Giddens ve Harvey’de zaman ve mekân algımızın değişimi üzerine
İnsanlık tarihi bir anlamda değişim ve gelişim tarihidir. İlk insan topluluklarından günümüze kadar yeryüzünde yaşamış tüm insan toplulukları yaşadıkları ve içinde bulundukları şartları değiştirip geliştirmeye çabalamışlardır. İnsanın doğa karşısındaki aczi onun doğa ile olan mücadelesinde üstünlüğü ele geçirmek için aletler yapmaya, var olan aletleri geliştirmeye sevk etmiştir. Avcı-toplayıcı ve tarım toplumları ile sanayi ve günümüz post-modern toplumları arasında doğaya karşı girişilen mücadele hem nicelik hem de nitelik olarak belirgin farklara sahiptir. Kırılma noktasının sanayi devrimi olduğunu söylemek mümkün. Sanayi devriminin alet yapımında önceki dönemlere oranla ulaşılan üstünlük, artık kol gücüne dayanmayan enerji kaynakları, seri üretim araçları ile yeni bir safhaya geçildiği söylenebilir.
Rönesans ve reform sonrasında özellikle Batı dünyasında akla ve bilime olan güven zirve noktaya ulaşmış, bunların süzgecinden geçmeyen iddia ve teoriler ciddiye alınmamıştır. Kant’ın, aklını kullanma cesaretini göstermesini istediği ergin olmayan insan, bu dönemden sonra her şeyin ölçütü olmuştur. Aydınlanma düşüncesinin rasyonaliteye dayalı açtığı yolda Avrupa toplumları siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak içerisine girdikleri yeniden yapılanma sürecinin nihayetinde modernleşme olarak literatüre giren evre başlamış oldu. Modernleşme ve türevi olan diğer kavramlarla birlikte geleneksel olandan modern olana doğru seyreden süreç ilerleme, nesnellik, evrensellik, bilim gibi temel belirleyicilere sahiptir.
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra tartışılmaya başlanan modernleşme kuramı, birçok sosyal bilimci tarafından artık aşıldığı, yeni toplumsal yapı ve sorunlara cevap veremediği eleştirilerine maruz kalmış, artık onun aşılması ve yeni bir dönemin habercisi anlamında “post-modern” sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. Yakın dönem tartışmalarda modernizmi günah keçisi ilan edip post-modern dönemin başlangıcını ilan eden peygamberler çoğunlukta olmasına karşın, modernizmin miadını henüz tamamlamadığını savunan düşünürler de mevcuttur. Bunlardan ikisi Jürgen Habermas ve Anthony Giddens’dir.
Post-modernite değil modernitenin devamı
Habermas, modernitenin henüz tamamlanmamış bir proje olduğunu söylerken, Giddens, geç modernite kavramı ile günümüzün post-modern olarak değil ama modernleşmenin bir devamı olarak bu adlandırmaktadır. Bunlara ek olarak David Harvey modernizm ve post-modernizm konusuna Marksist teori çerçevesine kapitalizm eleştirisi ile sonuçlarına dayalı iki yönlü bir tavra sahiptir. Modernizm ve post-modernizm tartışmaları sosyal bilimler alanında öyle görünüyor ki daha uzun süre gündemi meşgul etmeye devam edecek. Bu çalışmada Giddens’in modernleşmenin sonuçları çerçevesinde tartıştığı mekân ve zamanın uzaklaşması ile benzer bir kavramsal çerçeveyi zaman ve mekânın sıkışması tabiriyle daha çok post-modern durumun bir sonucu olarak ele alan Harvey’in bu kavramlar etrafında dile getirdikleri düşünceler üzerinde durulacaktır.
Giddens, modern öncesi ve modern dönem karşılaştırmalarını çok sağlıklı bulmamakla birlikte bazı olgular çerçevesinde bir okuma yapılarak farklılıkların anlaşılabileceğini düşünür. Modern öncesi ve modern dönemin süreksizliğini vurgulayan Giddens, modernitenin değişim hızı ve değişim alanı açısından önceki dönemlere oranla oldukça farklılık arz eder. Risk ve güven kavramlarının her iki dönemde sahip oldukları anlam çerçevesinin farklılığı bu dönemleri karakterize eder. Risk, modern öncesi toplumlarda daha çok doğal afet, bulaşıcı hastalıklar, işgal edilme ya da yağmalanma endişesi vb. idi. Bu risklerden emniyette olmak için de akrabalık, yerel ilişkiler ve dini inançlar önemli bir yer tutmaktaydı. Oysa modern dönemde karşı karşıya kaldığımız riskler gerek sebepleri açısından gerekse açısından oldukça farklıdır. Ulrich Beck’in modern dönem toplumunu tanımlamak için kullandığı risk toplumu kavramına yer yer atıflarda yaptığı çalışmasında her iki dönem arasındaki süreksizlikleri risk, ve güven üzerinden açıklamaya devam eder. Giddens’in Modernliğin Sonuçlarında esas dikkat çeken kısım mekân ve zamanın uzaklaşması olarak değindiği konudur.
