Toprağın davetine icabet: Bir bahar dirilişi

"Bütün mevsimler güzel, afete dönüşmeyen bütün yağışlar da. Ama kışın hırpaladığı tabiatın, Güneşin bulutların arasından gülümsemesiyle, elinde bir tutam nergis, çiğdem, menekşe, kardelen ve papatyalarla baharın bizi selamlamasına doyamıyoruz." Turgut Akça yazdı.

Toprağın davetine icabet: Bir bahar dirilişi

Bu şehirde kendimize yapabileceğimiz bir başka iyilik de şehrin akciğerleri diye nitelendirdiğimiz ormanlara gitmek. (Tabi ki İstanbul’dan bahsediyorum) Vakit ve imkân bulursak şayet, daha güzel olanı dağlara çıkmak. Ama bu her zaman imkân dâhilinde olmuyor.

Hava sert, ama emin olun şimdi ormanlarda kuytu ve sote yerlerde gayet ılıktır. Genelde piknik için düzenlenmemiş, yolları çamurlu, tozlu-topraklı, ağaç ve diğer bitkilerin başıboş serpilip büyüdüğü yerleri bulmalıyız.

Pirinççi Köyü’nden sola dönüp dere boyu bozuk satıhlı yoldan devam ediyoruz. Çok sık gittiğimiz bir orman burası. Hacim olarak küçük bir alan ama henüz dokunulmamış. Yani park ve piknik alanı için düzenlenmemiş. Kendi tabii düzeniyle duruyor. İlk zamanlar üçüncü köprü ve bağlantı yolları yoktu, kuşlar daha neşeyle şakıyordu. Şimdi uğultu yutuyor kuşların sesini. Yol dört mevsim hep böyle. Bu nedenle ve araçtan indikten sonra yürümek gerektiğinden pek tercih edilmiyor. Yolun böyle bakımsız oluşu bizi zorlasa da memnunuz. Yoksa daha da kalabalık olacak. İnsanlar gittikleri yerlerde kurulu masalar olsun, yolları asfalt olsun istiyorlar. Üzerleri çamur, toz-toprak olsun istemiyorlar.

Köyden ayrılıp dere boyu yola giriyoruz. Dere, Balat’ta ya da Kasımpaşa’da herhangi bir sokağı andırıyor bize. Hani eski Türk filmlerinden aşina olduğumuz ve hâlen Balat ve Kasımpaşa gibi İstanbul’un eski semtlerinde insanların çamaşırlarını kurutmak için sokakta iki makara aracılığıyla karşıdan karşıya gerdikleri iplere çamaşır asma işine dönmüş derenin hâli. Karların erimesiyle yükselen su taşıdığı rengârenk poşetleri, plastik kapları, çuvalları, ayakkabıları, bulduğu her ne varsa derenin iki kenarındaki ağaçların dallarına itina ile asmış. Su azalıp mecrasına çekilince de öylece kalakalmış. Anlaşılan kuvvetli bir rüzgâr esip toplamamış dere kızın astığı çamaşırları. Sanki, Kasımpaşa’da eski uzun bir sokakta bir Pazar günü gezintisi yapıyorsunuz. Bu ara adı geçen semtlerde bu geleneğin yaşıyor olmasını hoş bulurum. Buralarda komşuluk ilişkilerinin hâlen sıcaklığını koruduğu anlamını çıkarırım. Siz yeniyetme mahallelerde karşı apartmanın duvarına bir makara takmaya kalkın bakayım… Bu derenin suyu bir barajımızı beslemekte… Aziz su önce kendini yıkıyor sonra da bize can oluyor.

Söylene söylene ilerliyoruz ama alışık olduğumuz bir manzara bu. Gün boyu moralimizi bozmasına izin verecek değiliz. Az ileride bir grup mandanın yol çevirmesi vardı. Hava hemen değişiyor, gergin yüzler gevşiyor. Bu cüsseli ve ağırbaşlı hayvanları oldum olasıya çok severim. Çocukluğumuz ve ilk gençlik yıllarımız bu hayvanlarla geçti. Bu hayvanların çok merhametli olduklarına inanırım. Kaza ile ayağınıza bassalar hemen çekerler ayaklarını. Meraklı gözlerle bizi bir süre süzüp yaşam alanlarını kullanmamızla ilgili bir takım hatırlatma ve uyarılarda bulunup yavaş ve emin adımlarla çevirmeyi kaldırıyorlar.

