Rabbimizin kâinatının her zerresine koyduğu ritim, frekans ve titreşimler şükür sebebimizdir. Atomların hareketinden Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesine kadar her şey buna göre yaratılmıştır. “…Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?”[1] Bu kadar kusursuz, uyumlu, ritmik bir yaratılış olur da insanın temel ihtiyacı olan beslenmenin de uyumlu ve ritmik olması gerekmez mi?
Tefekküre en layık olan sanatın kâinat olduğu konusunda hemfikiriz. Kusursuz yaratılan bu muhteşem sanatın her zerresi belli frekanslar, ritimler ve titreşimler ile mükemmel bir düzene sahiptir. “Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”[2] 21. yüzyıl insanı olarak bizler, tanımlayamadığımız çoğu ölçü için her şey “Kaotik düzende” yaratılmıştır deriz. Sıkışıp kaldığımız şehir hayatında artık pek gözlemleyemesek de mevsimsel yaprak dökümleri, karıncaların yuva organizasyonu, gel-git olayları, kuşların sürüler hâlindeki göçleri, balıkların engin denizlerde üreme için geçirdikleri mücadeleler gibi her yaratılanın kendi alanında ritmik döngüleri vardır. Biraz önce “gözlemleyemediğimiz” diye bahsetmiştik. Aslında bu olayların büyük bir çoğunluğu Dünya, Ay, Güneş, gezegenler, galaksilerin ritimlerinden dolayı olur. Yani gece, gündüz, gün, ay kavramlarını dile getirirken bile bu düzeni görebiliyoruz.
Her canlının olduğu gibi insanın da diğer ritimlerden %100 etkilenen fakat bağımsız olarak çalışan biyolojik ritmi var. Bağımsız? Evet, dışarıdan herhangi bir uyaran olmasa da insan 24-25 saat şeklindeki bir döngüde yaşıyor. Bu döngü “Sirkadyen ritim” olarak adlandırılır. “Sirkadyen ritim”, günlük ritimlerimizi üretmek için ışığın ve yiyeceğin zamanlamasıyla etkileşime giren vücudumuzun iç zamanlama sistemidir. Bu sistem her gün yılmadan işler, her gün…
NEDEN HER GÜN BESLENİRİZ?
Hiçbir şey yapmasak bile nefes alıp verdiğimiz sürece organlarımız çalışır, hücrelerimizin içindeki kimyasal değişimler devam eder. Her bir nefesle oksijen alışımızda vücutta oksidasyon olur, ısı üretiriz ve karbondioksiti dışarı veririz. Bu olay, harcadığımız enerjiyi gösterir. Uyusak da uzansak da otursak da enerji harcarız. Enerjiyi harcayabilmek için ilk önce üretmemiz gerekir. Hücre solunumu sayesinde yediğimiz yiyeceklerden ATP üretiriz. ATP yani enerji molekülü, yaşamın olduğu biyolojik olayların gerçekleşmesi için gereklidir. ATP = Yaşam
ATP ritmimiz gün içerisinde binlerce kez parçalanır ve tekrar üretilir. ATP’nin döngüsel ritmi uyku halindeyken düşük, kaslarımız yoğun çalışırken de yüksek olur. Mesela, bu yazıyı okurken ATP’lerin yaklaşık 27 kez yıkılıp senin için tekrar kullanıma hazır hâle geldi. Yürüyerek okuyorsan bu sayı 3 katına çıktı. Her gün bu ritim bir kadın için ortalama 2700 defa tekrar ediyor! Yaşadığımız sürece ATP ritmimiz devam eder ve biz yemek yiyerek küçük hücrelerimize enerji sağlamak zorunda kalırız.
BU KADAR ENERJİYİ NE YAPACAĞIZ?
Enerjinin büyük bir kısmını iç organlarımız ve iskelet kaslarımız kullanıyor. Sırayı karaciğer, beyin, iskelet kasları, kalp, böbrek diye uzatabiliriz. Kalp, akciğerler ve sindirim organlarımızın ritmini çoğu zaman hissediyoruz, sürekli hareketliler ve de gerekli salgılama işlemlerimizi yapıyorlar. Karaciğer, beyin ve böbreklerimizden haberimiz bile yok ki diğerlerinden çok daha hızlı hareketli ritimleri var. Eğer yapılarımız sağlamlarsa ritimlerini daha iyi tutturabiliyorlar. Biz enerjiyi ritimlerine göre aldığımızda daha sağlam kalıyorlar. Mesela, karaciğer, vücudumuzun en büyük iç organı ve metabolik ritmin fabrikasıdır. Ben vücudumuzun imamı olarak adlandırıyorum. Öğrendiği hayat kurtarıcı kodlarla kendisine gelen ne varsa ona doğru olanı gösterip vücudun içine salıyor, ıslah ediyor. Örneğin, vücudumuzda en yüksek oranda bulunan protein türlerinden olan albümini ritmik olarak her gün 14 gram kadar üretiyor ve bunu hayati olaylarda kullanılmak üzere kana salıyor. Eğer günlük ritim olarak gerekli miktarda protein yemezsek bu işlemi kaslarımızdan harcayarak yapıyor. Bu da hayati riskler silsilesi demek. Tam tersini düşünelim. Ritmik olarak yüksek dozda früktoz şurubu tükettik diyelim. Karaciğer bu olayı kaldıracak güçte olmadığı için bozulmalar başlar. Albumin üretimi yavaşlar. Daha ileri düzeyde karaciğer kendisini bile kurtaramayacak ritme dönüşüp siroza dönüşebilir. Az önce saydığım olaylar karaciğerdeki albümin üretimiyle ilgili biyolojik ritimdi. Canlılık belirtisi olan bu ritimlerden vücudumuzda 600’den fazla olduğu tahmin ediliyor. Bu olayların hepsine metabolizma diyoruz.
