Alman efsanelerinden ilhamla Faust adını verdiği romanında Goethe, modern insanın trajedisine ayna tutar. Gelenekle modernizm arasında sıkışıp kalan insanın buhranlarını, bunlarla hesaplaşmasını ve yeni düzene intibakını Faust karakteri üzerinden tasvir eder. Goethe’nin Faust’un ilk cildini 20 ve ikincisini de 40 yılda yazdığı herkesin malumu. Yani 83 yıllık ömrünün 60 yılını bir romana harcar. Peki neden?
Bu soru Mustafa Özel hocaya ait. Cevabı için de yine kendisine müracaat ediyoruz. Hoca, Bilim ve Sanat Vakfı'nın 2017 Yaz Seminerleri çerçevesinde yaptığı “Edebiyat ve Hukuk” başlığını taşıyan sunumunda (ve tabii Roman Diliyle İktisat kitabında) bu konuyu etraflıca ele alıyor.
Konuşmasının devamında Goethe ile ilgili soruyu farklı bir boyuta taşıyarak şu şekilde tekrar soruyor Mustafa Özel: “Peki, o çaptaki bir adam, iki ciltlik bir romana neden bütün ömrünü harcasın?”
Bu sorunun ardından “Goethe kimdir” kısaca hatırlamak zorunlu hale geliyor meselenin künhüne varmak için. Johann Wolfgang Von Goethe (1749-1832) iyi bir eğitim almış. Fransızca, İngilizce, Latince, Yunanca ve İtalyanca biliyor. Ayrıca çello ve piyano dersleri almış. Leipzig'de hukuk okumuş. Profiline baktığımızda karşımızda bir roman yazarından çok daha fazlası durmakta. “Hezarfen” olarak nitelenen Goethe iyi bir ressam, hukukçu, politikacı ve bir doğa bilimcisi.
Goethe’nin çapını doğru ölçmek için -kendi birikimi ve sahip olduğu vasıfların yanında- dostlarına ve yakın arkadaşlarına bakmak yeterli aslında. Onun hayatında en fazla etki bırakan iki isim Johann Gottfried von Herder ve Johann Gottlieb Fitche. Yani Alman idealizminin köşe taşları…
İsterseniz şimdi sorumuzun cevabına gelelim. Mustafa Özel, Goethe’nin niçin bütün hayatını bir romana adadığını izah için önce bir modernite tarifi yapıyor: “Modernlik üç kurgunun iç içe geçişidir bana göre, iktisadi kurgu (kâğıt para), siyasi kurgu (ulus), kültürel kurgu (roman).” Kâğıt para, ulus ve roman biri olmadan diğeri olmayacak bir sacayağıdır Mustafa Özel’e göre. Kâğıt parayı anlamayan, ulusun künhüne vakıf olamaz. Roman okumayan, ulusun realitesini kavrayamaz. Ulusu tanımayan da romandan yeterince zevk alamaz.
Bu defa ruhunu şeytana satan devlettir
Faust’un birinci cildinde fert ile şeytan arsında yapılan büyük pazarlığa şahit oluruz. Birey mutlak haz ve hakikate ulaşmak uğruna şeytanla pazarlığa oturmuştur. İkinci ciltte ise pazarlık şeytanla devlet arasında gerçekleşir ve bir akitle neticelenir. Dolayısıyla ikinci ciltte ruhunu şeytana satan devlettir. Bu açıdan ikinci cilt kapitalizmin ne olduğuna, açmazlarına ve bu açmazlardan nasıl çıkılabileceğine odaklanmıştır diyebiliriz.
İkinci ciltte müflis bir imparatorluk vardır karşımızda. Sokaklarda ekonomik sıkıntılar yüzünden patlak vermiş isyanlar boy gösterirken, kral sefahat âlemlerindedir. Ancak silah sesleri kapısına dayandığında anlar gidişatın ciddiyetini. İsyanın sebebini sorunca askerlerin uzun bir süredir maaşlarını alamadığını öğrenir. Bunun sebebini sorduğunda ise şu cevabı alır: “Simyacılarında iş yok, altın yapamadılar, gelirler de azaldı.” Kral böylesi büyük bir çıkmazdayken Mefisto girer sahneye. Ve bir anlaşma teklif eder.
Anlaşmanın mahiyeti ise şöyle: İmparatorun önüne bir kâğıt parçası bırakılıyor ve imzalaması isteniyor. Hafif kafayı bulduğu için imparator ne olduğunu da tam anlayamıyor bunun. “Bu kâğıda imza atacağımda ne olacak?” diye soruyor. Aldığı cevap: “Sizin yerin üstünde birçok probleminiz var, altınınız yok. Ödeme yapamıyorsunuz ama yeraltı sizin. Dünya kadar maden var.” Böylece yeraltındaki madenleri teminat göstererek kâğıt parayı kullanıma sokuyorlar. İmparatorun imzaladığı belgeden on binlerce çoğaltıp askerlere maaş olarak dağıtıyorlar. Romana göre kâğıt paranın tedavüle girmesi Mephisto’nun müdahalesiyle gerçekleşir. Böylece imparatorluk için yeni bir dönem başlamış olur. “Aslında bu yeni bir hukuk sistemine geçiştir.” diyor Özel, bahsi geçen anlaşma için.
