Vicdan, Maneviyat ve Kişilik Erozyonudur Yaşanan

İnsanın zaafları dikkate alınarak ve herkesin iç dinamikleri ve erdemli insan olma idealleri ne derecededir bilinemediği için, bize düşen, her insan her an bir hata yapabilir endişesi taşıyarak, toplumsal organizeleri ona göre yapmaktır. Günümüzdeki uygulamalara bu bakış açısıyla baktığımızda, bize modern olmak adına dayatılan uygulama ve sunulan yaşama biçiminin ahlaklı, ilkeli, sınırlarını ve sorumluluklarını bilen insan tipi üretmediğini görüyoruz.

Vicdan, Maneviyat ve Kişilik Erozyonudur Yaşanan

Tecavüz, en ilkel toplumlardan en modern toplumlara kadar, insana yönelik işlenmiş en kötü cürümlerden biri sayılır. Bu, bir insanın başkasının hayatına ve özeline saldırısıdır. Zorbaca, kaba gücünü kullanarak, insanın başını öne eğdirecek, yüreğini derinden yaralayacak bir fiili işlemesidir. Yani aslında tecavüz, kişinin rızası olmaksızın, zorla elindeki bir şeye, bir hakkına, bedenine ve kişilik bütünlüğüne zarar anlamına gelecek her türlü müdahaledir. Tecavüz sadece cinsel konuda değil, ekonomik, sosyal, psikolojik ve manevi yönden yapılan her türlü zorbalığın adıdır.

Bu eylemi ister şiddet isterse cinsel suç kategorisinde ele alalım, eylemin kendisi ve verdiği zarar değişmeyecektir. Bu eylem, saldırıya uğrayan için bir travma, fail tarafından baktığımızda, bir insanın geldiği noktayı göstermesi açısından bir imdat çığlığıdır. Aynı zamanda toplumun yapısının nereye gittiğini göstermesi açısından da, turnusol kâğıdı gibi işlev görür. Bir kişinin böyle bir eylemi gerçekleştirmesi, toplumun içindeki potansiyel yapıyı düşündürmeli ve daha nelerin ortaya çıkacağının habercisi olması açısından çok önemli bir durum olarak görülmelidir.

Yaşanılan bu durum birilerinin dibe düşmesi sonucu, birilerini dibe çekmesidir. Yaşanan her şey bir sonuçtur. Belli bir aşamadan sonra sebepler uç uca eklenerek bu davranışı oluşturmuştur. Tecavüz fiziksel şiddeti de içerebilir. Bu yüzden sadece psikolojik hasara yol açmaz ayrıca fiziksel hasar da oluşturur. “Bir kadın tecavüz sırasında dövülmüş ve boğazı sıkılmışsa bedeni fiziksel acıyı da hafızasına kaydeder. Travma yaşayan o kadar derinden etkilenir ki, travmayı inkar etmeye çalışma, onu hayatından tamamen uzaklaştırma ve belli bazı davranış şekilleri ile hayatlarının kontrolünü yeniden kazanabilirlermiş gibi bir yanılsamaya kendilerini kaptırma, (travma telafi modeli) ve travmanın sonuçlarından kaçabilme, umudunun olmadığını kabul etme (yanılsamanın sona ermesi) gibi psikolojiye girerler.”

“Travmatik deneyimin anılarının tekrar canlanması korkusuyla bir çok kişi travmayla yüzleşmekten kaçınır ve bu yüzden sürekli olarak başkalarıyla ilgilenerek kendilerinden kaçarlar. Eşleri, çocukları, hastaları ve kendilerini yoğun işlere atarlar. İçsel kırılganlıkları için politik ideolojilerde, dini ve ya manevi faaliyetlerde destek arayabilirler, artık iç dünyalarında bulamadıkları iyilik halini dışsal şeylerde ararlar. Çoğunlukla eşlerini, çocuklarını, arkadaşlarını veya meslektaşlarını da bu süreçte kendi travmalarına dâhil ederler.”