RİTMİK METABOLİZMA
Vücudumuzun içinde her daim gerçekleşen 600’den fazla ritmik kimyasal değişime metabolizma dedik. Ritmin devam etmesi ve bir çift hücreden milyarlarca hücrenin belirli görevleri yapacak şekilde oluşması ve büyümesi için besin alımımız şarttır. Aksi hâlde hücrelerimize besinler yetersiz gelirse enerji harcamamızı azaltırız ve depoları harcayarak dokuları yok ederiz. Yani aç kalırsak, canlı kalabilmek adına ritmimizi devam ettirmeye çalışırız. İlk önce depolanan yağlarımız sonra diğer dokularımız harcanır ve ölürüz. Gereken çeşitlilikte besin almazsak bu sefer savunma sistemimizin ritmini bozarız. Aşırı beslendiğimizdeyse birçok organ ritmini değiştirmeye çalışırken gereksiz yağ depolar ve de kendi kendini bozmaya başlar. Bu konuda ekstra dikkat edilmesi şart. Cinsiyet hormonlarımız için elzem olan yağ dokusu fazla olduğunda hormon üretim ritmimizde de bozulmalar başlar. Dengesiz ve aşırı beslenmenin neslin devamını tehlikeye attığı kanıtlanmıştır. Bugünkü alışkanlıklarımız, yarın torunlarımızın sağlığını etkiler. İşte bu yüzden kadın erkek hepimizin biyolojik ritmimizi koruyacak şekilde emanetimize ve neslimize sahip çıkması gerekir.
NE YAPALIM?
- İlk adım olarak neredeyse her ritmik reaksiyonda önemli rolü olan SU tüketimine özen gösterelim. Sanıldığı gibi sadece böbrekten süzülüp gitmeyen su, vücudun temel bileşenidir! Kabaca ağırlık başına 33 ml su ihtiyacımız varken bu ihtiyacımızı yaşayış tarzımıza göre değiştirebiliyoruz. Suyun içim ritmini gün içerisine dağıtılmış 3’er yudum su gibi düşünebiliriz.
- İnsan eliyle en az işlenen sebze ve meyveleri günde 5-7 porsiyon kadar tüketmeliyiz. C vitaminine ritmik olarak her gün ihtiyacımız olduğu için 1 tane turunçgil meyve (limon, mandalina, portakal, greyfurt), 21. yüzyıl teknoloji çağında yaşadığımız için 2-3 su bardağı yeşil yapraklı sebze (kıvırcık, marul, roka, dereotu, maydanoz, ıspanak…) tüketme planları yapalım.
- İskeletimizdeki kalsiyumun %1’i kolayca değişebilir ve de ritmi 30 yaşına kadar yapım yönündeyken sonrasında yıkılmaya başlar. Yıkımın yavaşlatılması, yapımın arttırılması için günde en az 2 porsiyon süt ve süt ürünleri tüketmemiz gerekir. Osteoporoz, osteomalasia, hipertansiyondan korunmak için her gün 2 su bardağı yoğurt ritmini hayatımıza dahil edebiliriz.
- Biyolojik ritmimizin devam etmesi için en önemli element oksijendir. Kanımızda gezebilmesi için hemoglobinlere, hemoglobinlerin üretilebilmesi içinse demir mineraline ihtiyacımız var. Demiri yine ritmik beslenmemizde bulundurursak bu düzeni koruyabiliriz. Her gün 60 gram kadar kırmızı ya da beyaz et yenirse demirin en iyi kaynaklarını tüketmiş oluruz. Eğer et yoksa yumurta, kuru baklagiller ve yağlı tohumlar da bu eksikliği karşılar. Saydıklarımız kaliteli kas gelişimi, vücudu onarma, saç, tırnak, cilt bakımı gibi önemli görevleri de üstlenir.
- Ülkemizde beslenme ritminin önemli bölümünü tahıllar oluşturur. Bu noktada önemli olan beyazlaştırılmamış unu ve makarnayı beslenme ritmimize dahil etmektir. Çünkü fazla yenen beyaz undan yapılan mamuller, ritmimize uygun değildir.
- Beyaz unun kardeşi sofra şekeri de aynı şekilde her gün yendiğinde başta vücudumuzun imamı olan karaciğerimize, damarlarımıza ve diğer organlarımıza zarar verir. Bir de bu işi sindirimin durduğu saatlerde yani hava karardıktan sonra yaptığımızda tamamen biyolojik ritmimize ters bir iş yapılmış olur.
- Gece, tüm organlarımızın dinlenme vaktidir. “Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu dinlenme hâli kılan, gündüz vaktini ise bir diriliş ortamı yapan O’dur.”[3] Havanın kararmasıyla beslenme ritmi durdurulur. Devamında 12-16 saatlik bir açlık sağlanırsa karaciğer ve diğer organların daha sağlıklı olduğu, günümüzde çok sık görülen obezite, diyabet, aşırı yeme gibi ciddi rahatsızlıkların önüne geçilebileceği bulunmuştur. Genlerimizin %80’i gece ve gündüze bağlı çalıştığı için beslenme ritminin buna göre yapılması daha uygundur.
Zeynep Hüdanur Alban
Hüma Dergisi, Sayı: 7
Dipnot: