Mecazın önemi ve İbn, Ebu kelimeleri üzerine

Arap dili gibi zengin üslup biçimlerine sahip bir dille indirilen Kur’an’ın anlaşılması söz konusu olduğunda, mecazî ifadeleri bilmenin önemi, ehlince takdir edilecektir. Konunun ehemmiyetine işaret maksadıyla İbn/Ebna (Oğul/Oğullar), Bint/Benat (Kız/Kızlar), Ebu (Baba) ve Umm (Anne) kelimelerinin Arapçadaki deyimsel kullanımlarına ilişkin bazı örnekler... Dücane Cündioğlu, Kalem dergisinde yazdı.

Mecazın önemi ve İbn, Ebu kelimeleri üzerine

Mecaz, bir kelimenin (veya bir ifadenin) asıl anlamı dışında başka bir anlamda kullanılmasıdır.[1] Örneğin “Eli uzun” ifadesi Türkçede hakiki anlamının dışında, mecazi/deyimsel bir manaya sahiptir ve ‘hırsız’ anlamında kullanılır. Bu ifade hakiki anlamıyla düşünülecek ya da başka bir dile lafzen aktarılacak olursa kastedilen mana hiç kuşkusuz doğru anlaşılmış/aktarılmış olmayacaktır. Bu bakımdan bir dilin mecazi ifade biçimlerini iyi bilmenin, o dili iyi bilmek demek olacağını açıkça söyleyebiliriz.

Mecaz meselesi, salt ebedi bir sorun olmaktan öte itikadi sapmalara yol açmış önemli bir konudur. Nitekim Hristiyanlar, İncil’deki birtakım kelimeleri, sembolik anlatımları doğru anlayamadıkları için[2] Tevhid dinini, Şirk dinine tebdil edebilmişler ve asırlardır içinden çıkamadıkları ‘Teslis’ batağında çırpınıp durmuşlardır.

Hz. İsa, Arapçanın bir dialektiği olan ve çoğu kez yazımda kullanılmayan Aramice konuşmuştu. Aramice yazımda kullanılmadığı için ilk İncil İbranice yazılmıştı.[3] Nitekim daha sonraları pek çok tartışmanın konusu olacak olan Hz. İsa’nın esası, tabiatı ve Allah’la olan ilişkisi üzerine ilk müminler arasında sorun çıkmış değildi. Hz. İsa’nın sözlerinde ve yeryüzündeki yaşamında büyük tartışmalara yol açacak herhangi bir şey yoktu. İlk Apologistlerden Aristodis’e göre ilk Hristiyanların ibadeti Yahudilerinkinden bile daha monoteistti.[4] Ne var ki Pavlus (St. Paul) birbiriyle çelişen farklı elemanlardan müteşekkil bir din üretmişti. Yahudilerin tevhidçiliğini alıp ona pagan felsefesini ekledi. Bu karışım Hz. İsa’nın va’z ettikleriyle birlikte Paul’un kendisine Mesih’in vahyetmiş olduğunu söyledikleriyle karıştırıldı. Paul’un teolojisi, çağının Grek düşüncesi ışığında kendi tecrübelerinden kaynaklanıyordu. Sonuçta Hz. İsa tanrılaştırılmış ve kutsal ağzına Platon’un (Eflatun) sözleri yakıştırılmıştı.[5]

Önemin bir insan olan İsa’dan, yeni bir Mesih imajına kaydırılması ile Paul ve onu izleyenlerin va’z etmiş olduğu öğreti, Yunanlı ve Romalı entelektüellerce kendi felsefelerine asimile edilmek üzere kucaklandı. Bunların varlık anlayışı üçlü birlikti. Paulcu kilisenin bahsettiği “Baba Tanrı” ve “Tanrı’nın oğlu” ile birlikte onlarınkine benzeyen üçlemeye sahip olmak için sadece Kutsal Ruh’a ihtiyaç vardı. Zamanla bu iki tasvir birbiri içine girdi ve Teslis doğdu. Bu dönemde Yunanistan’da hüküm süren felsefi fikirler sadece öğretiyi renklendirmekle kalmadı, aynı zamanda Grek dilinin kendisi de öğretinin ifadesini/anlamını sınırlayarak ve çarpıtarak etkiledi. Yunanistan’daki Yunanlıların yapmış oldukları felsefe, Hz. İsa’nın va’z ettiklerini kapsayacak derecede ne geniş ve ne de yeterliydi. Bundan dolayı bir Hristiyan olsa bile Grekli, Hz. İsa’nın öğretisini bu dilde tümüyle ifade edemezdi. Bazı şeylerin yeniden yazılması gerekiyordu. İbranice İncil, Grekçeye tercüme edilmeye başlandığında, bu tahdidler sürekli yapıldı ve İbranicedeki bütün İnciller tahrif edildiğinde her şey bitmişti.[6]

Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, İbranice İncil Grekçeye tercüme edilirken, iki dil (ve iki kültür) arasındaki tekabüliyetin sağlanamaması, Tevhidi mesajın şirke dönüşmesinin nedeni oluvermiştir. Çünkü Grek dili, bir konuşma dili olan Aramice ile va’z edilmiş ve İbranicede yazılmış olan İncil öğretisini ifade etmekte yetersiz kalarak, mesajın doğru anlaşılmasını engellemiştir.

