kurumları yaratırlar. Bu; karmaşık, birbirine bağlı bir dünyaya sınırlı bir yaklaşımdır. Batı’da tanık olduğumuz din ve sekülarizmin çelişkili sorunları, etik ve teknolojik sorunlar da Müslüman toplum- ların sorunlarıdır. Bu nedenle, dünyanın karşı karşıya olduğu başlıca ahlaki, etik, politik, sosyal, bilimsel, teknolojik ve kültürel zorluklar bir reform programının ayrılmaz parçası olmalıdır.

Ancak gerçekten kapsayıcı olmak için tüm potansiyel paydaşları tar­tışmalarımıza dahil etmemiz gerekmektedir. Bu, farklı geçmişlere, yaşlara, cinsiyetlere, mezheplere ve bakış açılarına sahip insanları özellikle toplantılarımıza dahil etmemiz ve ardından onlara görüş­lerini ifade etmeleri için yeterli alan sağlamamız gerektiği anlamına gelir. Gençleri ihtiyaçlarını, endişelerini ve isteklerini doğrudan an­layarak yetiştirmeliyiz. Genç seslere saygı ve bağlılık eksikliği, kesin­likle Müslüman toplumları rahatsız eden birçok sorunun ana neden­lerinden biridir. Küresel gençliği bu yeni dilde, bağlamsallaştırılmış ve geleceğe yönelik olarak eğitmek, çabalarımızı ve bilgi entegras­yonu için yeni bir paradigma geliştirmek olan genel misyonumuzu artıracaktır.

Geleceğe Doğru

Amacımız; bilgi, yaratım, yaşam ve insanlığın evrensel bir çerçeve içinde bütünleşik olarak algılandığı, temel ilkelere dayalı yeni bir pa­radigma oluşturmaktır. Bu nedenle geleceğe giden yolun, bütünleşti­rici ve kapsayıcı olan ve Öteki’yi kucaklamayı içeren yeni bir bilinç modu olduğunun farkına varmalıyız. Müslüman toplumlarda düşün­ce ve sorgulama ruhunun canlanmasını sağlayacak, kimlik siyasetin- dense değerler anlayışını benimseyecek, tüm karmaşıklığı ve çeliş­kileri ile çağdaş dünyaya katılımı teşvik edecek ve modern dünyada liderlik rollerini üstlenmek için tam donanımlı, bilinçli bir vatandaş yetiştirecek bir süreç başlatmayı hedefliyoruz.

Başarmayı dilediğimiz şeyle onu başarmak için ihtiyacımız olanı en­tegre ettiğimizde daha bütünsel bir resim ortaya çıkar. Özünde, söy­lediğimiz şu ki dünya sadece üzerine konuşulacak bir mesele değil; hayata geçirilmeyi bekleyen bir varlıktır. Bu nedenle yeni bir söylem­ler dizisi yaratmayı hedefliyoruz: bizim için anlamı olan, dünyadaki güç ilişkilerini ve ideolojileri yapısöküme uğratarak değiştirdiğimiz entegre ettiğimiz bir bilgi sistemi, yeni paradigmalar, kavramlar, ter­minoloji, kanonlar, ifadeler ve sairedir.

Önerim, sıfırdan inşa edilecek bir söylem topluluğu ağı ile başlamak­tır. Bu ağ -topluluk- bir araya gelip geliştikçe, yeni bilgi üretecek, yeni bilgi söylemini besleyecek ve ilerletecektir. İlk olarak; değerlerle baş­lamalıyız, bu da İslami düşünce tarihindeki rasyonalizm meydan oku­masına tepki olarak ilk önce teolojide (kelam) ortaya atılan soruları yeniden açmamız gerektiği anlamına gelir. İkinci olarak; modern bilgi sisteminin tanımlayan gücünü karşımıza almalı, yeniden ve alternatif bilgi oluşumu paradigmaları üretmek amacıyla Müslüman toplum- larda mevcut bilgi ve eğitim paradigmasını incelemeliyiz. Buradaki amaç, daha kapsayıcı ve insancıl ama aynı zamanda hem İslam’ın en­telektüel tarihine hem de geleneğine dayanan alternatifler üretmektir. Üçüncü olarak; mirasımızı tüm sofistike çeşitliliği içinde görmeliyiz. Müslüman medeniyetini bir insan medeniyeti olarak görmemiz gere­kiyor. İnsan başarıları olarak mirasımızın daha tutarlı ve bütünleşik bir resmini üretmek için İslam ve İslam tarihinin yanı sıra bilim ve teknoloji tarihçileri ve filozofları, sanatçılar ve romancıların yanı sıra edebiyat eleştirmenleri ve sanat tarihçilerinden oluşan bir grup aka­demisyen topluluğuna ihtiyacımız var. Dördüncüsü; -Müslüman top- lumları nasıl etkiledikleri, sosyal, ekonomik ve kültürel davranışları nasıl değiştirdikleri ve nasıl arzu ve özlemler yarattıkları gibi- çağdaş eğilimler üzerinde çalışmaları ve bunların gelecek nesil Müslümanla- ra olan etkilerini araştırmaları için bir grup sosyolog, eleştirmen ve fütüriste ihtiyacımız var. Anlamlı reform çalışmaları ancak geleceğe yönelik olarak yapılabilir.

