Müslümanların içine düştüğü hâlin izahı

"Bu toplumda etliye sütlüye karışmayan neme lazımcılar çoğunluktayken birlikte bindiği geminin su alıp batmasından endişe eden, sorumluluk bilincinde olan emr-i bilmaruf ve nehy-i anil münker görevini yapanlar nedense azınlıktalar ve nerdeyse onlara da engel olunmaktadır." Yusuf Karagözoğlu yazdı.

Müslümanların içine düştüğü hâlin izahı

Müslüman olduğunu iddia eden bir toplumun içine düştüğü acıklı hâli anlatmak zor olacak sanırım. Hani Samuel Smiles der ya "Sözde ve harekette doğruluk karakterin belkemiğidir" diye! Bu sözün yansıması olarak inandıklarını yaşamayan toplum bir süre sonra yaşadıklarına inanmaya başlar. Öncelikle toplumu ahtapot gibi saran uyuşturucu, içki, kumar, zina, faiz, hırsızlık, rüşvet, adam kayırma, israf vb. helal ve haramlara dikkat edilmediği durumlarda namus, vicdan ve ahlâkın kalmadığı daha net ortaya çıkıyor. Ağzına kadar günahlara ve haramlara batan bir toplum duruyor karşımızda, üstelik alenen günahları işleyenlerin ebeveynleri Müslüman, bunların kimliklerinin din hanesinde de İslâm yazıyor, konuştuğunda da Elhamdülillah Müslümanım demeyi ihmal etmiyorlar. Müslüman bir ülkede camilerde vakit namazlarında saflarda “Müslümanım” diyen kimseleri pek göremiyoruz, lakin okul köşelerinde esrar-eroin satanları, sokak aralarında uyuşturucu müptelası olanları, ailelerin ihmal etmesinden dolayı içkili kafelerde gününü gün eden, fuhşa itilen gençleri görmek üzüntü ve kaygı vericidir.

Konuşma tarzından saç stili ve giyim kuşamına kadar her alanda mankenleri, şarkıcıları, futbolcuları ve mafyayı örnek almaya çalışan, kitap okumayan, kültürsüz, tarihinden habersiz bir gençlik duruyor karşımızda. Bunun sonucundaysa doğal olarak paraya, mala, şöhrete ve güce kul-köle olan kişiler yetişiyor, ne acı bir tablo değil mi? Tüm bu suçların temel sorumluları aile ve arkadaş çevresidir; ancak onlar dışında kardeşleri yokluktan yiyecek bulurum umuduyla çöp kutularını araklarken, kendileri de çevrelerinden habersiz bir şekilde garip- gurabaya yardım etme gereği duymayan tıka basa yiyip içen, göbek yağını eritmek için spor merkezlerine koşan, bencilce davranıp rahat ve lüks içinde ibadet  eden vurdumduymaz Müslümanlar ile ilmi olduğu hâlde sorumluluktan kaçıp suça itilen kardeşlerine nasihat etmediği gibi tabiri caizse çukura yuvarlanan kardeşlerine bir tekme de kendileri vurmak suretiyle onları kötüleyip etiketleyen Müslümanlar da en az aile ve arkadaş çevresi kadar olmasa da vebal altındadırlar.

Bu toplumda etliye sütlüye karışmayan neme lazımcılar çoğunluktayken birlikte bindiği geminin su alıp batmasından endişe eden, sorumluluk bilincinde olan emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünker görevini yapanlar nedense azınlıktalar ve nerdeyse onlara da engel olunmaktadır. Nedense toplumda ses çıkarmayan, kendi hâlinde, başkasının derdiyle ilgilenmeyen bireyler destekleniyor görüntüsü var. Bir yerde herhangi birisine zulüm yapılırken inançlı olan kişiler bile! Oturup izlerlerse, ses çıkarmazlarsa ne kadar mesafe alınabilineceğini varın siz düşünün!

