Dünyanın en güzel şarkılarını fısıldıyormuş kendisine gelenlere; yüreğimizin üstündeki tül, Kudüs’e gitmek nasip oldu birkaç gün önce. Gitmeden evvel birkaç yazı okuyup birkaç belgesel izledim. Yolculuğa çıkarken yanıma aldıklarım arasında Nizar Kabbani’nin Kudüs şiiri de vardı.
“Ey Kudüs, ey hüzünler şehri!
Ey gözlerinden kocaman yaşlar akan
Kim durduracak düşmanları
Üzerine çullanan, ey dinlerin incisi
Kim silecek kanları duvarlarından
İncil’i kim kurtaracak
Kim kurtaracak Kur'an’ı
Kim kurtaracak Mesih’i kendisini öldürenlerden
İnsanlığı kim kurtaracak”
Uçaktan indiğimizde Tel Aviv’deyiz. Şehrin modern kısmı “Tel Aviv”, eski yapılarla kaplı olan bölümüne “Yafa” deniyor. Orada, dünyayı yöneten uzun binaların arasında kalmış, pek çok kez kapatılmış, ciddi zararlar verilmiş küçük bir camii var: Hasan Paşa Camii. Namazımızı kıldıktan sonra, Kudüs’e giden bir saatlik kadar yolda, katı, kalın, yalın ağırlığı çok somut duyuyoruz. Nuri Pakdil’in dediğidir; Kudüs’ü düşünme saatimiz gelince hep böyle oluruz. Şehre giriyoruz, vakit akşam, dar sokaklarda dakikalarca yürüyüp karşımızda geceyi aydınlatan Kubbetu’s Sahra’yı görünce duruveriyoruz. O sırada öyle derinden hissediyorum ki İsra Suresi’nde geçen çevresi mübarek kılınan beldeyi. Ezan okunuyor, çok uzak yerlerden gelen ve Filistin’de Mescid-i Aksa’yı hiç yalnız bırakmayan Müslümanlarla birlikle saf oluyoruz Kıble Mescidi’nde.
Mescid-i Aksa’yı neden sevmeliyiz?
Kudüs’teki müzelerle ilgilenen ve yıllardır rehberlik yapan Filistinli Samer Siam bize, Mescid-i Aksa’yı neden sevmemiz gerektiğini birkaç cümle ile özetleyeceğini ve bu cümleleri unutmadığımız sürece Kudüs’ün fethinin inşallah yakın olduğunu söylüyor ve önce şunları anlatıyor: “Anneler babalar daha iyi anlayacaklardır ki, onlar kaç çocukları olursa olsun hiç biri arasında ayrım yapamaz, hepsini eşit severler. Ama bir gün çocuklarından biri hastalandığında ya da başına bir sıkıntı geldiğinde tüm ilgilerini onun üzerine yoğunlaştırırlar. İşte bizim için de Mekke de Medine de Kudüs de çok önemlidir, üçünü de çok severiz ama Kudüs şimdi hastadır, işgal altındadır…” Devam ediyor: “Mescid-i Aksa dünya üzerindeki semaya en yakın noktadır. Tüm peygamberler “Mirac” mucizesinin olduğu zaman Resulullah’ın imamlığında Mescid-i Aksa’da toplanıp namaz kılmışlardır. Yani buranın her bir karesinde bir peygamber secde etmiştir. Cebrail (a.s) yeryüzüne ineceği zaman ilk olarak buraya iner. Haçlıların işgali ve şimdi de İsrail işgalinde şehit olan onca insanların kanı Aksa’nın her karesindedir. Kıyamet ile ilgili son hadiseler hep burada meydana gelecektir. Deccal ilk olarak buraya gelecektir. Mescid-i Aksa ve çevresi bereketin merkezidir. Son zamanlarda hilafetin de burada olacağına inanılır. Ve tarihe baktığınızda da göreceksiniz ki, Kudüs kimin elindeyse o devlet, dünyaya hükmeden devlet olmuştur. Bunlar ve daha pek çok sebepten Mescid-i Aksa’yı sevmeliyiz. Burayı yalnız bırakmamalıyız. Bizim Kudüs’ü yeniden fethedecek yeni bir Selahattin Eyyubi’ye, yeni bir Fatih’e ihtiyacımız var. Ben inanıyorum ki bu Fatih Türkiye’den çıkacaktır. Çünkü Osmanlı’nın buralara yaptığını Filistinliler bile yapmamıştır. Şimdi dahi buraya yapılan yardımların neredeyse hepsi Türklerin yardımlarıdır.’’