Notlar:

1 Abdelwahab El-Affendi, Abdulkader Tayob, Abdulaziz Sachedina ve Anwar İbrahim’den alıntılar. 8 Ekim 2014 IIIT toplantılarına yaptık­ları katkılardan alınmıştır: ‘Yükseköğretimde Reform:’ Abdelwahab El-Affendi, ‘Müslüman Yükseköğretiminin Yeniden Yapılandırıl­ması: Bazı Noktalar,’ Abdulkader Tayob, ‘Kimlik ve İslami Eğitim Reformu ‘, Abdulaziz Sachedina,’ Müslüman Dünyasında Eğitim Re­formu’ ve Anwar İbrahim, ‘Abdelwahab El-Affendi’nin ‘Müslüman Yükseköğretiminin Yeniden Yapılandırılması: Bazı Noktalar Üzerine Düşünceler’ ve Jeremy Henzell- Thomas’ın Yorumları. Jeremy Hen- zell-Thomas’tan alıntılar, kapsamlı e-posta yorumlarından alınmış­tır.

Amaçladığımız Entegrasyon

Jeremy Henzell-Thomas

Batı kültüründe mevcut eğilim; deneyimle öğrenmeye izin vermek ye­rine uyarmak, yardım etmek, öğretmek, talimat vermek yoluyla geliş­tirmektir. Belki de modern dünyanın ihtiyacı bir Kızılderili için çok hayati olan koşmak, ormanda yaşamak ve hayatta kalmanın yollarını bilmek gibi becerilerdir. Yanı sıra (psikolojik) danışmanlık gibi be­ceriler, kültürlerini muhafaza etmek için gerekliydi ve aynı zamanda akıl sağlığı sorunları ile dolu çağdaş dünyada da bu becerilere dair yüksek bir talep vardır1. Bu gibi farklı tarzların dengesi bize öngördü­ğüm yeni bakış açısını sunabilir.

Bizi bu yeni entegre bilgi vizyonuna doğru yönlendiren kavramlar; meselelerin hem her boyutunu görebildiğimiz, uzak mesafeden pano­ramik bir görüş açısına hem de ihtiyacımız olduğunda bize keskin bir odak sağlayan bir alan derinliğine sahip olmalıdır. Bunu başarmak için her şeyden önce, çok yönlü ve çok katmanlı gerçekliğin tanımının birbirinden farklı fakat tamamlayıcı birçok yönü olduğunun farkına varmalıyız. Daha da önemlisi, gerçekliğin aslında her şeyin kaynağı olan tek bir köken ve bir merkezi olduğu ve tüm çeşitliliğin ve çoğul­luğun nihai birlikten ve uzlaşmadan gelen değişmez bir özü olduğunu anlamalıyız.

Çeşitlilikteki birliğe eğitim alanında ulaşmak için gerçekliği birbiri­ne rakip, dışlayan fikirlere ve yaklaşımlara ayıran; karşıt konumlar üreten ve sürdüren düşünce paradigmalarına bölme eğiliminin neden olduğu büyük engeli eleştirel bir zaviyeden incelememiz gerekir.

İkili düşünme [binary thinking] ve ikiye ayırmanın [dichotomizati- on], hızlıca fakat kendinden emin bir şekilde yargılama ve hareket etme araçları sağlayan basit ‘anlatı’nın başlıca özelliklerinden biri olarak düşünme tarzımıza içkin olduğunu düşünüyorum. ‘Biz’ ve ‘on­lar’ ayrımı dahi eylemi, yargıyı ve düşmanlığı teşvik etmek için yapı­lan güçlü bir çağrıdır. Aksine, her önermenin mantıksal ayrıntılarını inceleyen ve her küçük uyumsuzluk ve nüansın ıstırabından bahseden ‘koltuk filozofu’, bunu oturduğu yerden kalkmadan yapıyor olabilir. Bu tereddüt felci elbette spektrumun bir ucunun en aşırı noktasıdır; tıpkı koşullu refleksle anlık fikir edinmenin veya kökleşmiş önyargı­nın diğer uçta durması gibi gittikçe karmaşıklaşan bir dünyayla ilgili inanması basit hikayeler üreten ‘anlatısal yanılgı’ [narrative fallacy] eğilimimizi yansıtır. Hızlı düşünmeye karşı konması zor bir eğilimi­miz var ve bu tür düşünmenin kilit özelliği olan ikiye ayırma, kolay­lıkla normlara evrilip alışkanlık ve ana akım haline gelmektedir.

Anlatımızın doğasında bulunan bazı terimlerin üzerine kısa bir dü­şünme egzersizi, zihinlerimiz entegre (bütünleşik) bir bilgiye doğru ilerlerken kavramları dengeleme görevi görebilir. Örneğin, ikiye ayır­ma ve diyalektik, önümüzde duran devasa tartışmanın süreminin farklı uçlarında durmaktadır. Bir tarafta, ikili düşünme karşıtlık ve yabancılaşma yaratırken diğer tarafta diyalektik, tartışmayı mantık­sal ve açıkça ilişkisel parametreler içinde ilerleten ikili ayrımları bir arada tartışır. İdeal bir sentezleyici çoklu iletişim [polylogue] doğura­bilir. Böyle bir bağlamda kültürel görelilik de görülebilir. Ancak bu ahlaki gevşeklik anlamına gelmek yerine, ‘her şeye kabul’ zihniyetin­den ‘ilişkiler’ kurma gibi daha olumlu bir yeteneğe doğru ilerleyebi­lir. Bu tür taban tabana zıt tanımların bu süreme yerleştirilmesi, çok kültürlülük ve problemli modernite kavramı da dahil -ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere- çeşitli konulardaki tüm bakış açılarını tanıyan çoklu bir iletişimin oluşmasına alan açar.

