Muhammed İkbal'in gözünden kamu otoritesi

Muhammed İkbal’in 'İslâm Düşüncesi' eseri, Yusuf Kaplan’ın titiz çalışması ile Külliyat Yayınları tarafından yayınlanmıştı. İslam düşüncesinin önemli isimlerinden Muhammed İkbal’in bu önemli metni, üzerinde fazlaca düşünmeyi hak ediyor. Abdullah Said Can yazdı.

Muhammed İkbal'in gözünden kamu otoritesi

Adı “İslâm Düşüncesi” olan bir kitabın değerlendirilmesini yapmak, en az kitabı yazmak kadar zordur diye düşünüyoruz. İlk kez duyulduğunda zihinde birçok meseleye kapı aralayan bu ifade, esas itibariyle bizim kitabı okumamız ve üzerine yaptığımız tefekkür sonucunda, bu metinde çizmeye çalışacağımız çerçeve ile mahiyet kazanıyor. Öyle ki, sadece teolojik bir paradigmadan bakmaya çalışırsak, “İslâm Düşüncesi” dediğimiz mesele; insanlığa gönderilmiş en son, en kapsamlı ve en sistematik varoluş felsefesini izah ederken, siyaset biliminde biraz daha dar bir muhtevaya sahip olup, devletin meşru zemininin nereden geldiği üzerine varsayımlarını ileri sürebilir. Bunun yanında bugünkü iktisat bilimine fazla katkı yapmayarak sadece bir takım temel ilkeler sunar ve zekât, nifak, faiz gibi kavramlar üzerinde durmaya çalışır. Gördüğünüz üzere böyle bir başlık üzerinden yola çıkmak bizleri neredeyse her disiplin hakkında kafa yormaya mecbur bırakıyor. Biz burada kitabın büyük bir kısmını kaplayan siyaset düşüncesine ağırlık vereceğiz.

Muhammed İkbal’in “İslâm Düşüncesi” Yusuf Kaplan’ın titiz çalışması ile Külliyat Yayınları’ndan çıkmıştı. Titiz diyorum, çünkü Yusuf Kaplan hemen hemen her Arapça kelimenin Türkçe karşılığını, kelimenin hemen yanına iliştirmekten, üstelik bunu defalarca yapmaktan geri durmuyor. Bu bir bakıma okuyucuyu yorsa da, çevirmenin işine özen gösterdiğini ifade eden bir unsur. Kitap dört bölümden oluşuyor. Bunlar: “Siyasi ve Sosyal Düşünce”, “İlim Düşüncesi”, “Felsefi ve Tasavvufi Düşünce” ve “Sanat Düşüncesi. Bunların içinden hacim bakımından “Siyasi ve Sosyal Düşünce” en geniş olanı.

Kitabın muhtevası bakımından değerlendirmeye başlamadan evvel ufak bir noktanın altını çizmekte fayda var. Muhammed İkbal, kaleme aldığı makalelerde bilimsel kaygıları taşıyor olmasına rağmen, hiçbir dipnot, referans vs. kullanmamış. Bu tavrın kitabın kimi noktalarında soru işaretleri uyandırdığını söyleyebiliriz.

Kamu otoritesinin meşruiyetinin temeli: Halkın iradesi

Muhammed İkbal’in fikirlerinden bizim en çok dikkatimizi çeken husus İslâmiyet’teki seçim hadisesi ve bu hadise sonucunda ise devlet erkini elinde tutmayı başaran kamu otoritesi. İkbal’in izah etmeye çalıştığı husus, halifenin seçim hadisesi üzerinde şekilleniyor. Kamu otoritesinin meşruiyetinin, başta halkın iradesinden geldiğini söyleyen İkbal, günümüzdeki demokrasinin seçim mantığının doğru ve haklı olduğunu açıklıyor. Seçim sistemi meselesi, mutlak hâkimiyetin sınırları ve tanımı açısından üzerine çokça kafa yorulması gereken mesele. İkbal, makalenin başında, Hz. Ebûbekir’in (ra) halife olması olayına atıfta bulunarak, kendisinin bir iç karışıklığı önlemek için, aceleyle ve düzensiz olarak halife seçildiğini belirtiyor. Hz. Ömer (ra), seçimden memnun olsa da, bu durumun İslâm’da teâmül ve kural haline gelmemesi gerektiğini ifade etmiş. Çünkü o, aksi halde, halkın iradesinin kısmi bir yansıması olan seçimin boşuna yapılmış ve geçersiz olacağını düşünmüş.

