Tüm zamanların ânı
Konusu açılana kadar yahut hakkında bize soru sorulana kadar çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz, anladığımızı zannettiğimiz bazı kavramlar vardır. Nedir, nasıl anlaşılır, diye düşünmeye başlayana kadar, anlamsal gerçeğiyle bir sorunumuz yokmuş gibi görünen kavramlar… Bugün de mevzubahis, anlamına vâkıf olduğumuzu zannettiğimiz “Zaman” kavramı. Vakit ya da an ya da saat ya da dün, bugün, yarın… Kavramın, dünyamızda en çok hangi kısmı bizimle özdeştiyse o kısmı.
Genelde süre ve vakit anlamını vermek için kullanılan zaman1 kavramının ifade genişliğinde içine aldığı evvel zaman, müstakbel vakit, bugün ve an gibi kavramlar devreye girince zamanın âşina veçhesi yerini âdeta bir varoluş problemine bırakıyor. Hele ki bir de akrebin ve yelkovanın teknik olarak beraber hareket ettiği bir zamanda tam yanımızda oturan arkadaşımız bizim için vakit geçmek bilmezken, “Bugün vakit nasıl da hızlı geçiyor.” dediyse zaman hakkında söylenmesi gereken birtakım sözler olduğunu fark ediveririz. O an kulağımıza çalınan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında;/ Yekpare geniş bir anın/Parçalanmaz akışında.” satırlarıdır.
Akrebin ve yelkovanın söylediği zamanın dışında, ruhumuzun hissettiği andayızdır. Belki geçmiş bir zamanı düşünerek denizine dalmış, belki bir gelecek kaygısına düşmüş ve andan uzaklaşmışızdır. Sahi ne kadar yakınız zamanın en küçük parçası olan “An”a ve ne kadar uzağız? Bir yandan sorunun cevabını düşünedururken, öte yanda sorudan çıkan başka bir soruya intikal edelim. Zamanın parçası… Parça parça mıdır zaman?
Nedir zamanın parçaları?
Ömrü, ömrün evvelini ve ötesini içine alan zaman, tıpkı insan gibi bir mahluktur. Yaratılmış her şey gibi birçok ciheti, birçok katmanı içinde barındırır. Kur’an-ı Kerim’imizde zaman, lafız olarak geçmemesiyle beraber, içine aldığı pek çok farklı birimin adıyla birçok kez ifade edilmektedir. Asr, müddet, vakt, an, yevm (Gün), şehr (Ay), saat, ecel gibi kavramlar zamandan parçalar olarak Kur’an’da geçmektedirler. Yine zaman içeren, dünya, ahiret, hayat, ömür, kıyamet, gece gibi kelimeleri ve zamanı tayin etmeleri açısından önem arz eden Güneş ve Ay kelimelerini Rabbimiz birçok kez zikretmiştir.
Zamanın elimize yaşamak için verilmiş birimi, vakittir. Hayatın ortasındaki zamana ait bu parçalar ve zamana ait yönler barındıran tüm bu kavramlar bizlere, zaman içinde ve zaman ile çevrelenmiş bir hayatta yaşadığımızı gösteriyor. Böylesine, zaman ile çerçevelenmişken, zamanda oluşumuz veya zamandan kopuşumuz nasıl gerçekleşiyor? Geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman... Zamanın hangi parçasına ne şekilde, ne “Zaman”, nasıl tutunabiliriz? Bu kadar zaman birimi içinde zamanın hangi parçasında var olmak insana tüm zamanları yaşatır?
