Metrekareye düşen kar yahut insan sayısı

"Şimdinin çocukları, özellikle büyük kentlerin çocukları için her ne kadar kar bir eğlence aracı sayılsa da zihninin bir köşesinde insanları mağdur eden, mücadele edilmesi, temizlenmesi, kürenmesi gereken bir kirlilik olarak yer etmektedir." Turgut Akça yazdı.

Metrekareye düşen kar yahut insan sayısı

Çocukların kar kadar eğlenceye çevirdiği başka bir tabiat olayı yoktur sanırım. Toprakla, kumla ve suyla da oynamayı severler çocuklar, kendilerini rüzgârın kollarına bırakmayı da. Ama kar gibi eğlenceye çeviremezler hiçbirini. Yağmurdan top yapamazlar mesela, Şair Hüseyin Akın’ın tabiriyle “yağmurdan adam” da yapamazlar. Ama kardan top yapıp birbirlerine atabilirler, ellerine geçirdikleri bir naylon parçasını, evden aşırdıkları plastik bir leğeni kaymak için kullanabilirler. Bunun için yerde bir miktar kar ve bir yokuşun olması yeterlidir. Kardan adam yaparlar mesela çocuklar. Bir çocuk neden kardan çocuk değil de kardan adam yapmayı yeğler. Olsa olsa fıtrattan gelen bir büyüme arzusunun sonucudur bu. Kız çocukları neden kardan bir kadın, bir anne yapmazlar da çoğu zaman kardan adam yaparlar. Kız çocuklarının babalarına olan düşkünlüğündendir belki bu. Belki de kardan yapılan şekle bir kadın, bir anne inceliği vermenin zorluğundandır. Hem belki kar bir anne için soğuk duruyordur da ondandır.

Her çocuğun bir hikâyesi vardır kardan. Ya da kardan bir hikâye dinlemiştir her çocuk. Babasının aldığı okul çantasını kaydırak olarak kullanıp parçalanan çantanın içinden kaleminin defterinin etrafa saçılıp karlara karıştığı, polyester ağırlıklı okul önlüğüne sırt üstü yatıp uzunca bir pistten kendini bırakarak ağaçlara, kar altındaki çitlere çangallara çarpmaktan son anda kurtulduğu anlar mesela. Ya da boyunu aşan kara kafa üstü atlayıp amuda kalkmaya çalıştığı, sonra da kafası kesilmiş horoz gibi çırpındığı anlar.

Bütün bu anlattıklarım çantasını sırtına alıp okuluna yaya giden, çocukluğunu köyde ya da küçük kasabalarda yaşayan çocuklar için geçerli bir hikâye tabi. Şehirde bunları yaşayabilme imkânı her geçen gün ellerinden alınıyor çocukların. Nasıl ki yürümesi koşması için ayağına “devrim niteliğinde ayakkabılar, inanılmaz çoraplar, müthiş sağlam pantolonlar… Yürüyenleri kayakçı özentisi gibi gösteren ince değnekler bile satılıyor” ve ailesinin refakatinde şehir dışına çıkıp uygun bir yer aranıyorsa yürümek için, bütün bu kar eğlencesi için de önceden satın alınmış kıyafetler, kayak takımı, renkli değnekler ve bir de önceden yapılmış otel rezervasyonları gerekiyor.

Ama çocukların dünyasında işler böyle yürümüyor hep. Kar yağdıktan kısa bir süre sonra sokaklar mahallenin afacan çocukları tarafından taşlanan yaşlı erik ağaçlarına dönüyor. Kar daha henüz sokağa bağdaş kurup sıcak ıhlamur çayıyla yorgunluğunu çıkaramadan bir hamlede yağmalanıyor sokaklardan. Mühimmat bitince evlere çekiliyorlar çocuklar, yeterli mühimmat birikince tekrar sokaklara iniyorlar.

Evet, zemheri’nin içindeyiz; zemheri, babamın tabiriyle “zemer” ayı, TDK’ya göre “Karakış” anlamına geliyor. Arapça’dan dilimize geçmiş olup ‘Zamharir’ sözcüğünden türemiştir. “Uğuldayan, uluyan” anlamını barındıran Harir ve Farsça kış anlamındaki “Zam” kelimesinin bir araya gelip zamanla farklı bir hâl alması sonucu bugünkü Zemheri kelimesi ortaya çıkmıştır. 22 Aralık’la 1 Şubat tarihleri arasında yaklaşık 40 günlük bir saltanatı var. Babam karakışla zemheriyi ayırırdı birbirinden. Aralık ayını karakış, Ocak ayını zemheri olarak tanımlardı. O zamanlar karakışta da bol kar yağardı, şimdilerde Aralık ayında pek yağmaz oldu.

“Harir” kelimesi dikkatimi çekti, beni çocukluğumdaki karlı günlere götürdü harir kelimesi. Gecenin zifiri karanlığında hava sabaha uğuldardı, ulurdu. Sabah yorganımızın üzerinde iki parmak karla uyanırdık. Kar pencerelere çıkmış ortalık toz duman. Sessizlikte rüzgârın uğultusu bütün ürkütücülüğüyle kulaklarımızdan içimize dolardı. Yollar kapanır şehirle irtibatımız bir-iki ay kesilirdi. Yine de zihnimizde belleğimizde kar; bir kâbus, bir afet olarak değil de bir bereket, tadına doyulmaz bir lezzet olarak yer etmişti. Şimdinin çocukları, özellikle büyük kentlerin çocukları için her ne kadar kar bir eğlence aracı sayılsa da zihninin bir köşesinde insanları mağdur eden, mücadele edilmesi, temizlenmesi, kürenmesi gereken bir kirlilik olarak yer etmektedir. Kar kendilerini mutlu ederken, birilerinin mutluluğunu bozan bir olay olarak hikâyelerinde yer alıyor. Çünkü ne zaman bu şehre kar yağsa, kazma kürek kavga çıkıyor.

Tabiat kendi kanunlarını icra ediyor, mevsimlere hükmedemiyoruz, tabiata karşı koymak insanın gücünü aşan bir durum. İnsana düşen tabiata karşı savaşmak değil, tedbir almak. Veysel İlhan’ın tabiriyle “Sorun, metrekareye düşen yağış değil, metrekareye düşen insan sayısı.”

Turgut Akça

YORUM EKLE

banner36