Sınırlı iktidar, sınırlı halife

Yine modern siyaset bilimde önemli bir yere sahip olan bir kavramın, Muhammed İkbal’in yorumuyla, İslâm siyaset düşüncesinde nasıl zuhur ettiğini incelemeye çalışalım. Modern siyaset biliminde anayasal yönetim, anayasal sınırlama” olarak bilinen kavram, tıpkı halk seçimlerinde olduğu gibi, iktidarı sınırlamanın bir yöntemi olarak görülür. Birçok modern siyaset bilimci, anayasalcılığın demokrasinin sacayaklarından biri olduğunu ifade ederken, bu yöntemi Muhammed İkbal’de, halifenin toplumun diğer vatandaşları ile aynı statüye sahip olduğu ifadesinde görebiliyoruz. İkbal’e göre halife, herhangi bir şekilde imtiyazlı bir konum işgal etmiyor. Teorik olarak halifenin Müslüman ümmetin diğer mensupları gibi olması gerektiğini ifade eden İkbal, halifeye karşı herhangi bir mahkemenin dava açabileceğini belirtiyor.

Buradan anlaşılacağı üzere kamu otoritesini sınırlamak, şer'î kanunlarda belirtilmiş olmasının yanı sıra, devletin bekası ve halkın refahı için son derece önemlidir. Halifenin sınırlarını bir takım hukuki normlar vasıtasıyla belirlemek, sadece onun değil, ondan sonra gelecek olanların da nasıl bir yönetim biçimi ortaya koyacağını yasal ifadelerle açıklamış olur. Seçimlerin istikrarlı olabilmesi için, halifenin yaşadığı sürece kendi yerine bir başkasını atayamaması, yine bizlerin dikkatini çeken bir başka husus olmuştur. Böylelikle bugün “Ortadoğu” topraklarında gördüğümüz, babadan oğla geçen despotik yönetimlerin önüne geçilir ve her halife için, onun iktidarını meşru kılacak bir seçim uygulanır. Buraya kadar aktarmaya çalıştığımız ilkeler içersinde belki de en mühim olanı, İkbal’in kitabında geçen; “halifenin, yaşadığı sürece kendisinin yerine bir başkasını atayamaması” ilkesidir. Bu ilke bir yandan her halife için adil seçimlerin yapılmasını ön görürken, bir yandan da monarşi fikrine baştan karşı çıkmaktadır. Yine bu duruma, dört halife döneminden örnekler verir Muhammed İkbal ve Hz. Ömer’in kendi oğlunun seçimlere aday olmasını yasakladığını aktarır bizlere. Aktardığımız bu ilkelerin etrafında şekillenecek olan seçime dayalı bir yönetim biçiminin, İslâm toplumlarında istikrarlı, meşru, halkın iradesini bünyesinde barındıran yönetim biçimlerinin oluşmasında tayin edici rolü üstlenmektedir.

Temel ilke: Seçim ilkesi

Muhammed İkbal analizlerinde, Kur’an’da ortaya konan temel ilkenin seçim ilkesi olduğunu önemle vurgulamaktadır. Buradaki “ilke” ifadesi önemlidir; çünkü İslâmiyet’te, ideal bir siyasi yönetim biçiminden bahsedemiyoruz. Bilindiği üzere siyasi yönetimler, tıpkı toplumlar gibi, dinamik yapılardır. Zaman içersinde onlar da, toplumlar, kavimler gibi değişiklikler gösterebilir. Bu bağlamda tarih sahnesinde bir takım yönetimlerin ve sistemlerin uygulanabilir olması, bugün de aynı kaidenin geçerli olduğunu göstermez. Fakat bunun yerine İkbal’in yukarıda bahsettiği temel ilkeler uygulandığı taktirde, öncelikli olan husus tayin edilmiş olur. Şüphesiz ki yönetimde halkın rızasını kazanmak, ilm-i siyasetin en çok ustalık gerektiren kısmıdır. Bu bağlamda her ne kadar modern siyaset bilimi, bu rızayı kazanmanın ideal biçiminin demokrasi, bir takım yaklaşımlar ise liberal demokrasi olduğunu söylese de, bu yaklaşımın biz Müslümanlar tarafından hap gibi alınıp kullanabileceği anlamına gelmez. Başka bir ifadeyle, sistemler olduğu gibi ihraç edilerek, toplumlara giydirilemez. Başta Ortadoğu siyasetindeki karışıklıklar göz önüne alındığında, İkbal’in yaklaşımları, unuttuğumuz şeyleri bizlere hatırlatmaktadır.

Elbette pratik siyasetin, burada zikretmeye çalıştığımız kadar basit olmadığı gerçeğini de atlamamak gerekir. Yoğun ve etkili pratik tartışmalar nedeniyle, teorik tartışmalar her geçen gün daha fazla çaresiz kalsa da, bu durum bizi yukarıda ele aldığımız konuları tefekkür etmekten alıkoymamalı. İslâm siyaset düşüncesi dikkate alındığında Müslümanların birincil görevi, bu meselelere olabildiğince sağduyulu yaklaşmak ve çözüm arayışına girmek olmalı. Bu bağlamda Muhammed İkbal’ın “İslâm Düşüncesi" dikkatle okunması gereken eserlerden bir tanesi.

Abdullah Said Can yazdı

YORUM EKLE