Psikolojik ve sosyal hazırlayıcılar

Toplumlar da insanlar gibi canlı bir organizmadır. Yanlış gıda ve yanlış yaşama biçimleri, doğal seyrindeki dokuyu hemen alarma geçirir ve sinyal verir. Sinyal dikkate alınır ve kaynağı bulunarak sebep ortadan kaldırılırsa, kısa sürede normal işleyişe geçilir. Bozan etki bünyede ne kadar zaman geçirmiş ve ne kadar ilerlemiş ise, geriye dönüşte o geldiği zamandan daha uzun sürede gerçekleşir ve hiç bir zaman önceki formunu bulamaz. Her şey ve her durum için gidiş hızlıdır ve dönüş o kadar hızlı olmaz. Çünkü tahrip eden etki bozarak ilerler. Her zaman bozmak, yıpratmak kolay, onarmak ve düzeltmek daha zordur ve zaman alır. Yani geri dönüşümüz hem daha sıkıntılı ve zaman alıcıdır hem de eski haline dönmeme riski yüksektir. Bir atasözümüzde, “Dökülen kabını doldurmaz” denir. Zarar verdikçe bir yandan da eksiliriz. Aslında asıl zarar, o davranış ortaya çıkıncaya kadar kimin yüreğinde mayalandı ise onadır. Parçalanmış bir Vicdan, Maneviyat Ve Kişiliğin Erozyonudur Yaşanan. Kendisinin ve toplumun gözünden düşer, değer kaybeder ve içinden çıkılmaz bir girdapta çırpınır.

Tahrip olan tahrip eder. Ailede zarar görenlerin hem zarar verme hem de zarara uğrama riski yüksektir. En yüksek etkilenme, bağımlılık ve bağlılık oranına göre olur. Anne babaya muhtaç olunan dönemdeki iletişim, olumsuz ve değer tüketen cinsten ise, çocuğun kendilik algısı bozulur. Bu durum zarar görenin iletişim dilini ve üslubunu, onlarda muhataplarını etkileyerek zincirleme tepkisel davranışlar gelişir. Giderek değersizlik ve yetersizlik duyguları çocuğa ve gence hakim olmaya başlar. Aile şikayet ettikçe ve olumsuz etiketleme yaptıkça, çocuk iyi bir insan olmadığına ve artık olamayacağına inanmaya başlar. Çıkış yolu bulamaz ve artık içindeki merhamet, sevgi ve diğer değerler yavaş yavaş yerini öfke, kin, nefret ve şiddete bırakır.

Hayatı bilgi ve uyanık akılla doğruyu arayarak yaşamayan yetişkinler, eski ve güncellenmeyen bilgilerle bu zamanın ihtiyaçlarına yetişemeyince, bilgi ve sevgi ile ehlîleştirilemeyen yabani taraf ortaya çıkar ve önce sözlü sonra da fiilen kabalaşmaya ve güç kullanmaya başlarlar. Güçlü olanın zorladığı ve ezdiği bir tablo aile ile çocuk arasında sürdükçe, çocuk kendisini ifade edemedikçe, olumlu bakış açısını ve adaletle hareket etme yetisini giderek kaybeder. Yaşadıkları şiddet ve mağduriyetten sonra travmatize olanlar ve bir iyileşme süreci yaşayışta normalleşemeyenler, zarar kaynaklarından da uzaklaşma imkanı bulamayanlar, sağlıklı düşünme becerisinin de kaybederler ve adeta zarar makinasına dönüşürler. Aslında bu o şahsın içinde kıyametin kopmasıdır.

Bir Afrika atasözünde, “Bir çocuk yetiştirmek için bir köy kurmak gerekir.” der. Doğduğunda masum, iyi olma potansiyeli bulunan ve çevresine göre şekillenecek bir yapı ile bir aile ocağına ve bir anne kucağına doğan bebek, verilen her bedeni ve psikolojik gıdayı almaya hazırdır. Çevre şartlarına mahkûmdur. Genetik kodlarında bulunan iyi ve kötü genler, yaşama biçimine ve oluşan kendilik algısına göre açığa çıkabilir ya da çıkmaz. Hayatının merkezine şiddeti yerleştirenlere baktığımızda çoğunlukla, ya parası ile her şeyi satın alacağını ailesinden görmüş ve buna inandırılmış, ya sürekli aşağılanıp rencide edilerek, zorba davranılarak, içindeki merhametini, saygısını, sevgisini ve güvenini kaybetmiş ve dini yönden de desteklenmemiş olduklarını görürüz.