İnsanların açıkhava anlayışı; geçen hafta bıraktıkları çerçöpün içine, araçlarının burnunun dibine oturmak ve bütün günlerini orada kâh mangalın, kâh semaverin başında geçiriyor olmak. Sonra da olduğu gibi bırakıp gitmek. Bir çilingir sofrası kurup arabesk şarkılar eşliğinde biralarını yudumlayanlar da, akşama kadar bangır bangır ilahi marş çalıp cemaatle namaz kılanlar da aynı şekilde bırakıyorlar. Duyarlı ve tabiata emanet gözüyle bakan insanlarımızı kutluyorum. Keşke okullarımız öğrencilerini belli aralıklarla buralara götürüp hayat bilgisi dersini buralarda verseler. Evlerimizin dışında hiçbir mekânı sahiplenme duygusu yok bizde. Ortak alan kullanma kültürümüz gelişmemiş. Neyse bu konu çok su götürür. Biz araçtan inip çamurlu yoldan ilerliyoruz. Kıştan sonra henüz dokunulmamış tabiata. Kardan dolayı dalları kırılmış ya da gövdesinden yollara serilmiş ağaçlar, neşe içinde ötüşen kuşlar...

Bütün mevsimler güzel, afete dönüşmeyen bütün yağışlar da. Ama kışın hırpaladığı tabiatın, Güneşin bulutların arasından gülümsemesiyle, elinde bir tutam nergis, çiğdem, menekşe, kardelen ve papatyalarla baharın bizi selamlamasına doyamıyoruz. Herkesten önce gitmeliyim ve o Güneş yüzlü eli tutmalıyım. Bir yeniden dirilişe şahit olmalıyım. Toprak henüz ıslak ama her köşesinden bir güzellik fışkırıyor. Toprak ve ağaçlar çiçek ve yapraklardan sürgünlerini çoktan sürmüşler namluya. Kimi patlatmış kiminin ise eli tetikte. Güneşin bulutlar arasından kendilerini seyretmesini bekliyorlar. Ok yaydan çıkmış, tabiat bir başka güzel yüzünü göstermiş, yeni bir sayfa açmış. Kış boyu bir hurdalığın yanından geçersiniz, manzara sizi rahatsız eder. Ancak mevsim bahara dönüp Güneş yüzünü gösterdiğinde o hurdaların arasından bir erik dalı beyaz çiçekleriyle arzı endam eder ve manzaranın kaderi değişiverir. Toprak asude, kar yüzünü güldürmüş. Çocuklar bir başka ülkeden vatanlarına dönen gurbetçiler gibi eğilip öpüyorlar toprağı. Onlara ve annelerine müteşekkirim. Böyledir toprak, hep bir çekiciliği vardır insan için. Ama modern kentlerde müstakil bir mezar bile düşmüyor insan başına. Toprağın üstündeyken gökyüzüne, altındayken yerin dibine doğru dikiyoruz çok katlı mezarlarımızı. Sonra bir apartmanın zil panosuna dönüşüyor mezar taşlarımız. Kentlerin topraktan mahrum insanları toprağı saksılarda görüyor ancak.

Pikniğe değil; dağlara, derelere gidiyoruz. O derelerde mavi gökyüzünün altında bulutların ve ağaçların suya düşen yansımasında abdest alıp soğuk toprağın üzerinde namaza durmak… Freni boşalan zamanı ancak namazla durdurabilirsiniz... Secdeye gidip alnı, burnu, elleri dizleri ve ayakları soğuk toprakla buluşturmak… Secde; dikbaşlılık ve burnuhavadalık gibi hastalıklarımızın yegâne ilacıdır. Toprak çekiyor, yerçekimi diye bir kanun yok mu!

Konuyu Mustafa Kutlu’nun şu cümleleriyle bağlayalım: “Hayatımızı zenginleştiren, bize mevsimleri, çiçekleri, yaprakları ve toprağı, çocukları, yeni doğmuş buzağıları, bütün sevdiklerimizi hatırlatan ayetleri ne çabuk unuttuk. Onlarla aramıza hangi çelik perdeler gerildi.”

Turgut Akça

YORUM EKLE

banner36