İlmi ve ameliyle yücelmiş her insana yapılmış olduğu gibi İslam düşüncesi hakkında yaptığı çalışmalarda başarı kazanmış, hatta çağının örnek şahsı haline gelmiş olan merhum Seyyid Kutub’a da birtakım saldırılarda bulunulmuş ve halen de bulunulmaktadır. Esas olarak tenkitten müstağni olan sadece Allah Teala ve O’nun peygamberleridir. Allah Teala ve O’nun peygamber olarak seçtiği kimseler dışında herkes yanılabilir, zira hiç kimse masum değildir. Bu inancımıza göre pekâlâ Seyyid Kutub da yanılabilir ve muhakkak yanıldığı hususlar da vardır. Fakat onun yaşamış olduğu hayat, niyetinin halis olduğunu bize yeterince anlatmaktadır. Onun hayatına kısaca bir göz attığımızda pırıl pırıl şahsiyetinden, kendisinin ne denli halis bir Müslüman olduğunu kolayca görürüz.
Çağımız zalimlerinden biri olan Abdünnasır, kendisine bakanlık teklif etmiş, hayatın çeşitli nimetlerine çağırmış, bütün bunlara karşılık sadece şu sözü söylemesini istemiştir: “Abdünnasır iyi bir kimsedir ve idaresi dini esaslara ters değildir.” Seyyid Kutub’un verdiği cevap, Hz. Peygamberin, amcası Ebu Talib’e verdiği cevaba benziyordu: “Bana değil bakanlık, Mısır’ın başkanlığını verseniz, davamdan yine dönmem, zalimlere boyun eğmem! Onlara lanet etmekten ve nefret duymaktan asla vazgeçmem.”
Bu sağlam karakteri onu idam sehpasına sürüklemiştir. O, “Allah birdir" dediği için öldürülmüştür! Gerisi lâftan ibarettir. Şehid kanlarıyla sulanan bu topraklarda, Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz bazı kimseler, Allah’ın nizamına meydan okuyan kimselerin ağzıyla, Seyyid Kutub’un idam edilme sebebi olarak, Nasır’a suikast teşebbüsünde bulunmasını(!) göstermektedirler!
O halde soruyoruz! Seyyid Kutub, zalim Nasır’a suikast hazırladığı için idam edilmişse eğer, Türre limanında, Sina çöllerinde hapsedilmiş, her türlü işkenceye maruz bırakılmış kadınların, kızların ve küçük yavruların günahı neydi? Yoksa onlar da o zalime suikast mı hazırlamıştı?
Gelelim Türkiye’deki Nasır’dan daha Nasırcı kesilip Seyyid Kutub’a saldıranların ileri sürdükleri ithamlara...
1. Seyyid Kutub, İbn Teymiyye’ye bağlıymış, eserlerinde kendisinden nakillerde bulunurmuş ve üstelik ondan bahsederken “Allame” sıfatını kullanırmış!
2. İslâm esaslarına göre kurulmuş bulunan İslâm devletinin zekâtı zorla toplayabileceğini söylüyormuş!
3. Önceki alimlere, tam manasıyla bağlı değilmiş!
4. Hz. Osman’ın siyasi ve idari yönlerini tenkit ediyormuş!
5. Kitaplarında hangi mezhebe bağlı olduğunu beyan etmiyormuş ve düşüncelerini herhangi bir mezhebe istinad ettirmiyormuş!
6. Velilerin kalbine gelen ilhamı delil kabul etmiyor ve itibar göstermiyormuş!
7. Saltanatı reddediyormuş!
8. İslâm’ın insanları zorla dine sokmak için cihadı emretmediğini söylüyormuş! vs.
Görüldüğü gibi “Kitapları okunmasın, o İngiliz casusudur, onun kitaplarını tercüme edenler de vatana ihanet etmiş sayılırlar, çünkü Aramco Şirketi’nden besleniyorlar” şeklinde adalet, iz’an ve insaf ölçüleri dışında saldırılara uğrayan Seyyid Kutub’un hataları yukarıdaki maddelerden ibaretmiş!
Ey sosyalistlere karşı Arap aleminde Allah’ın dininin savunucusu Seyyid Kutub!
Ey Firavun’un torunu olmakla iftihar etmediği için sehpaya giden büyük İslam şehidi Seyyid Kutub!
Ey geçici zevk âleminden yüz çevirerek, tevhid davası uğrunda can veren Seyyid Kutub!