Aristo, “Ahlak eğitimi bozuk olan bir insan, hayvanların en kötüsü, en vahşisidir.”; İbn Arabi, “İnsan bir memlekettir, eğer medenileşmezse yabanileşir, ormana döner. Ormanda ise orman kanunları geçerli olur.” der. Medenileşmek ise, bilgi ile bilgilenmekten yani teknik bilgi ile yükselirken, insani ve manevi bilgi ile de yücelmekle olur. Sokrat ise, “Eğitimin amacı karakterin kuvvetlenmesidir.”der. Aile, ilk kimlik ve kişilik binasının temelinin atıldığı kurumdur. Değerler önce bireylerin üzerinde görülür ve çocuk bunları kaydeder. Tam da karakter inşasının yapıldığı bu dönemde tabiri caizse malzemeden çalınırsa, yanlış teknik kullanılırsa, çocuk kazanması gereken ahlaki vasıfları kazanamaz. Erkeğim yaparım, ne istersem elde ederim mantığı ile keyfi ve eziyet anlamına gelebilecek tutumlar içine giren baba, çocuklarına zorbalığı örneklemiş olur. Bunun yanında aşırı kuralcı, baskıcı, kişiliğin gelişimini engelleyen özgürlüğün kısıtlanması, sürekli aşağılayıp kendisini değersiz hissettirmesi, çocukta kin, nefret ve öfkenin depolanmasına sebep olur.

İnsanı suça iten ve daha çok hata yapmasına zemin hazırlayan yaklaşımlardan kesinlikle kaçınmalıyız. Ailede kadın ve kızlar çok eziliyor ve insani hakları kısıtlanıyorsa, baba eşine şiddet uyguluyor ve sessiz çığlıklara göz yumuyorsa, beyefendi eşini aldatıyor ve bunu erkekliğin bir gereği sayıyorsa, çocuklar arasında da insani bir çizgi ve haddinin bilme duyarlılığı oluşamaz ve büyük bir ihtimalle de bu tablodan iyi bir insan modeli çıkmaz.

İnsan gördüğünden etkilenir ve gördükleri duygu oluşturur. Aynı zamanda önceki yaşantılarla da zihinde ilişki kurulur. Cinsel duygu insandaki en güçlü duygulardan birisidir. Hatta en güçlüsü denebilir. İnsan bu duygusunu normal sınırlarda tutabilmesi için, kendisinin bunu yapmayı güçlü bir şekilde istemesini sağlayacak alt yapısının olması gerekir. Bunlardan birisi düzgün bir ailede yetişmiş olmak ve insana çok değer verildiğini ve sınırların çok iyi korunduğunu, hayata ve içindekilere değer vermeyi hayatının en önemli ilkesi haline getirdiğini görmesi ve fiilen yaşamasıdır. Diğeri, aydınlatan bir din inancı ve Allah’a yürekten bağlılık. Bunların dışında, insanı kurallar bağlar ki, kuralların denetlenmediği göz ardı edilebilecek ortam hemen hemen her ferdin eline geçebilir ki geçiyor ve zemini sağlam olmayanlar bunu kullanıyor.

O zaman insanın zaafları dikkate alınarak ve herkesin iç dinamikleri ve erdemli insan olma idealleri ne derecededir bilinemediği için, bize düşen, her insan her an bir hata yapabilir endişesi taşıyarak, toplumsal organizeleri ona göre yapmaktır. Günümüzdeki uygulamalara bu bakış açısıyla baktığımızda, bize modern olmak adına dayatılan uygulama ve sunulan yaşama biçiminin ahlaklı, ilkeli, sınırlarını ve sorumluluklarını bilen insan tipi üretmediğini görüyoruz. Bilakis, erken yaşta cinsel bilgiler verilmesi, kız erkek arkadaşlığında sınır konulmaması, erken yaşta cinsel birlikteliklere tepkisiz kalınması, alkol, sigara, uyuşturucu vb.’nin yaygınlaşması, zevk ve konfor odaklı yaşamı yaygınlaştırdı. İlaveten, televizyonlarda en basit reklamlar bile kadın bedenini teşhir ederek, cinsel duyguları pompalayan görüntüler ve mesajlar içeriyor. Basit bir internet oyununda, araba yarışı oyunu diyelim ki, bir bölümü bitiyor, diğer bölüm gelecekken arada aniden pat diye göğüs dekolteli yetişkin bir kadın resmi geliyor. Bir, bunu oynayanlar küçük çocuk, iki, bu bir araba oyunu, üç, bu arada çıplak sayılabilecek kadın resmi ne alâka? Bunlar, belli bir sektörün ayak kaydıran tuzakları ve hazırlayıcıları. Şimdi dizilerde mini eteksiz giyim yok neredeyse. Aile dizilerinde bile her akşam sofralarda alkol ve sigara içiliyor. Klipler ise bir facia. “Seyret ve en ciddi cürümler bile sana normal gelsin ve çık dışarıya avını ara” gibi bir psikolojiye sokacak cinsten. Gıdalardaki katkı maddeleri, içeceklerdeki enerjiyi yükselten maddeler hem farklı bir yaşama biçimini empoze ediyor hem de insanın kimyasını bozuyor. Böylece insan istenilen kıvama gelsin ki ticaretleri zarar görmesin. Çok yönlü kültürel ve psikolojik tahrip kaynakları ile iç içe yaşıyoruz.

