Şehid Seyyid Kutub'un son eseriydi!

Seyyid Kutub'un, 'İslam Cemiyetine Doğru' kitabı yaklaşık elli yıl önce yazıldığı halde günümüze de ışık tutuyor.

Şehid Seyyid Kutub'un son eseriydi!

Seyyid Kutub’un, yaklaşık elli yıl önce yazılmış, ülkemizde ise Şamil Yayınevi tarafından kırk yıl önce basılmış bir kitaptan bahsedeceğim. Kitabın Mısır’da ilk ne zaman basıldığına dair bilgim yok. Kitabın arka sayfasında yer alan nota göre Seyyid Kutub, eserin birinci cildini müsvetteler haline getirmiş, ikinci cildine başlamadan şehit edilmiş (1966). Bu eser Kutub’un müsveddeler halinde bıraktığı son eseriymiş.

Seyyid Kutub, İslam Cemiyetine DoğruBeşeriyet İslam’ın davetine muhtaç

Kitabın daha mukaddimesindeki paragrafta Seyyid Kutub, günümüzde insanlığın, İslam’ın davetine her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu yazıyor. Günümüzde derken, kitabın güncelliğini hala koruduğunu görmemiz açısından, kitabın yaklaşık elli yıl önce yazıldığını tekrar vurgulamak isterim. Kutub, İslam’ın davetine insanlığın ihtiyacı var derken kastettiğinin sadece Müslüman olmayan ülkeler değil aynı zamanda Hint ve Pasifik’e kadar uzanan Büyük İslam âlemi olduğunu da belirtiyor. Hatta Müslüman geçinen ülkelerin ihtiyacının, diğerlerinin ihtiyacından hiçbir zaman az olmadığına da vurgu yapıyor.

Kutub, beşeriyetin İslam’a ihtiyacını, hastanın doktora ve ilaca olan ihtiyacına benzetmesiyle sunuyor. Hasta, ilaçlarını çok defa fırlatıp atsa da doktordan kaçsa da doktora ve ilaca şiddetle muhtaçtır diyor.

Cahiliye döneminden farkımız yok

C.H. Dinson adlı birinden bir alıntı yapıyor. Bu alıntı da cahiliye döneminin tasviri var. (Cahiliye döneminin tarifini bilmeyen yoktur sanırım) Her ne kadar sebepler ve şartlar değişmişse de yapılan tasvirle bugünkü zamanın hiç fark olmadığını söylüyor.

Avrupa ve Amerika’nın 16. yüzyıldan başlayarak 18 ve 19. asırlarda ilah yerine “ilmi” koyduklarını, insanların da bu yeni ilahı fazlaca benimsediklerini ve alternatifi olamayacaklarını zannettiklerini belirtiyor. Ne zamanki 21. asra gelinir bu ilah, bazı şeyleri açıklayamaz olur. İnsanlığı sadece madde üzerinde düşünmeye sevkeden ilim, atomun parçalanması karşısında ilk büyük darbesini alır. Böylelikle ilim ilaha karşı olan inanç sarsılır. İnsanlara yeni bir ilah lazımdır. Bu sefer Amerika üretim, mal ve lezzetten (kitapta geçtiği şekliyle: istihsâl, mal, lezzet) oluşan üçlü bir ilah sistemi kurar. Amerika böyle yaparken Rusya, Allah’ın birliğini inkâr ederek Karl Marks’ın ilah edinir. Bu ilahlar arasında büyük bir boşluk oluşur ve insan kaybolur bu boşlukta. Kutub, bu yeni ilahların peşinden akıl gidebilir ama vicdan gidemez diyor. Bundan sonra da ferdi vicdanın, beşeri akılın, hususi manada ailenin, beşeri manada ailenin fert ve cemiyetin ihtiyaçlarını sıralıyor. Beşerin, bizim dinimizin akîdesine muhtaçlığını anlattıktan sonra da Müslümanlara tavsiyede bulunuyor: Madem insanlığın İslam’a şiddetle ihtiyacı var öyleyse kuvvetle ve sebatla, her taraftan zulüm ve kötülüklerle kuşatılsak bile, azmimizi kaybetmeyerek dinimizi anlatmamız gerekiyor.  Yani biz Müslümanların omuzlarında ağır bir mesuliyet var.

Müslümanlara düşen vazifeyi de şöyle tanımlıyor: İlahi risaletin nurlu ışığını omuzlayıp, sahralarda yollarını sapıtan, yeryüzünde dalalete sürüklenen zavallılara doğru yolu göstermek yani beşeriyeti, kokmuş hayattan, çürümüş çamur deryasından selamete çıkararak kurtarmak. Beşerin, bugün olmasa bile bir gün, Allah’ın kelamının hak olduğunu anlayacağı inancıyla da mukaddimesini bitiriyor.

