Kendisinde birazcık irfan ve bir parça da felsefe merakı olanların uğradığı bir ülkedir Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri. Batıda gene bu gibi meraklarla gönlü depreşenlerin İslâm’a girdiği kapıdır aynı zamanda.
Adına gezgin denecek kadar seyahat etmiş bu yüce Allah velisini anlamak tabii ki herkesin nasibi (harcı) değil. Hatta üzerinde çokça okumalar yapmakla da anlamaya yanaşılacağını düşünmüyorum. İdrakinin boğazına Füsus’ul Hikem durmuş bir sürü entel gördüğüm için rahatça söylüyorum bunu.
Risaleler’in bilhassa nasihatler kısmını daha fazla okuyordum
Zaten Hazret’in kendisi de söylüyor üst dil kullandığını, henüz Füsus’ul Hikem’in ilk cümlelerinde. Üzerine birçok arif ve velinin de şerh yazdığı, bu manâen kocaman eserini Peygamber Efendimizin manevi emri ile kaleme aldığı ehline malumdur.
Fakat birebir anlamamasına rağmen dilinden ayrı bir keyif aldığı için zevk edenler var. Onlardan biri de bendeniz. Bir ara tam bir açgözlülükle nerde bir eserini görsem aldım eve getirdim. Bu süreç içerisinde bir keresinde daha önce almış olduğum bir eserini tekrar almıştım. Durum o kadar vahim yani.
Sonra Sakarya’da Tozlu Camii Çarşısı’ndaki bir kitabevinden Kitsan’ın bastığı üç ciltlik Risaleler’ini de eve getirdim. Her gün kısa kısa zevk ediyordum. Bilhassa nasihatler kısmını, gayet açık olduğu için daha fazla okuyordum. Yengem Nur cemaati sohbetlerine bir dönem devam etmiş o meşrepte bir hanım. Rafta üstünde “Risaleler” yazan mor kapaklı bir kitap (malum Nur Risaleleri genelde kırmızıdır) görünce ilgisini çekmiş olacak ki almış okumaya başlamış. Böylece bir Nur talebesi de İbn Arabî okumaya başladı. İyi bir şey mi bilmiyorum.
Sâliklere yolculuk esnasında tecelli edecek sırları açıklar mahiyette bir risale
Bendeniz böyle kendime ve istemeden başkalarına sebep olurken geçen günlerde, İnsan Yayınları tarafından basılan İbn Arabî’nin İttihâdü’l Kevnî isimli eserini elime aldım. Okudum, hazmetmeye çalıştım. Neyi, ne kadar doğru öğrendim Allah bilir. Hem zaten buradan çıkardığım indî mütalaalarımı başkalarına dayatmadığım için de pek mahzur görmüyorum.
Mevzubahis kitabı İbn Arabî Hazretleri Konyalı bir arkadaşının sorularını cevaplamak maksadıyla kaleme almış. Sâliklere yolculuk esnasında tecelli edecek sırları açıklar mahiyette bir risale. İbn Arabî, seyahat ettiği şehirlerde sohbet meclislerine katılır, tartışılan bir konu çözüme bağlanmazsa o gece hemen bir risale kaleme alır, o risaleyi evin sahibine bırakır ve yoluna devam edermiş. Bu sebepten eserlerinin adedinin üç yüz ile beş yüz arasında değiştiği söylenir.
Konuyu epey dağıttım. Diyeceğim o ki; yukarıda “İbn Arabî’yi anlayabilir miyiz” sorusunu sormuştuk kendimize. Bu risalede şöyle bir paragraf geçiyor, keşfi anlattıktan sonra şöyle diyor; “Benim ne demek istediğimi, yani bu suretlerin ne mana ifade ettiğini ancak bir peygamber ya da sıddıklardan Allah’ın dilediği biri bilebilir. Öyleyse bu konuyla zihnini fazla meşgul etme. Sana içecek bir şeyler sunulursa, o zaman iç.” diyor.
Dönüp tekrar düşünelim öyleyse. Neden her şeyi bilmek istiyoruz. Ve bu bilmek, ekseri övünmek için kullanılıyor. Tüketim toplumu olmak, tüketen insan olmak zokasını yuttuktan sonra hakkını vermeden maymun iştahıyla her şeye atlamak ne kadar doğru. Bütün bu ilimlerin, bilmeklerin de bir nasib olduğunu evvela kendime, âhiren okuyucuya hatırlatmak isterim.
Ahmed Sadreddin yazdı