Bu zamana ait ve bu zamandan öte vücut
Zamanı yaşayan insana baktığımızda iki temel vasıf görüyoruz. Zahirde müşahede ettiğimiz cismî/maddî vücudu ve görünmeyen, görünmediği halde maddî vücuda hayat veren manevî vücudu. Maddî vücut, zamanın onu yaşlandırması gibi bazı somut parçalar ile alakadar iken manevî vücut, düşünce sistemini barındırması hasebiyle, zamanın algısı ve zamanın hissettirdikleri ile alakadar. Maddî vücut zamanın etkilerini daha çok uzun vadede görüyor. Manevî vücut, bulunduğu ana, geçmiş zamandan veya gelecek zamandan birçok anları katarak tek bir anda farklı evreleri yaşayabiliyor. Maddî vücut (Beden) ömür denilen iki yokluk arasında, yaşayacağı ömre eş zamanlı olarak yaratılmışken, manevî vücut (Ruh), bedende yaşayacağı dünya hayatından çok daha evvel “Kalu belâ” da ruhlar âleminde yaratılmıştır. Böylelikle dünya zamanı içinde yaratılmış, yalnızca dünyaya ait zamanı yaşayıp gidecek bir beden ve dünya hayatından önceki bir zamanda yaratılmış ve dünya ötesi zamana gidecek olan bir ruh ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu zamana ait beden yalnızca bu zamanı yaşarken bu zamanı aşan ruh bu zamanla beraber nice başka zamanlar ile irtibat kuruyor. Hâl böyle olunca kimi zaman beden yelkovan ve akrep arasında zamanı tadarken, ruhumuz ile saniye saniye ilerleyen zamandan çıkıp başka bir zaman algısına varabiliyoruz.
Yaşadığımız bu farklı zaman algıları içindeki karmaşaya düştüğümüzde ne geçmiş zamanı yakalayabiliyoruz ne şimdiki zamanı yaşayabiliyoruz ne de gelecek zamanı tutabiliyoruz. “Bu kadar zaman birimi içinde zamanın hangi parçasında var olmak insana tüm zamanları yaşatır?” diye sormuştuk. Zamanın parçalarını ve zaman algımızı biraz konuştuğumuza göre şimdi bu soruya gelebiliriz.
An, bu andır; başka an yoktur
Zaman içinde her birim kendine özelken her birim içinde var olan bir birim var ki o da “An”dır. Anlar tüm zamanları oluşturuyor, tüm zamanlar, anları içinde barındırıyor. O hâlde zamanın bu en küçük birimini anlamak bizi tüm zamanları anlamaya, tüm zamanları yaşamaya götürecektir.
“Geçen geçmiştir artık, an-ı müstakbel ise mübhemdir
Hayatından nasibin bir şu geçmek isteyen demdir.”
diye tercüme eder Mehmet Akif “Mâ- mezâ fât...” diye başlayan beyti. Geçen zaman arkada kalmıştır, geleceğin geleceğine dair bir teminatımız yoktur. Nasibimiz, yalnızca şu yaşadığımız demdir, andır. Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, “‘An’ ile ‘Dem’ arasında bir irtibat vardır. Onun için ‘Dem bu demdir dem bu dem’ der sûfiler. ‘An bu andır. Başka an yoktur.’ (…) Sûfi yaşadığı zamanın idrakine varmalı, onun hâliyle hâllenmeli.” der.
Sûfilerin üç zaman; Mazi-hâl-müstakbel içinde en önem verdikleri zaman, içinde yaşanılan vakti anlatan “Hâl”dir. Bir sûfi için hâli ziyana sokan her türlü geçmiş zaman hissiyatından, vehme düşüren her türlü gelecek düşüncesinden sıyrılmak esastır. Sahip olunan her an faydalı şekilde değerlendirildiğinde geçmiş tüm zamanlar da değerlendirilmiş, gelecek tüm anlar da fayda ile karşılanmış olur.
“er-Risaletu’l Kuşeyriyye” isimli eserinde Kuşeyri tasavvuf terimlerine girişi vakit kavramı ile yapar. Ebu Ali Dekkak’ın şu sözünü zikreder: “Vakit, içinde bulunduğun andır. Yani zihnin ve gönlün neyle meşgulse senin vaktin işte odur. Eğer gönlün dünya ile meşgulse vaktin dünyadır, ahiret ile meşgul ise vaktin ahirettir. Eğer gönlünde neşe varsa vaktin neşe, hüzün varsa vaktin hüzündür. Yani sende hangi hâl galip ise vaktin odur. Şu hâlde gönlü ahirette olan bir tür uhrevi hayatı, gönlü Rabb’de olan bir tür Rabbanî hayat yaşar.”