İstikbal İslam’ındır

Mukaddimeden sonraki ilk bölüm  “İstikbal İslam’ındır” başlığını taşıyor. Burada İslam’ın belirli beldelerde söz sahibi olan mahalli bir nizam olmadığını, cihanşümul bir nizam olduğu belirtiyor. Yine yazar, Fransız inkılâbıyla (!) gelen kardeşlik, hürriyet ve müsavat kavramlarından ve bu kavramların İslam’daki karşılığından bahsediyor. Ayrıca komünizm ve kapitalizm düzenlerinden ve bu düzenlerin insanlığa verdikleri zararı anlatıyor. Tabi İslami düzenin bu düzenler karşısındaki üstünlüğünü ön plana çıkararak. Beşeriyet mutlaka İslam’a dönecektir vurgusundan sonra şöyle bir tespitte bulunuyor: Şayet İslam diye bir nizam mevcut olmasaydı, insanlık, yine de onu araştıracak, ona benzer bir nizam bulacaktı. Çünkü komünizm ve kapitalizm gibi bir düzenden sonra insanlık, İslam’ın düzenine sahip olmak için her şeyini seferber ederdi.

İslam şeriatı sabit, İslam fıkhı değişkendir

İslam’ı Nasıl Anlayacağız bölümünde ise İslam şeriatı ve İslam fıkhı arasındaki farktan ve bu iki unsurun İslam cemiyeti için gerekliliğinden bahsediliyor. İslam cemiyeti, daima yenilenen bir şeklin sembolüdür, eskimezliğin ifadesidir. İslam şeriatı sabittir, değişiklik kabul etmez. Şimdi bu iki cümle birbirine tezatmış gibi görülebilir. İnsanoğlunun ihtiyaçları her döneme göre değişiyor, yenileniyor. İslam şeriatı değişikliği kabul etmediğine göre, değişen şart ve ihtiyaçlara uygun bir İslam cemiyeti kurmak nasıl mümkün olur? Burada devreye başka bir kavram giriyor: İslam fıkhı. Evet, İslam şeriatı sabittir, değişik göstermez. Allah yapısıdır. Kaynağı; Kur’an ve sünnettir. Bu iki kaynağın dışındakiler fıkha girer. İslam fıkhı da insan yapısıdır. Zamanın anlayışına göre şekillenebilir. İslam fıkhının bu özelliğinden dolayı İslam, herhangi bir asırda yeni bir medeniyet kurabilir. Bu da İslam’ın cihanşümul bir din olduğunun göstergesidir.

İslam renklere bakmaz

İslam Cemiyetinin Tabiatı bölümde “İslam Cemiyeti” kavramına kapsamlı bir tanım getiriyor Kutub. Ayrıca bu bölümde Avrupa tarihi noktasından, batı cemiyetlerin geçirdiği merhaleler, maddeler halinde sıralanıyor: İlk komünistlik, Kölelik, Derebeylik, Kapitalist rejim, Sosyal rejim ve Komünist rejim. Bu merhaleler kitapta tek tek anlatılıyor.

Kitabın en uzun ve son bölümü  Cihanşümul Cemiyet başlığını taşıyor. İlk paragrafta İslam cemiyetinin neden cihanşümul bir cemiyet olduğundan bahsediyor yazar. İslam cemiyeti, coğrafi hudutlara bağlı kalmaz. Kavmiyetçilikten, milliyetçilikten uzak bir cemiyettir. Irk, renk ve dillere bakmaz. İslam’da üstünlüğü belirleyen esas: Allahtan hakkıyla korkmak ve O’na itaat etmektir. İslam cemiyetini uzun uzun anlatmanın yanında bize bazı cemiyetler hakkında da bilgi veriyor Kutub. Mesela Yahudi cemiyetinde din ve ırk her şeydir. İsrailoğulları dışında bütün milletlere kapılarını kapatmıştır.

Hıristiyan Cemiyeti hakkında ise Hıristiyanlığın, Hıristiyan cemiyetine hâkim olmadığını belirtiyor Kutub. Sebebini de bu cemiyette bulunan nizamların, akîdeye değil, beşeri kanunlara dayanması olarak gösteriyor.

Kime itaat edeceğiz?

Kitabın son sayfasında yer alan cümleler, Seyyid Kutub’un kitabı, özellikle kendi halkını bilinçlendirmek için yazdığını belli ediyor. Kutub, İslam nizamında idarecilerin, din adamlarından hüküm almadıklarını, aynı zamanda da din adamlarına herhangi bir ilahi hak verilmediğini vurguluyor. İdarecilerin serbestçe yapılan biat neticesinde ancak idarecilik hakkında sahip olabildiklerini, Allah’ın şeraitini infaz ettikleri müddetçe de itaat edileceğini aksi takdirde itaat etmenin gerekmediğini yazıyor. Fizilâl-il-Kur'an'ın yazılma sebebi; Cemal Abdülnasır tarafından Müslüman Kardeşler’e yapılan darbeye karşı halkın sessiz kalması idi. Burada da sanki halka şöyle diyor: Siz bir hadis biliyorsunuz evet, ama o hadisi yanlış anlıyorsunuz. Hadisi kitapta yer aldığı şekliyle vereyim: “Başınıza Habeşli bir köle bile getirilse, aranızda da Allah’ın kitabıyla hükmettiği müddetçe dinleyiniz, itaat ediniz” Tamam, başınızdakine itaat edin ama hadisteki detayı da unutmayın: “Aranızda da Allah’ın kitabıyla hükmettiği müddetçe dinleyiniz, itaat ediniz.” Açık açık yazamasa da şöyle demek istiyor sanırım Kutub halkına: Gördünüz işte Allah’ın kitabıyla hükmetmiyor Cemal Abdülnasır. O zaman neden itaat ediyorsunuz.

Meryem Uçar tavsiye etti

YORUM EKLE