Kardeşine yapılan zulme karşı çıkmayıp adaletin tesisine yardımcı olmayan Müslümanlar unuttular mı yoksa “Hayır ve takva üzere yardımlaşın, fakat günah ve düşmanlık üzere değil” (Maide/2) ilahi fermanını. Bununla beraber gücü ve imkânı olduğu hâlde şartlarını zorlamayıp kendisine yapılan zulüm ve haksızlıklara eyvallah edip ses çıkarmayan, tabiri caizse sağ yanağına vurulduğunda sol yanağını çeviren kimseler (Nisa/97) ayeti kapsamında günah içindedirler. Maalesef bizim Müslümanların ekserisi dilsiz şeytan rolünü oynuyor; beş vakit namazın farz olduğu  biliniyor da haksızlıklara karşı gelmenin, adaletin yerini bulması için uğraşmanın farz olduğu nedense unutuluyor. Bu konuda cesareti ve vicdanıyla yakın tarihe adını yazdıran Rachel Corrie bizlere örnek olabilecek bir şahsiyettir.16 Mart 2003 yılında Filistinli bir doktorun evinin yıkılmaması için kendini İsrail buldozerinin önüne atarak ölüme  meydan  okuyan, hayatı pahasına haksızlığa karşı çıkarak  bu vahşete sessiz kalanların yüzüne karşı " Zulüm bizdense ben bizden değilim" diyebilecek kadar cesur ve onurlu Rachel Corrie.  Vicdanını tüm dünya mazlumlarına gölge yapan Racheli egoist ve hedonist, vicdanı silik Müslümanlar anlayamazlar. Çalıştığı işyerinde yada oturduğu mekânda yanıbaşındakine yapılan zulme sessiz kalanlar kolaycılığa kaçıp pankart açarak İsrail'i kınıyorlar; kim duyacak sizi? söyler misiniz. Yüreğiniz yiyorsa gidip Çeçenistan'da, Doğu Türkistan'da, Filistin'de cihad edin de göreyim sizleri! Sözüm ona bazı İslâmi STK, dernek ve vakıflar sadece tabelada kalıyorlar veya kendilerini riske atmaktan kaçıyorlar. Işte bunlar için medyatik olmak kolay, ama savaşıp gazi yada şehit olmak çok zor; üstelik yaşadıkları Müslüman bir ülkede yanıbaşlarındaki 28 Şubat mağduru binlerce Müslüman kardeşlerine haksızlık yapılırken,  bir gün yürüyüş yapıp pankart açtılar mı? İktidar muhafazakârların elinde olmasına ragmen, 28 Şubat Zulmü hâla devam etmektedir. Ne dersiniz? Yoksa sadece kendilerine Müslüman, başkalarına kör ve sağır olanların yiğitlikleri kabına sığmıyor mu? Biraz açık sözlü, mert olsunlar da sözlerinin itibarı olsun! Yaptıklarının kıymeti bilinsin, bu arada ellerini taşın altına niye koymadıklarını da bilelim.