Akrebin ve yelkovanın söylediğinin üzerinde bir vakit bilinci, bizi zaman içinde zamanın en kıymeti konumuna çıkarır. Zamanın içindeki ana galip gelen zamanın hakikatine ulaşır. Zamanın kıymeti üzerine en ince tefekkürleri yapmış olan mutasavvıflar an içinde var olarak, tüm zamanlara bereket katma yolunu sürmüşlerdir.
İbn’ul vakt ve ebu’l vakt
Geçen ve gelecek zamanla ilgilenmeyen sûfilerin kullandığı “İbnu’l Vakt” vaktin oğlu kavramı, “Vaktin ve hâlin gereklerini yerine getiren, geçmiş ve gelecek endişesinden kurtulan insanın ilâhî tecelliler karşısındaki edilgenliğini anlatır.”2 Belli bir vakitte ve zamanda yapılması en doğru olanla meşgul olan kişiye İbnu’l Vakt denir.3 Zamanı ve kendi zamanını idrak eden insan her an kendini ve içinde bulunduğu hâli, vakti denetler. Geçmişe hayıflanmadan, gelecek kaygısından uzak, anının kıymeti içinde ve dolayısıyla tüm zamanları kıymetlendirerek ömür dakikalarını geçirir.
Mevlana, İbnu’l Vakt’e şu beyitlerinde yer vermiştir. “Sûfi ibnu’l vakt bâşed der misal/ Lik safi farigest ez vaktu hâl.” Yani sûfi, İbnu’l Vakt’tir ama kâmil insan vaktin ve hâlin üzerindedir.
İbnu’l Vakt (Vaktin evladı) vakti yaşayarak her an değiştiğinden, renkten renge girme makamındadır. Bu makamda vaktin getirdiği her şey ile hem-hâl olunur. Vakit neşe getirdiğinde neşe yaşanır, hüznü sunduğunda hüzün yaşanır. “Bunun üzerinde istikrarlı ve sabit olma yani renksizlik makamı vardır. Bu makama erenlere Ebu’l Vakt (Vaktin babası) denir. Bunlar zamanla değişmezler, zamandan etkilenmezler, tersine zamanı değiştirir ve etkilerler.” İbnu’l Vakt, zaman ne getirdiyse yaparak zamana bir nevi mağlup iken Ebu’l Vakt vaktin getirdiğini hayra çevirmek yönüyle zamana hâkim ve galiptir.4
Zaman, varlığımızın ve vazifemizin sırrını içinde barındırır. Zamanın içinde anda olmak, bizi zamanın her yüzüne ulaştırır. Yelkovanın yürüttüğü vakitten çıkmak, zamanı aşmaya ulaştırır. Geçmişin ve geleceğin zamana verdiği ziyandan sıyrılmak ile tüm zamanlar ötesinde zamanın hakikatine varmak mümkün olur.
“Bugünlük bu gün lazım yapılmak yoksa ferdaya
Bırakmışsan… O ferdalar olur peyveste ukbaya”5
Hatice Kübra Ergür
Hüma Dergisi, Haziran- Temmuz 2020, 4. Sayı
Dipnot:
1 Osman Nuri Küçük, Makale “Zaman Düşüncesinin Tasavvufi Açılımı”
2 Semih Ceyhan, “Vakit” Dia
3 Süleyman Uludağ, “Hayata Sûfi Gözüyle Bakmak” Dergâh Yayınları (2015), s. 497
4 Süleyman Uludağ, “Hayata Sûfi Gözüyle Bakmak” Dergâh Yayınları (2015), s. 498
5 Mehmet Akif Ersoy