Siz ilk dersi verecek olsanız nasıl başlardınız? Bir sınıfa ilk defa derse giriyorsunuz, bu duygunun tarifi zordur. Hele bu sizin de ilk dersiniz ise bu durum daha da heyecanlıdır.
İlk ders deyince, aklıma büyükler ilk derslerini nasıl vermişler, sorusu geldi. Mesela büyük bir âlim bir kürsüde bir kere konuşacaksa genelde Fatiha tefsiri üzerine konuşmuştur. Şeyh Hamid-i Veli, nam-ı diğer Somuncu Baba'nınBursa Ulu Camisinde meşhur Fatiha tefsiri dersi, Muhammed Hâdimî Hazretlerinin İstanbul'a davet edildiğinde Ayasofya kürsüsünde verdiği Fatiha tefsiri dersi dikkat çekici iki örnektir. Zaman dar ve kitleye bir kere hitap edecekseniz, hayatın özetini az kelam ile bütün olarak vermek gerekir. Hamd etmek, âlemlerin Rabbini tanımak, merhameti bilmek, ahiretin farkında olmak, hakiki talep kapısına kulluk edip sadece onu çalmak, doğru yolda istikamette olmak, yanlışlıklardan uzaklık... Günde kırk defa tekrarladığımız öğütler. Burada şu sonuca varabiliriz: Tekrar etmek ile farkında olmak birbirinden fersah fersah uzak kavramlar.
En çok okulun ilk haftasını ve son haftasını severim; üzerimizde müfredat, sınav, not... ve benzeri gölgeler yoktur. Dersimiz muhabbettir, belki de bitmemesi gereken derstir muhabbet! İstediğimiz yeterlilikte eğitim veremeyişimizin nedenlerinden biri olarak muhabbet eksikliğini görüyorum. Muhabbet eğitim metodu üzerine çalışmamız da bu nedenledir. Öğrencilerime sürekli hatırlatırım, "gençler, aramızdaki muhabbet bozulmasın!" Muhabbet bozulduğunda, öğrenci ve öğretmen için can sıkıcı bir süreç başlar. Belki uzun uzun muhabbeti bozan şeyler üzerine düşünmeliyiz. Evet muhabbeti bozan şeyler saymakla bitmez; fakat daha fazla da muhabbeti tesis eden şeyler üzerine düşünmeliyiz. Bunun en kısa cevabı "değer" kavramında gizli. Bu nedenle değerler eğitimi çalışmalarını önemsiyor ve destekliyorum. Değerlerimiz varsa ve varlığa değer veriyorsak muhabbet kapısı açılmıştır. Değer vermek tanımakla başlar, klasik tanıma fişleriyle yetinmeyip ilk ders öğrencilere kısa otobiyografi yazdırabiliriz.
İlk sorumuz: Adam kimdir?
Erkek öğrenciler hemen "adam değil miyiz hocam" derler. İlk olarak cinsiyet üzerinden düşünülür adamlık. "Kadınlar da adam olabilir" dediğimde beyinlere ilk çentik atılmış olur. Adamlık nerede olduğunun farkında olarak yerli yerince hareket etmektir, edeptir, saygıdır. Kısaca adam olmak, "ol"ma sürecimizin en önemli göstergesidir.
İnsanın eğitilmesi gereken unsurları nelerdir?
Nasıl yani? Bu soruyu anlamak gençler için zor olabiliyor. Eğitim, en kısa tanımla "kalıcı davranış değişikliği" olarak ifade edilirse; davranış değiştirmek için nereye çalışmalıyız sorusu ile karşı karşıya kalırız. Akıla mı, bedene mi, kalbe mi çalışacağız? Modern eğitim anlayışının bütünü ıskaladığını düşünenlerdenim. Parçalı, topal tipler yetişmesinin en büyük sebebidir tek yönlü eğitim anlayışı. İyi test çözüp iyi lise, üniversite kazanmış; fakat çevresiyle iletişim kurmakta zorlanan birey, hayatı maddeden ibaret gören bireyler, hayatı güçten ibaret gören bireyler veya hayatı manadan ibaret görenler... Hayatı tek yönlü ördükten sonra hangisinin baskın olduğu ne fark eder. Dünya kazanı tek kulp ile kalkmıyor. Bu noktada "külliye eğitim modelini" öneriyoruz. Geleneğimizde bunun örnekleri mevcuttur.
Akıl, kalp, beden eğitimi nasıl olur?
"Akıl, matematik çözerek; beden, spor yaparak" diyorlar ve genelde bu noktada kalıyor öğrenciler. İçlerinde kalbe çalışmış birileri varsa, kalp eğitimi -ki biz ona ahlak eğitimi de diyebiliriz- üzerine bir şeyler söyleyebiliyorlar. Manevi eğitim olmadığında insan robot veya bilgisayardan farksız olur. Modern dünya tasarımcıları robot insan istediği için manevi eğitimi rafa kaldırmıştır. Yine geleneksel eğitim metodumuz manevi eğitimi en iyi şekilde başarmıştır.
Neden okula geliyoruz?
