Mültecilerin Yaşadığını Ben Yaşasaydım Ne Yapardım?

Mültecilik bugün küresel bir insanlık sorunu. Sadece Suriyelilerin veya sadece Türkiye’nin değil. Nasıl açlık, eğitimsizlik, bulaşıcı hastalıklar tüm insanlığın sorunu ise 'vatansızlık' da tüm dünyanın sorunu.

Mültecilerin Yaşadığını Ben Yaşasaydım Ne Yapardım?

Mülteciler hakkında yazı yazmak aslında hiç haddime değil. Ama rica değer verdiğim yerlerden gelince kırmak istemedim. Mültecilik kavramıyla yolum Suriye Savaşı’ndan sonra kesişti. Rallilerden tanıdığım bir Suriyeli arkadaşım bir gün beni arayıp, “Burcu evimiz, arabamız çok, halimiz çok iyi biliyorsun ama maalesef her şeyi bırakıp gitme zamanı geldi. Abimin ve annemin hayatı artık tehlikede, her şeyi bırakıp İstanbul’a geliyorlar. Bir süre kalıp bakacaklar duruma.” dediğinde ise bir ailenin yaşadıklarına ilk kez yakından şahit oldum.

Önce onlara bir ev kiralamaya çalıştık. Paraları cebindeydi, eğitimli insanlardı, medeni bir şekilde ev kiralamak istediler, ben de onlara kefildim. Ama günlerce aramamıza, benim onlara kefil olmama rağmen Suriyeli olduklarını duyunca fiyatlar bir anda üç katına çıkıyordu veya ev sahipleri evlerini kiraya vermekten vazgeçiyorlardı. En sonunda Allah razı olsun aynı sitede oturan emlakçım arkadaşımın abisine evini açtı, ben de annesine. Altı ay misafirimiz olduktan sonra bir makul ev sahibi bulup evlerine taşınabildiler.

Bu anlattığım sonra derece rahat imkanları olan bir ailenin hikayesiydi. Ama insanların onlara tavırlarını, normal insanlar gibi ev kiralamaya çalışırken onları ezmelerini, “Suriyeli” kavramının başka bir anlam kazanmasını bire bir şahit olarak yaşadım. Sonra kendimi onların yerine koydum, vatansız kalmanın acı boyutunu anlamaya çalıştım. Sonra bir de imkanı olmayan veya imkanlarından bir tutam bile getiremeden Türkiye’ye kendini can havliyle atmış olan aileler tanıdım. Sonra mültecilik kavramını daha yakından tanıdım.

Suriye’ye gittim. IHH’nın oradaki insanlara ekmek ulaştırmak için verdiği çabalara şahit oldum. Kamplarda yaşayan mülteci aileler ile sohbet ettim. Türkiye’de Şanlıurfa’dan, Hatay’a farklı bölgelerdeki birçok resmi ve gayri resmi kampı ziyaret ettim. Ziyaret etmekle kalmadım, çadırlarında misafir kaldığım aileler oldu. Bu ailelerden bir kısmı hala çadırlarda, bir kısmı şehre karıştı, bir kısmı ise hayati tehlike devam etmesine rağmen memleketine geri döndü. Hepsini anlamaya çalıştım. Memleketine geri dönen aile 4 çocuğuyla onları misafir etmeye hazır ve evini açan birileri olduğu halde “memleketimiz” deyip döndüler. “Diğer tarafta her şeyimiz varken buradayız ama evlatlarımı korumak zorundayım, orası kesin ölüm” diyen bir diğer tanıdığım aile. Her ikisini de yargılamadan anlayabiliyorum. Çünkü “Eğer ki ben onların yaşadığını yaşasaydım ne yapardım?” sorusunun cevabı teorik olarak var olsa da gerçek hayatta yok. Bir de aslında devletin sağladığı imkânlar olmasına rağmen sokakta “Suriyeliyim” deyip dilenen kişiler var. Onları da yargılamamakla beraber hislerim bazen değişiyor. Bazen diyorum ki nakit yardım yapmak yanlış, onları gayri resmi yollara itiyor. Bazen diyorum ki bilmediğim bir hali yargılamadan nakti yardım yapsam ne olur, dilenmek kimsenin isteyeceği bir durum değil.

Mültecilik bir dünya hali

Diğer taraftan ülkesinde doktor, avukat, mühendis olup burada mesleklerini yapamayan mültecileri düşünüyorum. Her mesleğin kendine has bir asaleti var bence. Ama kişi neye emek verdiyse onu yaşamak istiyor, yıllarını harcadığı bir meslekten uzak kalmayı ralli konusunda başımı örttükten sonra kısa bir süre yaşamış birisi olarak belki azıcık onların hislerini anlayabiliyorum. Düşünüyorum doğu ve güneydoğuda onlarca doktor, öğretmen eksiğimiz varken, acaba hem birçok bölgede konuşulan Kürtçe ve Arapçayı bilmeleri sebebiyle acaba daha farklı bize ve kendilerine faydaları olamaz mı?

Kamplarda kalsınlar işte çıkmasınlar, şehre inmesinler” diyenleri duyar gibiyim. Oysa düşünün ki birçoğumuz ülkemizde bile kalmıyor dünya insanı oluyorken, nasıl gencecik hevesli, her şeye rağmen geleceğe umutla bakabilen insanlar kamplarda hapis kalmayı kabullenir ki? Sonuçta mültecilik dünyanın sorunu. Sadece Suriyelilerin veya sadece Türkiye’nin değil. Nasıl açlık, eğitimsizlik, bulaşıcı hastalıklar tüm insanlığın sorunu ise “vatansızlık” da tüm dünyanın sorunu.

Bugün Suriye başta olmak üzere ülkemizdeki mülteciler, yarın belki başka ülkeler aynı sorunu yaşayacaklar. Şahsen 10 sene önce Suriye’ye çekime gittiğimde bana bugünü anlatsalar asla inanmazdım. Diğer yandan mültecilerle vatanını paylaşmak istemeyen vatanlılar var. Onları da anlamaya çalışıyorum. Sonuçta çocuğu daha ucuza çalışan bir mülteci olduğu için işinden olan bir anne veya bir eşi dinlediğimde, gözyaşlarına ve eve ekmek götürememesine şahit olduğumda ona da kısmen hak veriyorum. Bütün bu sıkıntıların anlaşılması ve karşılıklı çözülebilmesi için ise iletişimin artması gerektiğine inanıyorum.

Yeni çözümler bulabiliriz

Çözümler geliştirilebilir. Mesela en azılı mülteci düşmanı ile en kendini anlatabilen mültecilerin bir araya getirilmesi olabilir. Soru cevaplarla birbirlerini anlamaya çalışmaları sağlanabilir. Hükümetimizin aldığı önlem ve çözümleri daha geliştirmesi gerekir. Dünyanın ürettiği çözümlerden “Mülteci Olimpiyat Takımı” çok etkiledi beni mesela. Kendimi yerlerine koydum ve gerçekten bir spora tutunup hayallerime ulaşmak için belki yapayalnız da olsam ümitlerim yeşerebilirdi o motivasyonla. Ama burada da o takımın daha ulaşılabilir ve o takıma akan damarların tüm mültecilere ulaşması için daha fazla çaba gösterilebilir.

Kısmen koşturma içinde hislerimi anlatmaya çalıştım. Mülteci Hakları Derneği’nin kurucu üyesi olarak aslında konuya daha hakim olmam lazım ama elimden geldiğince yaşayarak, hissederek, dokunarak konuya dahil olmaya çalıştım hep. Herkes ucundan azıcık tutsa belki zaten mülteciler kendilerini dünya insanı hisseder ve vatansızlığın acısı biraz daha diner. Mesela dernekteki avukat arkadaşlar birçok ailenin elinden tutmaya çalışıyorlar. Onların hukuki yardım eli, aileleri oluyorlar. Bu işin başka boyutlarına da eminim hepimizin katkıda bulunacak bir yeteneği, alanı vardır… Yeter ki düşmanlık ve öfkeyle değil sevgi ve anlayışla konuya yaklaşalım….

Burcu Çetinkaya, “Mültecileri Anlamak”, Bilimevi Kadın dergisi, Yıl: 2017, Sayı:1 (Nisan-Mayıs-Haziran).

YORUM EKLE