Dini ve kültürel çoğulculuğun meydan okumasını tam da içinde bu­lunduğumuz zamanda dünyanın durumunu tanımak ve anlamakla karşılayabiliriz. İnsan zihninin her çağda farklı şekilde şartlandırıl- dığı anlaşılmalıdır ve geleneğin canlı olarak kalabilmesi için yeni ko­şullara, sorunlara dinamik şekilde yanıt vermeli ve kendini sürekli yenilemelidir. Başka bir deyişle, insan anlayışının gelişiminde zaman, mekan ve diğer insanlar merkezi öneme haizdir.

Entegrasyonun Çerçevesi

İnsan anlayışının gelişimini ilerletmek için terimlerin kullanımın­da net ayrımlara ihtiyaç vardır. Açıkça muhalefeti tamamlayıcılığa dönüştürmenin yollarını düşünürken ‘bütüncül perspektif’ ifadesini kullandım ve ‘bütüncül [integral]’ terimini (ve ‘entegrasyon’ ve ‘bü­tünlük’ ile ilişkisinin) geliştirilmesi gereken yeni bakış açısının kilit göstergeleri olarak ele almak istiyorum. Jean Gebser, insanlığın ‘Zi­hinsel’ bilinç yapısından ‘Bütüncül’ bilinç yapısına doğru bir geçiş aşamasında olduğunu öne sürer. ‘Zihinsel’ yapının eksik biçimini rasyonel materyalizmin değerden bağımsız ontolojisi olarak tanımla­mıştır, ancak bu yapı ‘değerlere’ dönüş yoluyla yenilenemezdi; bunun yerine düalistik olarak karşıt kategorilere, tek taraflı perspektiflere, sabit çerçevelere ve rakip paradigmalara sabitlenmeyen ‘Bütüncül’ bir bilinç moduna geçiş gerekliydi.2 Yine de gelişmiş bir insan düşüncesi modu olarak diyalektik süreç ile ortaya çıkan ‘bütüncül’ bir bilinç modu fikri arasındaki yakınsama yalnızca kısmidir. Geriye, ortaya çıkan herhangi bir varsayılan ‘bütüncül’ bilinç modunun, büyük ölçü­de analitik araçlara dayanan bir metodoloji yoluyla elde edilebilecek sentez seviyesini nasıl daha ileri taşıyabileceği sorusu kalır.

İkiliklerin Ötesinde

Görüşümüzü ‘Batılılaşma’ ya da ‘İslamileşme’yi her derde deva olarak görme ikileminin ötesine doğru nasıl genişletebiliriz? Cevabı yalnızca Batılı bilgi üretimi modellerini ve Batı üniversitelerinin egemenliğini garanti eden diğer tüm faktörleri ‘yakalamak’ açısından çerçeveleyen ‘topal ördek’ zihniyetinin ötesine nasıl geçebiliriz? Nihayetinde, tüm insanlığa hizmet edecek bir eğitim kültürünü nasıl yaratabiliriz?

Kur’an’ın temelinde yatan araştırma ruhunu kısmen modern çağa taşıyan diğer entelektüel ve pedagojik geleneklerle kurulan dinamik temas yoluyla, İslam geleneğinin unutulmuş veya durgun yönlerini gerçekten geri kazanabileceğimizi ve yeniden canlandırabileceğimizi fark edecek tevazua ihtiyaç duyuyoruz. Ancak bu ‘ıslah’ İslam mede­niyetinin altın çağının başarılarına geri dönmeye çalışan nostaljik bir bakış değil, aksine gerçekten yaratıcı bir süreç olmalıdır. Böyle bir medeniyetin doğmasına neden olan değer ve ilkelerin modern dünya­da nasıl canlandırılabileceği, yeniden yorumlanabileceği ve uygula­maya konacağı incelenmelidir.

Kur’an, “Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.diyor. Ve bu ‘ilişki’nin kurtarıcı yanı - ki benim için mesele­nin özünü oluşturur - budur. Bütüncül bir perspektife ulaştığımızda, onu ister gelişen bir bilinç ister yeni bir ‘zihinsel yapıya’ geçiş ya da istersek basitçe yeni bir paradigma olarak düşünelim, bunun insan yetilerinin, ‘işitme, görme ve kalp,’ bütünlüğünü gerektirdiğini gör­memiz gerekir.