Bu arada, günümüzün getirdiği tehlikelerin farkında olan anne babalar panik içinde çocuklarını korumak adına kendi anlayışlarına göre kurallar koyuyor. Hz. Ali r.a, “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların zamanına göre yetiştirin.” buyuruyor. Şimdi aileler, erkek kız arkadaşlığının sınırlarını belirleyerek çocuklarının kendi bilgileri dâhilinde hareket etmelerini sağlamak yerine tümden engelledikleri ve üstüne üstlük koruyucu bilgi de vermedikleri için, gençler gizli ilişkiler kuruyor ve ciddi hatalar yapıyorlar. Anne baba öğrendiğinde ise çoktan iş işten geçmiş oluyor.

Yıllar önce bir gazetede okumuştum, sokakta yürüyen dekolte giyimli bir kadını rahatsız eden erkeği mahkemeye vermiş kadın. Erkek, ben evden çıktığımda bu duygu ve düşünce ile çıkmamıştım. O kadar açık giyinmiş ki beni tahrik etti. Ben kendisinden davacıyım, hata yapmama sebep oldu demiş ve adam haklı görülmüş. Saldıran, tecavüz eden elbette suçludur, elbette gereği yapılsın fakat adeta “Bakın bunlar bunlar da var, haydi ne duruyorsunuz gelsenize.” der gibi davet eden yığınla mesaj varsa, kimi kesimlerde bunlar ve takipçileri “modern” adıyla ödüllendiriliyorsa bunların hiç mi kabahati yok?

Anne babanın kavgalı, mutsuz ve sürekli değer tüketen yaklaşımlarıyla ve realist olmayan sınırlamalarıyla bunalmış gençler, daha kolay kontrolden çıkıyor ve saf değiştirebiliyor. Bir de dini her kesimin farklı anlayıp farklı yorumlaması ve din adına dinde olmayan sınırlamaları getirmeleri, dindarım diyenlerin dinin istemediği pek çok işleyişin içinde olması, hem anne babaya güvensizlik hem de dine tepki oluşturuyor. Allah seni yakacak diyerek başlayan ve beddualarla devam eden diyalog, çocukta ve gençte dine yaklaşımı sağlamadığı gibi uzaklaştırıyor.

Şimdi tabloyu netleştirelim; evde sevgi, güven, saygı ve paylaşım ağırlıklı bir atmosfer olsaydı, çocukların güvenle sığınacakları bir limanları ve yaşadıklarını, duygularını paylaşabilecekleri muhatapları olurdu. Şimdi ise bilakis gençler evden uzaklaşarak rahatlıyor durumuna getirildiler. Din adına dayatılan uygulamalar (uygulamanın kendisi doğru da olsa eleştiri, aşağılama, baskı, zorlama ve itici bir dil ve üslüp kullanılması), huzursuzluk, sözlü ve fiili şiddet gençleri tepkisel davranmaya sevk edecek değersizlik, yetersizlik ve hınç içinde öç almaya hazır bir psikolojiye sokuyor. Bazan annesine duyduğu öfkeyi kadınlardan taciz, şiddet ve tecavüzle intikam alarak, bazen de babasına duyduyu öfkeyi erkekleri kendisine aşık edip sonra da yarı yolda bırakan tipler çoğalıyor. Tabi bu tutumların benzer başka dinamikleri de olabiliyor. Böylece, biz suçlunun haddini bildirmek ve suçluları yerden yere vurarak kadınların zarar gördüğü inancıyla kadınları nasıl koruyabiliriz diye düşünüp koruyucu mekanizmalar üretmek için aylarımızı, yıllarımızı harcarken, beri taraftan sistem alabildiğince hızlı kadın ve erkek taraftar bulmaya devam ediyor.

 

Saliha Erdim, “Tecavüz ya da İnsanlığın İmdat Çığlığı”, Bilimevi Kadın dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran 2017, sayı 1.

YORUM EKLE