Ey zilleti kabul etmeyip, zalimlerden af dilemeyerek dini uğrunda seve seve idama giden Seyyid Kutub!
Biz seni masum kabul etmediğimiz için hata işleyebileceğini kabul ediyoruz. Fakat sana suç olarak isnat edilen ithamlara baktığımızda, hayret ediyoruz. Zira seni tenkit edenler, ya İslâm ilimlerinden tamamen habersiz kimselerdir, ya da Allah’tan korkmayan bedbahtlardır! Yüce şehadet mertebesine erişen ruhundan izin isteyerek, seni tenkit edenlere biz cevap vereceğiz:
Bir
Şeyhülislam İbn Teymiyye’den sadece Seyyid Kutub değil, binlerce İslam alimi nakillerde bulunmuş ve bazı görüşleri hariç onun fikirlerinin mürevvici olmuşlardır. Kısaca izah edecek olursak, ilmi okyanuslar kadar geniş olmasına karşın, İbn Teymiyye’nin yanıldığı hususlar da olmuştur. Örneğin, Hz. Peygamberin mübarek kabirlerini ziyareti menetmesi, yerinde bir görüş değildir. Bu hususta Subki, Heytemi gibi alimler onun bu görüşünü batıl kabul ederek, muteber delillerle bunu isbat etmişlerdir. Ancak bu büyük alimlerden hiçbiri, -günümüzde bazı cahillerin yaptığı gibi- İbn Teymiyye’yi tekfir etmemişlerdir. Aksine hepsi de reddiyelerinde, “Sakın İmam İbn Teymiyye ve arkadaşlarını kafir ve fasık sanmayın” diye ikazda bulunmuşlardır. (Bkz. en-Nebhani, Şeva hid’ul-Hak, 10; Tenbih, s. 69, Mısır)
İki
Şer’i kaidelere bağlı olan İslâm devleti, zekâtı zorla alabilir ve almalıdır da... İşte size delil: “Onların mallarından isteyenler ve mahrum olanlar için belirli bir hak vardır.” (Mearic suresi, 24-24)
Dikkat edilecek olursa, Allah Teala, ayet-i kerimede “Hak” kelimesini kullanmaktadır. Bu nedenle hakkın takipçisi olan İslam devleti, bu hakkı zorla toplayıp sahiplerine dağıtabilir, dağıtmalıdır da.
Hz. Peygamber (s.a.) zekâtı bizzat toplamış ve valilerine de toplayıp fakirlere dağıtmaları emrini vermiştir.
Hz. Peygamberden sonra Hz. Ebubekir halife seçildiğinde, kabilelerden biri zekât vermek istememiş ve Halife’nin kendilerine dokunmayacağını sanmışlardı. Fakat Hz. Ebubekir onlara savaş ilan etmiş ve zekât vermeyenlerden birçoğunu öldürerek, birçoğunu da tevbe ettirmiştir.
“Vallahi, Resulullah’ın pak zevcelerinin ayaklarından, köpeklerin tutup, yerlerde sürükleyeceklerini bilsem bile Resulullah’ın zamanında zekât devesinin boynuna takılarak verilen yuları vermeyenlerle savaşırım.” Bu söz hak yolunda kükremiş bir arslanın; Hz. Ebubekir’in ağzından çıkmıştır.
Kısacası, zekât zorunludur ve herkes onu vermek mecburiyetindedir. Verilmediği takdirde, şer’i devlet onu cebren tahsil eder. Nitekim Hz. Ebubekir de bu şekilde davranmıştır. Çünkü Allah Teala, “Mallarından sadakayı (zekatı) al!” buyurmaktadır.
Üç
Bu iddiayı öne sürenler, önceki alimlere nasıl bağlanılmasını istiyorlar? Onların tüm fikirlerinin kayıtsız şartsız kabul edilmesini, onların görüşlerinden dışarı çıkılmamasını ve elinde kalem olan canlı bir robot olunmasını mı istiyorlar? Bu, korkunç bir hamakattır. Allah’ın kelamı, Hz. Peygamberin sünneti ve ittifak-ı ümmet dışında, bir alim diğer bir alimin her söz ve hareketini tenkit edebilir. Yeter ki bu tenkitlerinde, -Seyyid Kutub’un muarızlarının yaptıkları gibi insafsızca saldırılarda bulunmasınlar. Kaldı ki merhum, hiçbir eserini kendisinden önceki alimleri tenkit etmek için kaleme almamıştır. Tam aksine onlara saldıran müsteşriklere susturucu cevaplar vermiştir.