İhmalkârlık ve sorumsuzluk had safhada olduğundan günahlar adeta sıradanlaştı, Müslüman bildiklerimiz şuursuzlaştı! Rock müziği yarışmasına katılan imamlardan tutun da içki reklamında oynayan, Milli Piyango satan başörtülülere kadar indi bu melanetlik.  Aslında laik bir ülkede yaşadığımızın farkına varmalıydık; öyle ya Diyanet şans oyununun haram olduğunu söylerken, Milli Piyango idaresi bu haramı devlet eliyle işliyor. Bazen de bakıyorsunuz küçük yaşta çocukların Kuran kursuna gidip dinlerini öğrenmelerine karşı çıkanlar, küçücük yaştaki çocuklarına özendire özendire içki içiriyorlar. Dine düşmanlık geçmişten bugüne hep olmuştur, bunu biliyoruz; fakat asıl anlamadığımız nokta dinsizlerin ekmeğine yağ süren Müslüman geçinenler ne yapmaya çalışıyorlar?  Bilelim ki içinde yaşadığımız taşı toprağı şehit kanlarıyla sulanmış ecdadımızın bize yadigârı olan bu ülke, bugünlere kolay gelmedi!  Söyleyin bana İskilipli Atıflar’ın, Şalcı Bacılar’ın mirasını böylesi gençlik mi devralacak? İthâl kültürle yaşayan, ahlâk ve maneviyatı çökmüş, tarih bilincini yitirmiş, gelenek ve göreneklerini unutmuş kısaca tüm yaşantısıyla avrupai kisveye bürünmüş, batılı düşmanın yaşantısına benzeyen bir gençlik karşımızda duruyor. Evet! Sanki de savaşın düşmana benzemekle kaybedileceğini bize anımsatıyorlar. Işte bu yüzden düşmanın bizimle savaşmasına gerek kalmadı! Yeni kuşaklar yaşam tarzıyla düşmana benzemekle meşguller. Heyhat! Gelin görün ki, dini ve vatanı için düşmanla cihad ederek bu toprakları bize miras bırakan ecdadın torunları dans edip bale yapmak, flörtüyle sinemaya gitmekle övünüyor. Flört artık doğal hâle geldi, sevgilisi olmayana garip bakılıyor, aileler engel olacaklarına teşvik ediyorlar. Bir kimse biraz ar sahibi, namuslu ve utangaçsa toplumda hor görülüyor; nerede arsız, utanmaz kişiler varsa toplumun gözbebeği oluyor. Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi "Arsızlığın adını cesaret, zinanın adını aşk koydular; bir neslin ahlâkını işte böyle yediler."

Bazen de çaresizlik ve yokluktan dolayı sistem kişileri suça itiyor. Mesela sistemin çarkı hırsızlığa suça teşvik ediyor, sözkonusu çoğu belediyede zabıta helal yoldan ekmek parası kazanmaya çalışan gariban tavlacı, seyyar satıcıların ekmek teknesine zarar veriyor, evine ekmek götürmesine engel oluyor; öte taraftan milyonları vurgulayan hırsız zenginlerden de vergi alamıyor, gücü zavallıya yeriyor. Unutmayalım ki, 15 Temmuz hain darbe girişiminde bulunulduğu en zor zamanda devlete peşkeş çeken, zevk içinde şımaran Ali Ağaoğlu gibiler gemilerine İngiliz Amerikan bayrağı asarken, gecekonduda oturanlar vatanına, bayrağına sahip çıktılar. Hâlbuki her zaman AVM'lerden alışveriş yapacağımıza birkaç defa da seyyar satıcılardan  birşey alalım, onların  ekmeğinde tuzumuz olsun ki bunların kalplerini kazanıp onları devlete küstürmeyelim. Yoksa gelir dağılımı adaletsizliğinin hakim olduğu toplumdaki fakirlere sahip çıkmadan yetim peygamberin ümmetiyiz edebiyatını yapmanın anlamı kalmayacak. Böyleleri bir de dinle alay edercesine günahı boynuma deyip krediye fetva veren ilahiyatçı hocalar olarak piyasaya çıkıyorlar.

Kadın hukuku konusunda da iktidarın yanlışlığı bariz şekilde görülmektedir. Ne yazık ki, yasalarımız kadınlara pozitif ayrımcılık yapınca boşanmalar arttı, erkekler nafaka vermeye mecbur edildi, aileler yıkılmaya yüz tutuldu, ne gariptir ki eskiden hem örf geleneklerimizden hem de inancımızdan dolayı boşanmalara hor bakılırdı; şimdiyse bu devlet eliyle teşvik ediliyor. Boşanmaların en büyük nedenleri arasında şiddetli geçimsizlik, işsizlik veya ailenin ekonomik durumunun kötü olması ve kadının ekonomik özgürlüğünü kazanmasını sayabiliriz. Sonuçta asli görevi annelik ve ev hanımı olan kadın dengeyi kaybedince aileden yavaş yavaş koparılarak tamamen iş hayatına kendini endeksledi.