Diplomam olsun, evde iş çok, ailem istiyor. "Ben bir şeyler öğrenmek istiyorum" diyenler nadir bulunur. Eğitim sistemimiz adres belli olsun, aman sokakta dolaşacağına yeri belli olsun tarzındadır. Fakat işin garibi okullar tatil olduğu halde yazın sokakta dolaşan daha azdır, okul zamanı sokaklar daha kalabalıktır! Zorunlu eğitim belki temel eğitim için uygundur; fakat temel eğitim sonrası için hiç de iyi bir çözüm değil. Öğrencileri LGS, LYS, KPSS... gibi kapılar önüne yığmaktan başka bir işe yaramıyor. Mesleki rehberlik yitik malımız. Lise kontenjanları boş, bir tarafta yerleş(e)meyen öğrenci bir tarafta boş kontenjanlar! Nüfus kalabalık olduğu halde mesleki seçeneklerimiz çok kısıtlı ve mesleklerin hakları tam teslim edilmediği için herkes yapabilecekleri ve kabiliyetleri doğrultusunda değil de popüler, kulağa hoş gelen mesleklerin hayaliyle yaşıyor.
Bilgiye ulaşmak için okul şart mı?
Şimdiki gençler bunun cevabını iyi biliyor. Bir kere bile olsa merak ettikleri bir şeyi internet ortamında öğrenmişlerdir. Harvard Üniversitesi'nin dersine dünyanın en ücra köşesinden girmek de mümkün, yeter ki bağlantı olsun. Artık kaynak sıkıntısı değil kaynak insan sıkıntısı yaşıyoruz. Öğretmen kaynak/örnek kişi ve rehber insandır. Teknoloji istediği seviyeye gelsin, ne öğretmenin yerini alabilir ne de kitabın.
Okulun hayatımıza kattığı anlam nedir?
Bu soruya öğrenciler makul bir cevap veremiyor; çünkü öğretmen olarak okul benim hayatıma yeterince bir şey katamıyor ki öğrencilerimin hayatına bir şeyler katsın. Tek tip, çevreden kopuk, dört duvarla çevrili binalar ve her geçen yıl çevre duvarları biraz daha yükseliyor. Üstelik artık jilet gibi tellerimiz var. Güvenlik, öğrenci kaçmasın... Evet anlıyorum. Fakat öğrenciler haklı olarak "cezaevinde miyiz hocam" sorusunu soruyor.
Öğrenci miyiz, talebe miyiz?
"İkisi de aynı anlamda değil mi hocam" cümlesi ilk duyduğum cevaptır. "Gençler anlam aynı gibi ama biri zorunlu biri isteyerek eğitim" dediğimde durum daha iyi anlaşılıyor. Talebe olsanız veya biz sizin talebe olmanızı sağlayabilsek belki duvarlara ihtiyaç kalmayacak.
Farkında olmak ve farkındalık oluşturmak nasıl bir çabanın ürünüdür?
Bunun cevabını da net alamayacağımı biliyorum. Fakat soru sormak ilmin yarısıdır. Ben bu sorunun cevabını yirmi dört yaşımda buldum ve hayatım değişti. Bundan sonra farkında olarak yaşayacağım dedim ve kendime söz verdim. Gençlere bu sorunun cevabı olarak kendimi anlatıyorum. Liseden mezun olduğunda okumak istemeyen, kitap okumayı sevmeyen biri idim, yedi yıl sonra nasıl oldu da üniversite kazanacak hale gelebildim? Fakat bu durumun örnekleri çok. Öğrencilerime kızdığımda da aklıma kendi öğrencilik yıllarım gelir, içimden "bir gün fark edecekler" derim. Velilere de tavsiyemiz şudur: Gençlik dönemi zor bir süreçtir. O süreç az hasarla atlatılırsa siz görevinizi yapmış sayılırsınız. Lise eğitimi bu yönüyle önemli, son sürat giden dengesiz bir aracı en az hasarla o tehlikeli vadiden geçirmek, işimiz kolay değil.
Kalp, akıl kilitleri nasıl kırılır?
Öğrencilerden "hocam asma kilide balyoz vurabiliriz" esprisi gelebilir. Farkında olduğumuzda kilitler kırılır. Burada doğru insanlarla/öğretmenlerle tanışmak da önemlidir. Her kilidin bir anahtarı vardır. Doğru anahtarı doğru bir rehber/öğretmen elinden alabilirsek ne âlâ. Kendimiz zorlarsak veya ehil olmayan biri çekiçle rastgele vurursa kan revan içinde kalabiliriz. Hem zaman hem de kan kaybı.
İyiliğe liderlik edecek bireyler yetiştirmek en büyük idealimiz olmalı. Bir olayla karşılaştığında aklı selim düşünebilecek ve değerlendirme yapabilecek insan toplumun bel kemiğidir. Olayları üç yüz altmış derece çaplı bakış açısı ile görmek ve göstermek hedeflerimiz olmalıdır. Kısaca, tasarladığımız eğitim sürecinden çıkan adam ne düşünür, nasıl davranışlar geliştirir, bunları eğitimin ilk günü planlamalıyız.
Cihad Meriç yazdı
Teknik Öğretmen
Hayatın sıkıcı yönünden başlardım.- insan hem bedenine hem medeniyete tutsak.Anlatım da anlaşır olmak, kavrayışı kolaylaştırmanın esası örneklendirme.Genel anlatımda;- anne/baba üzerine örnekler vermek anlaşılır oluyor. Çünkü bireyin aile ilişkisi ortak nokta dır..!