Mustafa Özel’e göre yeni iktisat sistemin temeli kâğıt paradır. Kendisi para değildir aslında, bir simyadır. Simyacıların binlerce yıldır başaramadığını modern iktisat başarmıştır bu anlamda. Değersiz bir kâğıt parçasını altına çevirebilmiştir. Ayrıca Alman efsanelerinin kahramanı olan Faust’un tabiatüstü güçlere sahip bir simyacı olduğunu da araya sıkıştıralım.
Mustafa Özel’e göre Goethe, “Bunu yeni iktisat sisteminin ve adalet sisteminin temeli haline getiren olayı en iyi dramatize eden en iyi tefekkür diline aktaran” kişidir. O, bu yönüyle 19. yüzyılın en büyük iktisatçısıdır. Çünkü Goethe ünlü eserinin ikinci cildinde kapitalist sistemin varacağı noktayı resmetmiş, yani kapitalist girişimcinin emekle ilişkisinin mahiyetini gözler önüne sermiştir. Bu sebeple Faust, kendisinden sonraki 200 yılın hikâyesi olarak okunmalıdır.
Modern devletin kâhinleri
Mustafa Özel’in sunumundan çıkan neticeye göre romanlar yeni sistemin (modernitenin) manifestosu adeta. Yazarları da teorisyenleri... Taşları döşenmeye başlanmış bir yolun varacağı noktayı işaret etme, hatta bunun da ötesinde onu kurgusal bir şekilde betimleme vazifesini omuzlamış görünüyorlar. Tıpkı kadim dönemde krallara danışmanlık yapan kâhinler gibi gelecekten haber veriyorlar. Hatta bir adım ötesi onu biçimlendiriyor…
Bazılarımızın kafasını şu soru kurcalayabilir: Bir romana bu kadar büyük bir paye biçmek biraz fazla değil mi? Bu çıkarım, iktisadın Mustafa Özel’in uzmanlık sahası olmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Neticede okuduğumuz kitapların bize söyleyeceği şey biraz da bizim kabımızla alakalı öyle değil mi?
Bu noktada Cemil Meriç’in Kırk Ambar kitabında roman hakkında yaptığı değerlendirmelere başvurabiliriz. Cemil Meriç’e göre roman “… dertli bir toplumun ifşaları ve özleyişleridir.” 19. yüzyılda ortaya çıkması da tesadüfi değildir. Eski düzen tamamen bozulmuş ama yerine yenisi tam olarak ikame edilememiştir. Böyle bir ortamda romanın büyük bir misyonu vardır: “Toplumun bütününü tasvir etmek, hatta kabilse ıslah etmek büyük romancının ortak amacıdır.”
Goethe’nin yaşadığı dönemde Alman toplumunun vaziyetine baktığımızda büyük bir kriz haline şahit oluruz. Sanayi devriminin ardından dünyanın dört bir tarafını sömürgeleştiren İngilizler ve Fransızlara mukabil Almanlar onlarca prensliğe bölünmüş durumdaydı. Enselerinde hissettikleri Fransız tehdidine ve hatta işgaline karşı yapabilecekleri tek şey vardı: ulusal birliği sağlamak ve bir an önce yeni sisteme, yani modernizme intibak etmek.
Bu Goethe ve arkadaşları için bir varoluş mücadelesiydi. Arkadaşları Herder ve Fitche bu krizi aşmak için ürettikleri çözümleri felsefi ve teorik eserlerle ifşa ederlerken, Goethe roman yazmayı tercih etmişti. Hepsinin dertleri de amaçları da modern bir Alman ulusu inşa etmekti.
Cemil Meriç’e göre yüklendiği bu misyon sebebiyle edebi tasvirlerle yetinmez roman. Hayale hapsolmak istemez, o düpedüz gerçeği dile getirmenin peşindedir. Bir toplumun, bir çağın, bir medeniyetin bütününü avucunun içine almak ister. Bu sebeple sosyoloji, iktisat, psikoloji, felsefe her alana el atar. Bazen de tarihin yerine geçer. Yeni fetihler peşinde koşar.
Roman edebi bir tür olmakla birlikte, romancının amacı sanatçıdan farklılaşmıştır artık. O güzeli değil, kendisini aramaktadır.
Konuşmanın tamamını izlemek isteyenler için:
https://www.youtube.com/watch?v=P5iBhA7mvsU&t=81s
Munise Şimşek