Bu tür itikadi sapmalar Müslümanlar arasında da vûku bulmuş ve birçok Kur’anî ifade -maalesef- hiç de hak etmediği manalara hamledilebilmiştir.[7] Nitekim Said Nursî, “Mecaz ilmin elinden, cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar” demekle, bu noktada oldukça haklı bir tespit yapmıştır.[8] Müşebbihe, Mücessime (Anthropomorhists) olarak adlandırılan bazı fırka mensupları ki genellikle ehl-i hadis bu kategoride değerlendirilmiştir.[9] Kur’an ve hadislerdeki birçok deyimi, sembolik anlatımları hakiki anlamlarına alarak, gereksiz tartışmalara yol açtıkları gibi birçok yanlış akideler üretebilmişlerdir.[10]

Hanbelilerin; vech, yed, ayn gibi Kur’an’da Allah’a izafeten kullanılan ibareleri hakiki anlamlarına teşmil ettiklerini söyleyen İbn Haldun,[11] 7/52 ayeti ile ilgili olarak, onların İstiva’yı isbata ve kabule dair olan sözleriyle teşbihe kaydıklarını da belirtmiştir.[12] Nitekim Eş’ari ve Hanefi kelamcılar, onların bu husustaki akidelerini terk ve reddetmişlerdir. Sonraki Eş’ariler istiva, meci, nüzul, vech, yedeyn, ayneyn (oturma, gelme, inme, yüz, iki el, iki göz) ve benzeri hususlarda, bu ifadelerin lügattaki hakiki manalarından vazgeçmişler, bir lafzın hakiki manasının kastolunmasının imkânsızlaşması halinde Arapların takip ettikleri yola tabi olarak mecaz cihetine sapmışlardır(...). Bu ve benzeri yerlerde mecaz cihetine gitmek inkâr edilmeksizin ve bidat (ve uydurma) sayılmaksızın Araplarca malum bulunan bir usûl idi.[13]

Arap dili gibi zengin üslup biçimlerine sahip bir dille indirilen Kur’an’ın anlaşılması söz konusu olduğunda, mecazî ifadeleri bilmenin önemi, ehlince takdir edilecektir. Ancak bu noktada, mecazın nasıl tespit edilebileceği şeklinde bir sorun ortaya çıkmaktadır ki biz Kur’an’ın nazil olduğu dönemin Arapçasına başvurulması halinde bu sorunun büyük ölçüde giderilebileceği kanaatindeyiz. Nitekim Kur’an ayetlerinin tevatüren ve lafızlarında hiçbir tebdil/tağyir olmaksızın günümüze değin ulaşmış olması, biz Müslümanlar için Allah’ın büyük bir lütfudur. Her dil, halkın özel hayat anlayışını ve gerçekliği kavrama biçimlerini ifade eden bir semboller zinciri olduğundan,[14] Kur’an’ın nazil olduğu dönemin Arapçasına başvurmayı, İzutsu’nun sözleriyle dil ile kültür arasındaki iç bağlantıyı kavramak şeklinde ifade edebiliriz.[15] Ayrıca Kur’an ayetlerinin birbirlerini tefsir eder biçimde indirilmiş olması, ibare ile akl-ı selimin çatışması durumunda, bizim ibareyi mecaza hamletmemize yardımcı olacaktır. Nitekim İmam Razi, akli çatışmanın meydana gelmesi halinde lafzın mecaza hamledilmesi gerektiğini açıkça vurgulamıştır.[16]

Bu hususa son vermeden önce, konunun daha iyi anlaşılabilmesi maksadıyla İbn/Ebna (Oğul/Oğullar), Bint/Benat (Kız/Kızlar), Ebu (Baba) ve Umm (Anne) kelimelerinin Arapçadaki deyimsel kullanımlarına ilişkin, bazı örnekler vereceğiz:

İbn/Benu

İbn Âdem: İnsan, nev-i beşer

İbn Ücze: Son doğan çocuk

İbn Sehab: Yağmur

İbn Tamir: Pire; pinti, cimri adam

İbn Gabra: Fakir, züğürt kimse

İbn Eclî: Sabah

İbn Cemir: Karanlık gece

Ibn Da’sa: Ahmak, aptal

İbn’ul-Helak: Canı çıkası adam, mel’un

İbn’us-Sebil: Yolcu, misafir, serseri, evare

İbn Yevmihi: Yarınını düşünmeyen, kafasız

İbn’ul-Eyyam: Musibetler, felaketler

İbn Leyliha: Büyük yönetici, sahib

Benu’l-Leyl: Hırsız, eşkiya, yol kesici

Bint/Benat

Bint’uş-Şefe: Kelime

Bint’ul-Ayn: Gözyaşı

Bint’ul-İneb: Şarap

Bint’ul-Unqud: Şarap

Bint’ul-Heva: Fahişe

Bint’ul-Fikr: Fikir, plan, hile, desise

Bint’ul-Yemen Kahve

Bint’ul-Ard: Çakıltaşı

Benat’ul-Ard: Küçük dereler

Benat’ud-Dehr: Bedbahtlik, felaket, musibet

Benat’ul-Leyl: Endişe, merak, üzüntü

Ebu

Ebu Câbir: Ekmek

Ebu Mâlik: Açlık, yaşlılık

Ebu Sâbir: Tuz

Ebu Câmî: Masa

Ebu’l-Vera: Zaman, asır, musibet

Ebu Degfa: Ahmak, aptal

Ebu Halid: Köpek

Ebu Qatra: Şeytan, iblis

Ebu Murra: Şeytan, iblis

Ebu Kebir: Çadır, Şeytanın pisliği

Ebu Turab: Toprağa bulanmış, tozlanmış

Umm

Umm: Bir şeyin aslı, kökü, kavminin reisi

Umm’ul-Qura: Mekke şehri

Umm’l-Qıra: Ateş, çok misafirperver

Umm’un-Nücum: Samanyolu

Umm’ur-Ra’s: Beyin, dimağ

Umm Mesvak: Ev sahibi

Umm Iryet: Akreb

Umm Hubab: Dünya

Umm Leyla: Siyah şarap

Umm Defr: Musibet, felaket

Umm Qaş’am: Savaş

Umm Kelbe: Humma

Umm Erbain: Kırkayak

Not: Burada yerin darlığı göz önünde tutularak, aynı manaya gelen ve fakat farklı kelimelerle izafete giren deyimlere yer verilmemiştir.

Dücane Cündioğlu
Kalem dergisi, Sayı: 8

DİPNOTLAR:

[1] Suyuti, İtkan, II/40, Beyrut, 1973

[2] İbn Kuteybe, Tevilu Müşkil’il-Kur’an, s. 103-104, (Tahkikli bas.) Beyrut, 1985. İbn Kuteybe, ilgili bölümde, Hz. İsa’nın su için “Babam” ekmek için de

“Anam” dediğini nakleder.

[3] Muhammed Ataurrahim, Bir İslam Peygamberi Hz. İsa, (Çev. Kürşat Demirci) s. 83, İstanbul, 1985

[4] A.g.e., s. 64

[5] A.g.e., s. 82

[6] A.g.e., s. 80-81

[7] Bu hususta Mülk: 16-17. ayetler ve siyahi cariye hadisleri hakkında yapılan yorumlar ilgi çekici birer örnek teşkil ederler. Nitekim ilgili hadislerin doğru yorumu için şu makaleye bakılabilir: Hikmet Zeyveli, Bir Hadis İrdelemesi, Kelime Dergisi, Sayı: 3, s: 24-28, Konya, 1986

[8] Said Nursi, Muhakemat, V. Mukaddime, s: 24, İstanbul, 1988

[9] İbn Haldun, Mukaddime, (Çev. Süleyman Uludağ), II/1102, İstanbul, 1983

[10] el-Eş’ari, Maqalât’ul-İslâmiyyin, (Neşr. Hellmut Ritter), s: 207, vd. 217-221, 290, 430, 491, 518 vd., Wiesbaden, 1980; Abdulkadir Bağdadi, el-Farq Beyn’el-Firaq, s: 220-225, (Tahkikli bas.) Beyrut, tsz.

[11] İbn Haldun, a.g.e, II/1101

[12] A.g.e., II/1100

[13] A.g.e., II/1099

[14] Muhammed Esed, The Message Of The Qur’an (ön söz), Çev. Ahmet Ertürk, Kelime Dergisi, Sayı: 3, s: 21, Konya, 1987

[15] Prof. Toshihiko izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 22, İstanbul, tsz.

[16] Fahruddin Razi, Mefatih’ul-Gayb, 1/28, Tahran, tsz.

YORUM EKLE