Dört
Hz. Osman’a hücum ettiği iddiasına gelince, bu tamamen yalandır. Sadece, devleti idare etmek hususunda selefleri kadar başarılı olamadığını söylemiştir. Bu durumu sadece Seyyid Kutub mu dile getirmiştir? Asla... Ehl-i sünnet alimlerinin hemen hepsinin kitaplarında bu tür ifadelere rastlamak mümkündür. Hz. Osman (r.a.) üçüncü raşid halifedir. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Fakat bütün meziyetleri yanında, “Hz. Ömer kadar siyasi deha sahibi değildi.” demek suç mudur? Nihayetinde o da bir insandır ve müctehid derecesinde olmasına rağmen pekala hata yapabilir.
Beş
Seyyid Kutub, Batılı kafirlerin ve Doğulu mülhidlerin İslâm’a yönelttiği iftiralara cevap vermiştir. Reddiyede bulunduğu insanların hiçbirisi İslâm’a inanmıyor ki mezhep sahiplerinin fikirlerine inansınlar. İmam Buhari de “Cami’us-Sahih” adlı eserinde hangi mezhepten olduğunu beyan etmiyor. Şimdi kalkıp İmam Buhari’nin kitabına taarruz mu edeceğiz? Allah ve Resulü’nün bildirdiklerinin dışına çıkmadığı sürece, hiç mezhepten bahsetmese de bir kitaba ta’n edilemez.
Altı
İlham’a itibar etmeme, sadece Seyyid Kutub’un değil, bütün kelam alimlerinin Kur’an ve Sünnet’ten aldıkları bir hakikattir.
Yüzyıllardır ülkemizde okutulan “Şerh’ul-Akaid” adlı kitapta büyük alim Taftazani şöyle demektedir: “Halk (melekler, insanlar, cinler) için ilim edinmenin yolu üçtür Sağlam sezgi, sadık haber, akl- I selim. Feyz yoluyla kalbe ilka edilen ilhama gelince hakikat ehline göre ilham bir şeyin doğru olduğunun bilinmesine sebep değildir. Yani ilham şeri delillerden sayılmaz ve bir ihtilaf olduğunda delil olarak öne sürülemez. Kısacası ilham vardır ve bu umum için bir delil teşkil etmez, şer’i delillerle çatıştığında itibara alınmaz. Şer’i delillerle çatışmaması halinde kişi kendisi için onunla amel edebilir.”
Yedi
Saltanatı tenkit etmesine gelince bu müessese (babadan oğula intikal) İslâm’da yoktur. Şayet olsaydı, Hz. Ebubekir oğlu Abdurrahman’a, Hz. Ömer de oğlu Abdullah’a hilafetini devredebilirdi. Fakat devretmediler; zira hilafet babadan oğula geçmez. Fakat geçtikten sonra, maslahat icabı fitneyi körüklememek için İslâm alimleri sükutu tercih etmişlerdir. (Taftazani’nin “Şerh’ul-Akaid” adlı kitabında konuyla ilgili bir bölüm bulunmaktadır.) Onlar günahı günah kabul ederek işlerler ve bunu yaparlarken Allah’tan korktukları için birtakım fetvalara başvururlardı. Onları mülhid olmaktan kurtaran işte bu yönleriydi.
Sekiz
Cihad meselesinde, merhum Seyyid Kutub’un buyurduğu gibi Müslümanlar, gayrimüslimleri zorla dine sokmak için cihad etmezler. Cihadın gayesi bu olsaydı cizye ve haraç kabul edilmez, mağlup kavimler İslâm’ı kabul etmedikleri takdirde kılıçtan geçirilirlerdi.
Bu kısa izahatı yaptıktan sonra Seyyid Kutub’un muarızlarına tavsiyemiz şu olacaktır:
Seyyid Kutub gibi İslâm’ın her maddesini kanıyla, canıyla savunan kimselere değil, açıkça din düşmanlığı yapanlara saldırsınlar. Zira Seyyid Kutub, İslam alemine sayısız eserleriyle ışık saçmış bir şahsiyettir. Güneş balçıkla sıvanabilir mi? Yarasanın gözü güneşin ışığından dolayı açılmıyorsa güneşi geri döndürmeye mi gayret edeceğiz? Allah kendilerine iz’an ve idrak nasip etsin! (Amin).
Yeni Yeryüzü dergisi, 4. Sayı, Eylül 1993