Giddens’e göre modern öncesi toplumların zaman hesaplamaları büyük oranda toprağa/yere bağlı idi. Zamanın taksiminde, belirlenmesinde tarım toplumu olmanın da etkisi ile ekim, biçme, hasat, yağış vb. durumlar temel belirleyicidir. Henüz mekanik saatin olmadığı bu dönemde zaman bir şekilde yer ile bağ kurularak ifade edilirdi. Ona göre ne zaman sorusuna nerede eşlik ederdi. Saatin icadı ve takvimin yaygınlaşmasıyla her yerde standart bir kullanımın ortaya çıkması artık yere bağlılığı en aza indirgedi. Dünyanın her yerinde aynı zaman ölçüsünün kullanılması yer/yöreye bağlılığı da aşındırdı. Oysa zamanın yöresel/yerel niteliğinin boşa çıkması, olayın yaşandığı yer ile adeta koparılması, namevcut bir durum ortaya çıkarmaktadır. Modernlik durumlarında yöre/yer gittikçe düşselleşmektedir. Modern dönemde zaman ve mekân tarihin herhangi bir döneminden çok daha fazla birbirinden uzaklaşmıştır. Soyut sistemlere duyulan güven modern dönemin bir özelliğidir. Modern öncesi dönemin yer/yöreye bağlılığı onun maddi ve ulaşılabilir olmasını da olanaklı kılıyordu. Zamanda yapılan işlerin çok hızlı ve artık mekândan bağımsız bir hal alması, toplumsal hayatın iki temel bileşeni olan zaman ve mekânı birbirinden ayırmaktadır.
Zaman ve mekânın sıkışması
Giddens’in modernliğin bir sonucu olarak ele aldığı zaman ve mekânın uzaklaşmasının bir benzerini Harvey’de görmekteyiz. Onun Giddens’ten farklı olarak zaman ve mekânın sıkışması olarak adlandırdığı olay modernliğin aksine post-modernliğin bir sonucudur. Harvey, Postmodernliğin Durumu adlı eserinde zaman ve mekânın insanın var oluşunun temel öğeleri arasında sayar. Ona göre, zaman-mekân sıkışması deneyimi, insanı kışkırtır, heyecanlandırır, strese düşürür, bazen ağır bir tedirginliğe sürükler; dolayısıyla da çok çeşitli toplumsal, kültürel ve politik tepkileri harekete geçirir. İçinde yaşadığımız toplumda kim ve ne olduğumuz zaman ve mekâna bağlı olarak yanıtlanabilir. Zaman ve mekânın gösterimi ve algısında değişiklik toplumsal yapıda da mutlaka değişimleri beraberinde getirmektedir[1]. Çalışmasında Lefebvre’den esinle ve Baudrillard’ın simülasyonunu çağrıştıran üç farklı mekân tasviri yapan Harvey, sırasıyla bunları; maddi mekân, mekânın gösterimi ve gösterim mekânı olarak adlandırır. Mekânın belirleyici oluşundan gittikçe bir belirsizleşmesine doğru bir seyrin görüldüğü bir sınıflama.