Bütüncül Üniversite

Öyleyse bir üniversitenin ‘kritik bir kurum’ olarak işlevini nasıl geniş­letebiliriz? Sadece geleneksel analitik rasyonellik veya ‘eleştirel düşün­me’ araçlarını değil, entelektüel içgörü, hayal gücü, merak, risk alma, sosyal sorumluluk ve adalet mücadelesi ile insan aklının ve ruhunun özgürleşmesi gibi yetenek ve erdemleri de dahil eden, daha derin an­lam ve amaç arayışı ve insan olmanın ne anlama geldiğine dair bir vizyon aracılığıyla... Buna; yaratıcılığı, bağımsız düşünceyi ve sadece diyalog ve tartışma yoluyla değil, aynı zamanda sevginin dönüştürü­cü gücü ile de dinleyebilen, konuşabilen ve ‘öteki’ne ulaşabilen açık bir yüreğin ve zihnin genişliğini ve kavrayışını da ekleyelim.

Çeşitlendirilmiş yetenekler yelpazesine yaklaşımıma ‘kalp ve zihni’ özellikle dahil etmemin (ve bu nedenle gerçekten bütüncül bir bakış açısı) sebebi; Kur’an’ın insanı, ona bahşedilmiş melekeler için min­nettar olmaya teşvik eden ayetlerinde işaret ettiği ‘zihin-kalp’in (fu’a- d)’ın bileşik bir organ olarak ifade edilmesidir. Bilginin entelektüel ve manevi unsuru, insan zekasının tek bir bütünselliğe veya ‘genel zekâ’ faktörüne indirgenmesini sorgulayan ve bunun yerine ‘çoklu zekâlara’ işaret eden bilişsel psikoloji alanındaki mevcut gelişmelerle anlamlı bir tutarlılık gösterir. Bilginin, anlayışın ve duygusal, sosyal ve ahlaki zekanın birleşimi de geleneksel olarak ‘bilgelik’ terimiyle önerilmekte ve ‘kişisel bütünlük, vicdan ve etkili davranış’ olarak tezahür etmek- tedir.3

Yükseköğretim amaçlarını şirketleşmekten kurtarırken veya idealler­de meydana gelen diğer bozulmalardan temizlenirken, bu ileri düzey kritik yetilerin ve sosyal açıdan sorumlu erdemlerin bazılarını kucak­layabilir. İyi bir öğretmen yalnızca bir bilgi aktarıcısı olan bir mual­lim değil, aynı zamanda bir murebbi, yani ruhu besleyen ve şahsiyeti geliştiren olmalıdır.

Şimdi bilginin, değerlerin ve ilişkinin dönüştürücü gücünün bütün­leşmesine dayanan eğitim reformuyla ulaşmayı umduğumuz konuya geri dönebiliriz. Mevlâna’nın dünyadaki hem birliği hem de çokluğu takdir etmesi ve ‘benliğe giden yol diğerinden geçer’4 şeklindeki derin­likli görüşü, ayrıma ve farklılığa bağlılığı aşabilecek modern eğitim reformuna giden yolu da açar. İkili düşünme eğilimi, dini ve seküler eğitim arasındaki kopukluğa yol açan Batı karşıtı ‘reddiyecilik’ ve ‘çatallanma’ eğilimlerinde çok belirgindir, ancak aynı zamanda ‘İs- lamileştirme’ hareketinde de mevcuttur. İkili bakış, önce ‘evrensellik ve birlik yönünde bir adım attığı’ için ‘bütünleştirici’ gibi gözükse de ‘ayrıma ve farklılığa doğru aynı hızla geri çekilmek’ üzere geri döner. İslamileştirme yaklaşımı, entegrasyona yol açtığını iddia eden ancak nihayetinde sadece kendine odaklanan ve Mevlâna’nın derslerinden hiçbirini öğrenmeyen sahte bir şafak olarak nitelendirilebilir. İslami- leştirmenin ‘öteki’ olana yönelik korku yaratması, niyetlenilmemiş bir küresel zenofobik söyleme yol açmıştır.

Her iki çıkarım da değerlidir ve çelişkileri bir çözüme ulaştırmanın yolu ‘radikal’ kelimesini ikincil anlamı olan politik aktivizm, yenilikçi reformlar ve değişim anlamlarıyla değil, ‘kök’ veya köken anlamıy­la almaktır. Terminolojik entropinin, aşırılık yanlıları için kullanı­lan ‘radikalleşme’ anlamındaki terimi nasıl daha da törpülediği çok açıktır. Aynı şekilde ‘kimlik’ [identity] kelimesinin kökenini de ele alabiliriz. Orijinal anlamı, Latince identitas (özdeş) türevinden gelir, ki aslında Latince ideme göre ‘aynı’ olan, ‘aynılık’ anlamına gelir. İlahi olarak bahşedilmiş olduğumuz özsel doğada ikamet eden tüm insanların ortak bir ‘kimliği’ vardır.

Tüm bu anlama dair irdelemelerde var olan her şeyin kökenindeki temel birliği ve ara bağlantıyı ifade eden ilkel bir dil izleyebiliriz. En derin anlamıyla bu ‘radikal birlik’, tüm toplumlarda ihtiyaç duyulan radikal eğitim reformunun merkezinde yer almalıdır. Kökleri ‘ben­lik ve öteki’ arasındaki canlı ilişkide kök salmış olan farklı kimlik­lerimiz, yönelimlerimiz ve değerlerimiz, düalizmin oluşturduğu katı karşıtlıkları çözen ortak bir köken ve merkez bulmalıdır. Böylelikle yalnızca ‘Bilginin Entegrasyonu’ ile değil aynı zamanda sadece insan yetilerinin bütünlüğü tarafından kuşatılabilen o panoramik bütüncül bakış açısı ile ‘geleceğe ilerliyoruz’.

