Yahya Kemal, edebiyatımızın köşe taşlarından biri. Şiiri, klasik şiirimizin sesinin modern zamanlardaki yankısı… İslam kültür ve medeniyetinin Batı tekniği karşısında geri çekilmeye başladığı dönemlerin bütün sıkıntılarını yaşayan bir ortamın havasını soluyan Yahya Kemal, bu geri çekilmeyi, yenilgiyi, çağdaşı diğer kültür ve sanat adamları gibi mutlak olarak görmedi. Şiiriyle, nesriyle hep bir arayışın içindeydi. İşte burada klasik edebiyatımızın kalıplarını çağdaş döneme taşıyarak yeni bir şiir dilinin ve sesin bayraktarı oldu.
Yeni Türk Dili ve Edebiyatı hocalarından Prof. Dr. Kazım Yetiş, Yahya Kemal’i anlatırken onu tarif etmenin zorluğundan bahseder. Onun tek boyutlu değerlendirilemeyeceğini, birkaç boyutta ele alınabileceğini belirtir. Evet, Yahya Kemal öncelikli olarak bir şair. Türk kültür ve medeniyetinin şairi. Fikirlerin oluşumu biraz da yaşanılan dönemle alakalıdır. Yahya Kemal, Osmanlı’nın yok oluşu ve Cumhuriyet’in kuruluş sancılarının birbirine karıştığı bir dönemde yaşamış. Projektörlerin ya tamamen Batıyı gösterdiği ya da geleneğe çakılıp kaldığı bir dönem. Bir taraf bütün klasik kültürü yok saymış, bir taraf da klasik kültürün içinde kaybolup gitmiş. Yahya Kemal işte böyle bir dönemde ne yeniyi yok saymış ne de geleneği, klasiği inkâr etmiş. Türk kültür ve medeniyetine uygun düşünceleri savunmuş, dönemindeki ve sonraları gerçekleşen savrulmaların hızına kapılmamış.
Yahya Kemal Selanik’te bir Rıfâi dergâhına devam ederdi
Çocukluğundaki sağlam dini ve milli terbiye Yahya Kemal’i hiçbir zaman bırakmaz. Paris’e de gitse çocukluğundaki bu manevi iklim ona hakikati bulduracaktır.
Yahya Kemal’in yetişme dönemine ve şartlarına bakacak olursak bir kere doğduğu yer Üsküp. Balkan toprakları… Buralar Anadolu’ya nazaran köklere daha sadık yerler. Bir de onun hayatında çok büyük etkisi olan annesi üzerinde durmak gerekir. Nihad Sami Banarlı’nın Yahya Kemal Yaşarken adlı kitapta da söylediği gibi Yahya Kemal annesinden bahsederken şunları söyler: “Benim hem dini hem de milli terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir olan, annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediye okur, bana Kur’an öğretirdi.” Yahya Kemal annesi aracılığıyla İslam terbiyesi alırken, “Ben, ailece Üsküplü değilim. Nişli’yim. Fakat Üsküp’te doğduğum için iftihar ederim. Çünkü Üsküp, Rumeli’de Türklüğün tekâsüf ettiği yerdir. O kadar Türk’tür ki her taşında milliyetimizin ruhu şekillenir.” diyerek coğrafyanın insan üzerindeki etkisini dile getirir.
Üsküp, manevi iklimiyle, evliya türbeleriyle ve bu evliyaların halk arasında dolaşan meselleriyle meşhur bir belde. Balkanların müslümanlaşmasında önemli bir durak. Veliler, dervişler diyarı… Yahya Kemal’in annesinin deyimiyle Üsküp tam bir Müslüman şehri. İşte hem dindar bir anne hem de Müslüman bir muhit şairde büyük izler bırakır ve bu izler mısralarda dile gelir. Aslında Kazım Yetiş’in Yahya Kemal & Hayatı kitabında belirttiği gibi Yahya Kemal’deki bu manevi atmosferin oluşmasında annesi ve Üsküp’ün dışında, buradaki Rıfâi Dergâhı şeyhi Saadettin Efendi’nin de katkısı büyük. Saadettin Efendi de şiir yazıyor. Yahya Kemal şeyh efendinin sohbetlerine katılır. Hatta Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’in Selanik’te bir Rıfâi dergâhına devam ettiğini, zakirbaşılık yaptığını söylüyor.
“Bütün şehri bir mabet sükûnu kaplardı”
Nihat Sami Banarlı, Yahya Kemal’le ilgili kitabında şairin şu anekdotuna yer veriyor: “O yaşlarımda ben, Üsküp minarelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu seslerle dolarak yetişiyordum. Minarelerde ezan başladığı zaman evimizde ruhani bir sessizlik olurdu. Galiba Üsküp’ün sokaklarında da böyle bir rüzgâr dolaşır, bütün şehri bir mabet sükûnu kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. Annemin dudakları ism-i celalle kımıldardı. 1300 sene evvel, Hazret-i Muhammed’in Bilal’i Habeşi’den dinlediği ezan, asırlarca sonra, bizim semamızda hem dini hem milli bir musiki olmuştu. O anda semamızın mağfiret âleminden gelen ledünni bir sesle dolduğunu hissederdi.
Lakin bu sesler, beni bütün ömrümde bırakmış değildir. Müslüman Türk çocuklarının dini ve milli terbiyesinde ezan seslerinin büyük tesirine inanırım. Bu inanışımı vaktiyle Tevhid-i Efkâr’a yazdığım ‘Ezansız Semtler’ isimli bir makalede ifade etmiştim. Ben Paris’te iken bile, hiç münasebeti olmadığı halde, kulaklarıma Üsküp’teki ezan seslerinin bir hatıra gibi aksedip beni bir nostalji içinde bıraktığını hissettiğim anlar olmuştur.”
Muaz Ergü