Zaman ve mekânın sıkışmasını şöyle açıklar: Mekân ve zamanın nesnel niteliklerinde öylesine devrimci değişimler olur ki, dünyayı görüş tarzımızı, bazen çok köklü biçimlerde, değiştirmek zorunda oluruz. Mekânı, zaman aracılığıyla ortadan kaldıran ulaşım teknolojilerine örnek olarak, bundan birkaç yüzyıl önce yapılan ve bir ay süren bir yolculukta, yolcuların gördükleri ve deneyimledikleri şehir ve yerlerin, bugün bir iki saatlik uçak süresi ile kat edildiğini bu esnada aradaki hiçbir şehir ya da yere temas edilmediğini örnek verebiliriz. İki saatlik uçuş süresince geçilen ve sıkıştırılan mekânlar, ya da sabah kahvaltısı ve akşam yemeğinin farklı ülkelerde yendiği durumlarda zamanın mekâna hükmetmesi, zaman mekân sıkışmasına verilebilecek birçok örnekten sadece birkaç tanesidir. Yaşadığımız gezegenin küresel bir köy halini almasında iletişim ve ulaşım teknolojilerinin insana sağladığı güçle dünyanın küçülmesi devam etmektedir. Mekânın zaman aracılığıyla yok edilmesi olarak zaman ve mekânın sıkışması durmaksızın akan, zaman ve bu zaman içerisinde baş döndürücü değişimi deneyimleyen insanın yersiz ve yurtsuz olarak var olma serüveni olarak görülebilir. Durmak ve düşünmek ya da görmek arasındaki ilişkiyi göz önüne aldığımızda modern ya da post-modern dönem insanının hayatının sürekli bir akış halini aldığını gözlemleyebiliriz. Harvey’in eleştirisinin merkezinde yer alan kapitalist üretim ve tüketim anlayışının zaman ve mekânın sıkışmasındaki etkisi belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Zamanının çoğunu hayatta kalmak için çalışan ve üreten günümüz insanı, çalışma dışı zamanını dinlenip, kendini gerçekleştirebileceği bir vakit yerine boş vakit endüstrilerinin baştan çıkarıcı çağrısına uyarak tüketim merkezlerinde durmaksızın akmaktadır.
Korona virüs yüzünden tekrar mekana bağlanma
Dünya gündeminin ilk sırasına yerleşen koronavirüs salgını ile ilgili alınan tedbirlerin en önemlisi salgının önüne geçmek amacıyla sosyal izolasyonun sağlanması çalışmalarıdır. Bunun için başvurulan çok sayıda önlem ve alınan karar olmakla birlikte en etkili olanı kişilerin evlerinde kalarak dışarı ile temas etmelerini engellemek oldu. Dünyada salgının görüldüğü ülke ve bölge hükümetlerinin neredeyse tamamı vatandaşlarına evde kalmaları konusunda uyarılar yapmaya, bunu sağlamak için birçok yaptırıma başvurdular. Mekâna bağlı kalmanın, mekâna dönmenin bir örneği olarak evde kalma süresince birçoğumuzun gözlemlediği şey etrafımızda olup biten birçok olayı ilk defa görüyor daha doğrusu fark ediyor olmamızdır. Kısa zaman aralıklarında çok fazla yere yapılan hareket ve ziyaretlerin azalması hatta durma noktasına gelmesi, ülkeler ve şehirlerarası gidiş gelişin yasaklanması, zaman büyük oranda şu anda bulunan mekâna, yere ve yöreye bağlı kalması, Harvey’in tabiriyle zamanın mekânı boşa çıkarmaması, mekân ve zaman uzaklaşmasının minimize olması her birimize aslında modernizmin veya post-modernizmin bu baş döndürücü hızını, mekânı silikleştirişini, ağlarla organize olmuş toplumsal yapıyı yeniden düşünmeyi/düşünümsel bir şekilde sağladı.
Giddens’in zaman mekân uzaklaşması, Harvey’in zaman mekân sıkışmasının olarak betimledikleri olayın aksine aslında şu anda tam da vuku bulan uzaklaşma ve sıkışmanın minimize olmasıdır. Söz konusu dönemde baş döndürücü bir hızla akmayan, akamayan zamanın mekân ile paralel seyri, durup düşünme olanağı tanıdı birçoğumuza. Mekânı fetheden zaman yerine mekân ile eş güdümlü bir harekete bürünen zaman algımız Harvey’in dikkat çektiği gibi bu algının yeniden yapılanması, Beck’in ifadesiyle refleksiv modernitenin sonuçları bağlamında kendi üzerine düşünmesidir. Sosyal izolasyon ve evde kalma süreçlerinde dünyada farklı çevre kuruluşlarınca yayınlanan çalışmalarda atmosferdeki hava kirliliği, deniz ve göl sularında berraklaşma, ses kirliliğinin anlamlı seviyelerde azaldığı rapor edilmektedir. Tüm olup bitenler bize zaman ve mekân algılarımız ve diğer tüm konularda yeniden durup düşünmeyi öğütlüyor.
İsmail Aydoğdu
[1] Harvey, kısa süre önce yayınlanan ve koronavirüs salgını etrafında şekillenen makalesinde bu konuya da değinmektedir. //uni-versus.org/2020/03/21/david-harvey-kapitalizm-koronavirus/