Notlar

  1. Peat, F. David. 1994. Blackfoot Physics: A Journey into the Native Ameri- can Worldview (Londra: Fourth Estate), 57.
  2. Jean Gebser’in insan bilincindeki yapısal değişikliklerle ilgili tanımı, Noel Barstad’ın Algis Mickunas ile yaptığı izinli tercümesi olan The Ever-Present Origin’de ortaya konmuştur (Atina: Ohio Üniversitesi, 1985).
  3. Crow, Karim Douglas. 1999. ‘Between Wisdom and Reason: Aspects of ‘Aql (Mind-Cognition) in Early Islam’, Islamica, 3:1.
  4. Mevlâna Celaleddin Rumi’nin iki zekâ türü arasındaki ayrımı için bkz. Mesnevi III, 2527-2528 ve IV, 1960-1968. ‘D-mode’ ve ‘pratik zeka’ için bkz. Guy Claxton, Hare Brain Tortoise Mind: Why Intelligence Increases When You Less Think (Londra: Fourth Estate), 1997

Bir Entegrasyon Dili İnşa Etmek

Jeremy Henzell-Thomas

Mecazi olarak ‘karmakarışık sesler, anlaşılamayan gürültü’ anlamı­na gelen ‘Babil’ kelimesinin bu kullanımına aşina olmayanların bile Babil Kulesi’nin İncil’de anlatılan versiyonuna aşina olduğunu düşü­nüyorum. Buna karşın Kur’an, dil ve ırk çeşitliliğinin bir ceza ya da tektip kimlikten, tek dilli ve tek kültürlü saflık ve uyumdan bir kopuş olduğu görüşünü desteklemez. Aksine, yalnızca kültür, dil ve ırk açı­sından değil, din açısından da çeşitlilikte [diversity] birlik övülür.

Dini çeşitlilik fıtri ve insani bir durumdur. İnsan kültürlerinin, dilleri­nin, ırklarının ve farklı çevrelerin çeşitliliğinin bir sonucudur. ‘Vahiy her zaman insanın kapasitesinin genişliğiyle uyumludur. Nasıl ki iki yüz birbirinin aynısı olamazsa, iki zihin de birbirine tam benzemez. Allah’ın sesi, insanın ruhuna çeşitli şekillerde, çok sayıda dilde ulaşır. Tek bir gerçek, birçok anlayış biçimiyle ifade edilir.’1 Hz. Muham- med’in ‘Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır’ dediği rivayet edilir.

İnsan Bilgisinin Genişleyen Ufukları

Çeşitliliğin bahşettiği bilgi ve anlayışın ilerlemesi için altın fırsat, Kur’an’daki Kalem sembolizminde de ima edilmektedir. ‘Öğrenme yeteneği olan bilgili varlıklar olma kapasitesiyle yaratıldık. Öğrenme ve bilgi doğaları gereği kümülatiftir, bu yüzden anlayışta ilerleme po­tansiyeline ve sorumluluğuna sahip olduğumuzu aksiyomatik olarak kabul ediyorum.’2

Ve bu farkındalığın artma süreci Kur’an ayetinde şöyle anlatılır: ‘Kur’an’ın gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göste­receğiz.’ (Fussilet Suresi, 53. Ayet) Bu ayet, ‘insanın kendi ruhunun, evrenin harikalarına dair iç görüsünün ilerleyen, derinleşen ve geniş­leyen daha derin bir kavrayışına’ işaret eder.3 Böylesine derinleşen bir anlayış ancak bilincin bir büyüme ve olgunlaşma döneminden sonra oluşabilir.

Bilginin ilerlemesinin ve bilincin olgunlaşmasının önemli bir itici gücü, diyalektik sürecidir. İkilileşme veya ikili düşünme genelde; gerçekliği, ‘öteki’yi reddeden ve rakip konumlar arasında hiçbir benzerlik ya da yakınlaşma bulamayan kutuplaşmış ve muhalif bir duruş belirlemek için kullanılır. Diyalektik ise insana ait bilginin nihai olmadığı an­layışından doğan bir karşılıklı konuşma ve düşünme sürecidir. Kişi; diyalektik ve daha geniş bir muhatap topluluğu ile açık, saygılı, çoklu konuşmalar [polylogue] sayesinde, bir dizi kanıt, çok sayıda alternatif görüş, argüman, perspektif ve düşünce paradigmaları ile eleştirel bir ilişki kurarak var olan bir hipotezi veya konumu iyileştirmeye çalışır ve böylece bilgi ve medeniyet ilerler.