Toplumun bilinçaltına işlenmiş yaygın olan yanlış kanaatler var. Sol elle yemek yemeyi günah sayan toplum sağ elle faiz kredisi alıyor, “Haram helal ver Allahım, asi kulun yer Allahım” mantığı hakim.  Üzümünü ye, bağını sorma mantığı ile gelsin de nerden gelirse gelsin gibi tüm mantıklar şeytan mantığıdırlar. Emek ve alın teri dökmeden mal- mülke sahip olmak dinimizce yasaklanmıştır; helal lokma yemeyenin duası ve ibadetleri kabul olunmaz, çünkü haramla beslenenin kanında, damarlarında şeytan gezer. Buna şeytan musallat olmuşken, vesveselerinden nasıl kurtulabilir? O yüzden ibadetlerin kabul olması için ilk şartı helal kazanmaktır, zaten helal kazanç peşinde koşanı dünya gelse yenemez, tıpkı İsmet Özel’in haram yemeyen bir kimseyi yenemezsiniz, dediği gibi. Ama şimdi gelin görün ki helal ve harama en çok dikkat etmesi gerekenler maalesef dikkat etmiyorlar. Insanlara din yerine kültürü, ahlâk yerine bilgisi öğretilince; namaz kılıp yalan söyleyen, oruç tutup haram yiyen bir nesil türedi, namazın beş vakit ama ahlâkın yirmi dört saat farz olduğu unutulmamalıdır.  Helal - harama dikkat etmeden kazanan, elinde imkân olduğunda meydanlarda, "Kahrolsun Amerika, kahrolsun İsrail" deyip slogan atan, bir makam veya bir mevkiye geldiğindeyse emri altındaki Müslüman kardeşinin ayağını kaydırmaya çalışan İslâmcı zevat yada asgari ücrete çalıştırdığı işçilerin hakkını yiyen, emeğinin karşılığını vermeyen, Müslüman geçinen iş adamları nasıl hesap verecekler? Yine çalıştığı devlet kurumunda devletin aracını ailesinin gezmesine ve şahsi işlerine tahsis edenlere ne demeli! Ya da israf edip gösteriş olsun diye beş yıldızlı otellerde umre heyecanı yaşayanlara ne demeli! Öyle ya kardeşleri açlıktan ölürken, kuş sütü eksik olmayan sofralarda gösteriş yapmadan kutsal toprakların iklimini teneffüs etmemek olmazdı.

Sözümüzün hülasası merhum Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’nin ‘Cemaatler cemiyete adam yetiştirir, cemaate değil’ dediğinin tersi bir durum uygulamaya koyulursa, bugün yaşadığımız cemiyete değil de cemaate adam yetiştirilen durum ortaya çıkar. O kadar İslâmi vakıf, dernek, sivil toplum kuruluşu var; ama kaliteli Müslüman nadir yetişiyor, çünkü herkes kendi cemaatini, grubunu, meşrebini düşünüyor; cemiyet veya toplum kimsenin umrunda değil, o yüzden suç oranı düşmüyor, sokak çocukları kimsenin umrunda değil, suça itilen gençlik kimsenin gündeminde yok. Yaşanılan huzursuzlukların, güvensizliklerin, hayasızlıkların, ıstırapların ve sorunların kaynağı, helal ve haram dairesine dikkat etmememizden kaynaklanıyor. Biz toplum olarak ilahi buyrukları yerine getirip yasaklardan da kaçınırsak selamete kavuşur, imtihanın sırrına erip derdimizi kendimize derman biliriz.

Rabbim nesillerimizi ve nefislerimizi tüm şeytanların şerlerinden koru, bizi Sana kul olan, Habib-i Edib'ine ümmet olanlardan eyle. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak etme Ya Rabbi. Amin vesselamun alel murselin velhamdulillahi Rabb’il âlemin.

Yusuf Karagözoğlu

YORUM EKLE

banner36