“Kollarında çileler eriten
Umudu büyüten ey Kudüs”
Hep duyarız ya “kanayan yaramız Kudüs” diye, sokaklarında dolaştıktan sonra anladım ki, görülmeden anlaşılacak bir zulüm değilmiş oradaki. Bir gün Batı Şeria’yı dolaşmaya çıkıyoruz ve rehberimiz bize Memnullah bölgesinde yer alan bir Müslüman mezarlığının halini gösteriyor. Mezarlığın girişindeki tabelada “İstiklal Parkı” yazıyor zaten. İsrail devleti, mezarlığı park olarak sayıyor anlayacağınız. Âlim zatların ve Osmanlıdan kalma mezarlıkların da bulunduğu o alan öylesine bakımsız öylesine pis ki. Dört bir yanda kırılmış taşlar ve içki şişeleri var. 200 dönümlük bu mezarlığın bir kısmındaki mezarların üzerine binalar yapılmış, şimdilerde de “Hoşgörü Müzesi” inşa ediliyor. Filistin’deki her caddenin, mahallenin, yapıların ismi birer birer değiştiriliyor. Arapça isimlerinin yerine, Yahudi yerleşimciler kendi dillerinin döndükleri şekilde yeni isimler veriyorlar. Yapılanların pek çoğunu sinsice yapıyor İsrail devleti. Ziyaretine gittiğimiz, evleri konum olarak şehrin güzel bir yerinde olan Filistinli bir aile, orayı satmaları için gelen teklifleri kabul etmeyince İsrailli yetkililer “su borusu döşüyoruz” yalanıyla evi alttan kazmaya başlıyor, Filistinli aileninse yapabileceği bir şey yok. Yavaş yavaş evlerinin çöküşünü izliyorlar.
Aynısı Mescid-i Aksa’ya da yapılıyor. Arkeolojik kazılar gibi gösterdikleri Mescid-i Aksa’nın altına kazdıkları tüneller her gün daha da uzuyor. O kadar büyük bir yapının çökmemesinin Allah’ın kudretini gösterdiğini söyleyen rehberimiz, deprem gibi bir doğal afette altında hiçbir dayanağı olmayan Mescid-i Aksa’nın çökebileceğini söylüyor. Sanmayın ki sadece gördüklerimiz, yaşadıklarımız bu kadar. Başka bir çok yıkıcı hikâyeler duyduk, gördük. Dediğim gibi Filistin’deki direniş görülmeden anlaşılacak gibi değilmiş. Mescid-i Aksa’da büyüyen çocukların oyunlarını, Filistinli çocuk Anhar’la biraz bildiğimiz Arapçanın çok ötesinde ne de güzel anlaştığımızı, camideki kadınların bizi gördüklerindeki gülümseyişlerini, hemen soru sormaya başlamalarını ve Filistin’in çok uzak şehirlerinden Aksa’yı yalnız bırakmamak için gelen aileleri, şehirde adım başı nöbet tutan askerlere çocukların nasıl kafa tuttuklarını, Mescid-i Aksa’da Kur’an okumanın huzurunu, Zeytindağı’ndan Kudüs’ü izlerken, huzur içindeki günlerine az kaldığı hayalini kurmanın heyecanını görmeden Filistin anlaşılabilecek gibi değilmiş.
Biz yağmamış yağmurlarız
Kudüs, dünyanın en güzel şarkılarını fısıldadı yüreğime. Böyle bir şehirden ayrılmak elbette çok zor oldu. Ama biliyordum ki, tam olarak bir ayrılış değildi bu. Ben Kudüs’ü, El Halil’i, Yafa’yı, Gazze’yi, Filistinlilerin direnişini, hiçbir an boş bırakmadıkları Mescid-i Aksa’yı, oranın çocuklarını ve işgalci İsrail’den gördükleri zulmü anlatmak için ülkeme geri dönüyordum. Döndüğümde gördüğüm herkese ilk önce diyecektim ki: “Hemen gidin Kudüs’e, önünüze çıkan ilk fırsatla! 8 yaşındaysanız da gidin, 80 yaşındaysanız da.’’ Dönüş yolunda hepimizde bir kalp dinginliği ve “Kudüs’ün Fatihi”ni bekleme heyecanı vardı. Dilimizde ise Sezai Karakoç’tan şu dizeler:
“Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri
Altında bir krater saklayan şehir
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lamba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana”
Bu güzellikleri yaşamamıza vesile olan rehberimiz Mehmet Esmer’e ve Burak Derneği Başkanı Adem Yenihayat’a derinden teşekkür ederiz. Allah, kalbimizden Kudüs sevgisini ve hasretini almasın…
Fatma Mizan yazdı
Allah bizlere de nasip etsin gitmeyi inşallah..Gördüklerinizi bizlerle paylaşmanız ne kadar da hoş.Teşekkür ederim ..