Timothy Williamson’ın Tetralogue [dörtlü konuşma] adlı kitabının alt başlığı ‘Ben Haklıyım; Sen Değilsin’dir. Sokratik diyalog geleneği üzerine modellenen bu kitap, bir trendeki dört kişi arasında geçen uzun bir tartışmadır. Her biri konuşmaya haklı olduğuna kani şekil­de başlar, ancak soğuk bir mantıksal muhakemeden hararetli kişisel yüzleşmeye kadar uzanan konuşma geliştikçe, hepsi belirli anahtar kavramlar hakkında düşündüklerini yeniden gözden geçirmeleri ge­rektiğini fark etmeye başlarlar.4 Ve ‘doğru cevaplar’ konusundaki sa- bitlemelerin ötesine geçen bu aktif süreçle bağlantılı olarak, gerçek bir yükseköğrenimin ‘öğrencinin benimsediği dünyaya dair bakışını altüst etme’ anlamında ‘rahatsız edici’ olduğunu söyleyebiliriz; ‘ra­hatsız edicidir çünkü sonuçta öğrenci mevcut kabullerinin gerçeğin kendisinden çok farklı olabileceğini görmeye başlar. Öğrenci ne kadar çaba sarf ederse etsin ya da ne kadar kütüphane araştırması yaparsa yapsın nihai yanıtların olmadığını fark etmedikçe yükseköğrenim de­neyimi tamamlanmış sayılmaz.’5

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, grup tartışmalarının sahteli­ği tespit etme ve ‘neyin gerçek olduğunu ortaya çıkarma’ konusunda olağanüstü ve neredeyse gizemli bir güç sunduğunu ortaya çıkardı. Hatta, bir gruptaki insanların, ‘yalanları tespit etme olasılıkları en iyi eğitimli bireye kıyasla daha yüksektir’.6 Başka bir deyişle, çoklu konuşmanın, gerçekle yanlışı birbirinden ayırmamızı sağlayan ayırt edici beceri, ölçüt veya standardı harekete geçirdiği söylenebilir.

Bu, bazı zor soruları, özellikle de ‘özgün’ kelimesinin ne anlama gel­diğini, gündeme getirmektedir. Trendeki yolcular arasındaki dörtlü tartışma, kimin haklı kimin yanlış olduğu konusunda herhangi bir sonuç belirtmez, kararı okuyucuya bırakır. Diyalektik ile seyahatin rotası, ‘gerçek’ olarak etiketlenebilecek ve ‘özgünlük’ iddiası taşıyan bir varış noktasına doğrudur.7

Temel sorunlarımızdan birisi, sözde ‘özgün’ olanı tespit etmenin zorlu­ğu ile nesnelerin ‘orijinal özüne’ mümkün olduğunca sadık kalma ara­sındaki aşikâr gerilimdir. Bu durum, terminoloji araştırmamızda ele almamız gereken kritik bir soruyu gündeme getirmektedir. ‘Orijinal’, ‘özgün’ ve ‘otoriter’ olan ile yoruma ve bağlamsallaştırmaya açık olan arasındaki potansiyel ikilemi nasıl çözebiliriz? Hem tanrısal hem de in­sani; hem vahyi hem de mantığı; hem birliği hem de çokluğu kullandığı­mız dilde nasıl içerebiliriz? ‘Tam’ ‘eksik’ ‘kesin’ ve ‘belirsiz’ olan nedir?

Dil, düşündüğümüz ve yaptığımız şeylerin çoğunun kökenidir ve şüp­hesiz çabalarımızın ahlaki ve manevi boyutuyla doğrudan ilgilidir. İslami bir perspektiften baktığımızda da, harfler ve kelimeler yara­tılan evrenin özüdür. Bu nedenle, adil, uygun, dengeli, hakkaniyetli ve adaletli, ‘uygun ölçülü ve orantılı’ kelimeleri kullanmak kutsal bir emanettir. Özgür iradeyle birlikte bize ilahi olarak bahşedilen dil ara­cı bize iki ucu farklı olan bir çıta vermiştir; bununla hem perdeleyebi­lir, belirsizleştirebilir, kafa karıştırabilir, aldatabilir, yozlaştırabilir ve zarar vermeye teşvik edebilir; hem de doğru ve iyi olanı yapmak için açıklığa kavuşturabilir, aydınlatabilir ve ilham verebiliriz.

Anlatılması mümkün olmayanı olanı ifade etmeye çalışırken, mistik dil son derece incelikli, anlaşılmaz ve hatta aşılmaz olabilir, yine de öz ile biçim arasındaki gerilimden çekinmemeliyiz. Bu gerilim aynı zamanda daha önce ortaya atılan kritik soruları da yansıtır; ‘orijinal’, ‘esas’, ‘otantik’ ve ‘otoriter’ arasındaki potansiyel ikilem nasıl çözü­lür? Bu zorluğun üstesinden gelmek; Müslüman toplumlarda eğitimin yeniden canlandırılması için bilgi entegrasyonuna ilişkin yeni ve di­namik bir söylemi harekete geçirmek, şekillendirmek ve ilerletmek amacıyla en geniş ufuklu denebilecek dili bulma niyetimizin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.

Öyleyse bilgi arayışımızda, bizi kronik köksüzlük ve yönsüzlüğe dü­şürmeyecek ve aynı zamanda kıt ve dar bir anlayışla kapalı bir zihnin hapsedeceği yanlış bir kesinlik, sabitlik ve kuraklıktan uzak tutacak ilkeli bir pusulaya nasıl buluruz? Zira her iki seçenek de felakettir. İlki bize herhangi bir dayanak sağlamayan görelilik girdabıysa, ikincisi de insan yorumuna tabi olmasına rağmen taşa yontulmuş gibi alınan, bağlam ve koşulları göz ardı eden bir literalizmi, bu bükülmez bi­çimcilikler ve katı muhafazakarlık, bizi hukukla ilgili ihtilaflara, en­gellemelere, reçetelere, kurallara, yasaklara ve tabulara prangalayan ve en nihayetinde opera gözlüklerinin yanlış ucuyla İslam’a bakmaya benzetilebilecek, ayrıntılara indirgenmiş otoriter dogmanın ve ‘kutsal kitapçılığın’ ezici kayasıdır.

