Cemil Meriç Proudhon’dan bahsederken onu çağının en büyük düşünce adamlarından biri olarak tanımlar. Ülkemizde solun, bu dürüst ve samimi insana kulaktan düşman olduğunu belirttikten sonra şöyle der: “Kiliseleşen sosyalizmin hür tefekküre tahammülü yoktur.”
Proudhon’u önemli kılan şey, onun modern Batıda mülkiyete felsefi olarak karşı çıkan ilk düşünürlerden biri olmasındadır. “Mülkiyet Nedir” adlı eseri, verdiği kavganın dört başı mamur bir abidesi gibidir. Beş bölümden oluşan kitabın temel özelliği tarihsel bir metin olması... Kitapta tartıştığı şey daha çok toprak mülkiyeti ve bu mülkiyetin kaynağı vb. konular.
Devrim mi ilerleme mi?
Kitabın ilk bölümünde, yapacağı eleştirinin metodu üzerine konuşan Proudhon, burada öncelikle bir devrim tanımlaması yapar: “Maddi, manevi veya sosyal herhangi bir konuyla ilgili fikirlerimizde, yeni gözlemler neticesinde baştan aşağı bir dönüşüm olduğunda, düşüncenin bu hareketine ‘devrim’ derim ben. Şayet fikirler değişiyor veya kapsam kazanıyorsa, o da ‘ilerlemedir’” der. Bundan ötürü 1789 hareketini devrim değil bir ilerleme olarak görür; çünkü bu hareketin sadece itiraz meraklısı olduğunu, ortaya yeni bir şey çıkarmadığını, sadece kurumları geliştirdiğini ima eder.
Demokrasi: Çoğunluğun tahakkümü
1789 hareketinin krala ve aristokrasiye karşı yapılan bir ayaklanma olduğunu, ayaklanmanın sebebinin iktidarın bir kişinin elinde bulunması olduğunu söyler. Yıllarca monarşiden bıkan halkın demokrasi istediğini, monarşinin tek insanın, demokrasinin halkın egemenliği olduğunu, her iki durumda da yasanın değil insanın egemenliğinin, aklın değil tutkuların egemenliğinin söz konusu olduğunu belirtir. 89 hareketi insanın egemenliğini hukukun egemenliğine çeviremediği için sadece ilerlemedir, devrim değil.
Modern demokraside Cenevre yurttaşı peygamber, toplumsal sözleşme ise kutsal kitap bellenmiştir.
Kilise, Hz. Mesih’in mirasına ihanet etti
Dinde putperestlik, devlette kölelik, özel hayatta hazcılığın kurumlarının temelini oluşturduğu Roma’da sadece efendilerin adaletinin olduğunu hatırlatan Proudhon, Hz. Mesih (as) ile artık adaletin sadece efendiler için değil köleler için de olacağını söyler. Bunun başlı başına bir devrim olduğuna vurgu yaptıktan sonra kilisenin bu mirasa ihanet ettiğini dile getirir. Kilisenin/ruhbanların Hz. Mesih’in vazettiği yönetim ve ahlak ilkelerinin pratik sonuçlarına önem vermektense, onun nerede doğduğuna, doğum gününe, nereden geldiğine dair spekülasyonlarla uğraştığını, bu nedenlerden dolayı da ilahiyatın/Hıristiyan teolojinin ‘sonsuz saçmanın bilimi’ haline geldiğini iddia eder.
Ve bombayı şu sözlerle patlatır: “Kölelik nedir dersem, basit bir şekilde ‘cinayettir’ dendiğinde kimsenin itirazı olmaz. Ama ‘eğer mülkiyet nedir?’ diye sorduktan sonra cevabımı ‘hırsızlıktır’ şeklinde verirsem beni ne halk ne de hükümet anlayamayacak.” Buna rağmen o söyleyeceğini yine de söyler: “Mülkiyet hırsızlıktır!”.
Mülkiyet nedir?
Roma hukukunda olduğu gibi Napolyon kanunnamelerinde de mülkiyetin aynı tanımlandığını söylüyor: “Mülkiyet, şeyleri mutlak şekilde tasarruf etme ve faydalanma hakkıdır.” Her iki tanımda da mülkiyetin mutlak bir tasarrufa atıfta bulunduğunu dile getiriyor. Ve kendi döneminde mülkiyetin en büyük elemanı olan toprak ve toprak ürünleri üzerine tartışmayı sürdürüyor.
Mülkiyet kimindir?
Herhangi bir şey üzerine mülkiyet iddia edebilmek için o şeyin kendisi tarafından oluşturulması / yaratılması – Proudhon gâvuru, ayrıca yaratmak yoktan var etmek değildir, yoktan var etmek ‘İbda’ ile karşılanır- koşuluna bağlıdır der. Toprak üzerinde emek sarf eden insanın toprağın ürününe sahip olması kadar doğal bir şey olamayacağını söyledikten sonra şu ayrıma dikkat çeker: Toprağı tanrı yarattı, yani o tanrının mülkiyetidir ve tanrı da onu tüm insanların hizmetine eşit olarak sunmuştur.
Topraktan ürün alanın toprağın maliki olmasını, aynı kıyıda yanındakilerden daha fazla balık tutan balıkçının tüm kıyı üzerinde mülkiyet hakkı iddia etmesi kadar saçma bulur. Toprağın, kıyının kamusal olduğunu ve kimsenin, hatta hükümetin bile, bunlara sahip olamayacağını söyledikten sonra şunu da ekler ‘ürünler üzerindeki hak özel, üretim araçları üzerindeki hak ise kamusaldır.’.
Bireysel emek- kolektif emek
Aynı zamanda bireysel emek - kolektif emek ayrımı da yapan Proudhon, iş sahiplerinin işçilerin yevmiyelerini verdiğinde sadece bireysel emeğin ücretini ödediğini ama kolektif emeğin karşılığının verilmediğine vurgu yapar. ‘Yirmi gün çalışan bin adamın emeği, elli beş yıl çalışan tek adamın emeği üzerinden ödeniyor. Peki, ama tek başına birisinin bir milyon asır çabalasa da başaramayacağı şeyi bin kişi yirmi günde başardığına göre, bu alış veriş hakça mıdır?’ diye sorgular.
Toplum fertlerinin farklı farklı kabiliyetlere sahip olmasının eşitliğe aykırı olmadığını bilakis eşitliği sağladığını iddia eder. Zira toplumda yüksek değerde ürün üreten insanlar –sanatçılar, şairler, doktorlar vb- ürün vermeye başlayıncaya kadar toplumun diğer fertleri tarafından üretilenlerle geçimini ve birikimini sağlar. Toplumun birikiminde de düşük değerde ürün üreten insanlar –çiftçiler, işçiler vb- büyük katkıya sahiptirler. Böylece düşük değer üretenler ile yüksek değer üretenler arasındaki harmoninin eşitlikle sağlandığını öne sürüyor.
Sadece çeviri için bile okunur
Özellikle sosyal bilimlere dair yayınlanan kitaplardaki en büyük sorun: Dil. Yani çeviri problemi. İş Bankası yayınlarının Devrim Çetinkasap’a yaptırdığı Proudhon’un bu çevirisi uzun zamandır rastlamadığınız türden. Kitabı okurken sanki Proudhon’un değil de Cemil Meriç’in bir kitabı varmış elinizde gibi gelebilir. Yani bu kitap sadece ‘güzel bir çeviri nasıl olur’a yanıt olarak bile okunabilir.
Erdal Kurgan yerin ve göklerin mülkiyeti Allah’a aittir diyor