Hem ileriye hem de geriye bakarak, bizi insanlıktan sıyrılmış bir kök- tendinciliğe ya da kutsaldan boşaltılan bir ilerlemeciliğe teslim ol­maktan koruyan bu paradoksa tutunmaktayız.

Söylemin rolü, dünyayı kavrayışımızı şekillendirmede merkezi role sahiptir. ‘Söylem, sosyal ve kültürel bilginin güçlü bir şekilde sınırlan­dırılmış alanı; varsayımlar, ifadeler, disiplinler ve fikirler sistemidir. Dünya, söylemler aracılığıyla var olmaktadır.’8 Söylemin stratejik ey­lemi bir dereceye kadar alıcının psikolojik eğilimine bağlıysa da bu aynı zamanda psikolojik eğilimin kendisi söylem tarafından koşul- landırıldığı için karşılıklı bir süreçtir. Düşünceler ve duygular, söy­lemle ifade etmek için kullanıldığı kadar söylem tarafından yaratılır ve pekiştirilir de.

Karışık Terminolojiyi Çözme

Francis Bacon, argümanlar ve otoriteye güven tarafından hapsedilen skolastik gelenekten radikal bir uzaklaşma çağrısında bulunmuştur. Bunu yapmak için zihnimizi önyargı, şartlandırma, yanlış kavram­lar ve sorgusuz sualsiz otoriteden arındırarak, ‘insanın kullanımı ve yararına’ yönelik eylem ile bilgiyi yeniden birleştirmeliyiz. ‘İnsan zih­ninin idolleri’ olarak adlandırdığı, nesnelerin gerçek doğasını bozan ve rengini solduran ve bu saydıklarımız yerine sağlam bilgi edinme yöntemleri olarak doğrudan deneyim, algılama, gözlem ve ‘gerçek tü- mevarım’a dayanan saplantılardan arınmalıyız. Kültürel çalışmalar alanının kapsamına giren, metnin güç ilişkilerini yaratma ve sürdür­mede araçsal olduğu biçimlerin, eleştirel söylem analizinin temel kav­ramlarından biri olduğunu açıkça görebiliriz.

Dilin yeni anlamları ve çıkarımları geliştirilirken eski çıkarımların, ilişkilendirmelerin veya çağrıştırıcı ithalatın ortadan kalktığına dair esnek olmayan bir yasa yoktur. Bu karmaşayı çözmek ve hedeflerimi­ze ulaşmaya doğru bir yol belirlemek için ‘dilin öğrenmemiz, öğret­memiz, değişime uyum sağlamamız ve bilgiyi ilerletmemiz için temel araç olduğu...’ öncülünden başlamalıyız. Bu nedenle, bir dizi anahtar terimi ‘kendi özgün tarzımızda tanımlamamız, onlara çağa uygun anlamlar vermemiz ve bunları Bilgi Entegrasyonu söylemine dahil et­memiz gerekir...’

Uğraşımız tanım(lar) ile başlamalıdır. Paradoksal bir şekilde, her­hangi bir tanımda kullanılan kelimelerin de sırayla bir bir tanımının yapılması gerekir; bu, hiçbir kelime anlamının tam olarak açıklana- mayacağı anlamına gelen sonsuz bir süreçtir. Evet, ‘harf’ bir kafa ka­rışıklığı ve dikkat dağınıklığı, yanlış yorumlama ve yanlış anlama­nın kaynağı olabilir, ‘ancak tam da bu yüzden, Bilgi Entegrasyonu söyleminin yapı taşları olan kavramları anlamaya çalışırken uyum ve denge sağlayan bir sözlüğe ihtiyacımız var. Şu üç terimin -uyum [orientation], denge ve entegrasyon- çabamızın temel matrisini sağla­dığına inanıyorum.

Yeni bir paradigmaya yönelik bu bütünleşmede, ‘hakikat’ peşinde ol­duğumuz inancından da çekinmemeli ve hakikat arayışımızda Orta Yolu izlemeliyiz. Bu, her şeyin yaratıldığı ‘gerekli ölçü ve orantının’ bir yönü olan ‘Altın Oran’dır. Bu nedenle, herhangi bir dildeki kelime­lerin en uygun kullanımı, yaratıcı bir kavram geometrisine dayanma­lıdır. Arapçadaki en derin ‘güzellik (husn)’ duygusunun hem güzelliği hem de ahlaki mükemmelliği birleştirmesi gibi bu da en derin anla­mıyla bir ‘adalet’ meselesidir.

Bütünleştirici yaklaşıma sahip bir terimler sözlüğü tüm kültür ve me­deniyetlerin en iyi taraflarının tanınmasını içermelidir. Bunun için tüm insan dillerine nüfuz eden evrensel kavramların ‘ilksel’ bir di­lin ıslahını içerdiği de kabul edilebilir. Kaybedileni geri alırken, bu kavramların evrimini bilmeli ve geleceğe nasıl baktığımız konusunda yaratıcı olmalıyız.

En İyi Anlamları Ortaya Çıkarmak

İkili bir dil mirasına sahip olan İngilizce, birbirinin yerine kullanı­labilen ancak bağlamsal kullanımları ve kökenlerine göre çok fark­lı anlamlara sahip olan kelimeler arasında önemli farklılıkların var olmasına izin verir. Freedom (Özgürlük) ve Liberty (Özgürlük), çok farklı kökenlerden ortaya çıkan, ancak zaman içinde çağdaş konuş­mada birbirinin yerine kolayca kullanılabilecek şekilde geliştirilmiş iki kelimedir. Dil, zaman içinde organik olarak gelişir ve talimatla kökten değiştirilemez. Dil bir süreçtir ve onu değiştirmek ya da ıslah etmek için de süreç ister. Kavramsal bir zenginlik, İngilizcenin ken­disinin bir çoklu konuşma ürünü olduğu anlayışından doğar. Aynı zamanda anlamların sürekliliğinin önemli ilkesini ve bunun içinde yolumuzu bulmamızı gerektiren olumlu ve olumsuz anlamları da gös­terir. ‘Freedom’ ve ‘liberty’ arasında tartışmaya dayalı ve yargılayıcı bir ikilem kurmak yerine, temel kavramlara odaklanmak çok daha yararlıdır. Böylece hangi kelimeyi kullanırsak kullanalım, ona her iki kelimeyle ilişkili anlam aralığından türetilen iyi ve en yararlı duyula­rın yatırımını yapmış oluruz.

Daha önceki çağrışımları anlamak, bilgi entegrasyonu için uygun bir araç olarak hizmet edebilecek bir söylemin oluşturulmasında kullan­mayı amaçladığımız, yuvarlak tanımları şekillendirmede faydalı ola­bilir. Sözcüğün kökeni, ‘çoklu kimlikler’e sahip olsak bile İlahi Tekliği ‘kimliğimizin’ ‘orijinal’ özü olarak algılayan, çeşitlilikte bütünleştirici bir birlik vizyonuna sadık kalabileceğimizi bize hatırlatır.

Olumlu ve olumsuz kavramlar arasındaki zıtlığın belki de en belirgin örneği; bir kelimeye eklendiğinde soyut son ekin, somut bir deneyim­den ziyade soyut bir ideolojiyi veya düşünce sistemini gösterme eğili­minde olan yönünü çoğunlukla temelden değiştirmesidir. Fikirlerin yaratıcı dünyasını ideolojinin soyut yapılarından ayırabildiğimiz gibi tüm sabit anlamı ortadan kaldıran bir görelilik markasının potansiyel tuzağının da farkında olmalıyız.

Tüm bu düşünceler; etnik, kültürel veya dinsel bağlantımız ne olursa olsun, bizleri kendi çok kültürlülük ve çoğulculuk vizyonumuzu ta­nımlamaya ve hoşgörü bataklığı standardının çok ötesine geçmeye ve karşılıklı olarak kendini anlama ve dönüştürme düzeyine ulaşma ar­zusuna sevk edebilir. Bu, her şeyden önce psikolojik, ahlaki ve ruhsal gelişim yoluyla ortaya çıkan kişisel bütünleşmeye atıfta bulunan bir ‘bütünleşme’ sürecini içerir.

Sonuç olarak, Bilginin Entegrasyonu söyleminin yapı taşlarını oluş­turmak üzere kendi özgül yaklaşımımızla tanımlanan anahtar kav­ramlar sözlüğünün oluşturulmasına başlamak çok önemlidir.

ZIAUDDIN SARDAR ve JEREMY HENZELL-THOMAS

Çeviri:

Çiğdem Taşkın

Notlar

Haham Abraham Heschel’in insan çeşitliliğinin doğasında var olan yara­tıcılığı onaylaması; Prens Hasan Bin Talal’ın Diğeriyle Konuşmaya Giriş: Haham Jonathan Magonet’in Hıristiyan ve Müslümanlarla Ya­hudi Dinlerarası Diyalog (Londra: I.B. Tauris, 2003), adlı kitabından alıntılanmıştır.

Sardar, Ziauddin. 2013. Future: All That Matters (London: Hodder and Stoughton), 97-101.

Esad’ın ‘bilim çağının’ Kur’anî kökenleri hakkındaki yorumları Kur’an’ın Mesajı kitabına yazdığı önsözünden alınmıştır, vi.

Tetralogue, filozof Timothy Williamson tarafından yazılmış ve Oxford University Press (2015) tarafından yayınlanmıştır.

Yükseköğretimin amaçları ile ilgili fikirler için bkz.: R. Barnett, The Idea of Higher Education (Open University Press and SRHE, Buckingham, 1990).

Chicago Üniversitesi’nin gerçeği yanlıştan ayırt etmede grup tartışmasının rolünü ortaya çıkaran araştırmasına, Norwich Piskoposu Saygıdeğer Graham James tarafından, 29/05/2015 tarihinde BBC radyo 4’teki ‘Bugünün Düşüncesi’ programında atıfta bulunulmuştur.

Sardar, Ziauddin. 2013. Future: All That Matters (London: Hodder and Stoughton)

YORUM EKLE