Herkeste bir ‘iyi damarı’ bularak ilk insandan bugüne, tabiri caizse, sorgulamadığı kimseyi bırakmadığı yoğun bir araştırma mahsulü bir çalışmadır R. İhsan Eliaçık’ın Adalet Devleti - Ortak İyinin İktidarı isimli kitabı. ‘Tarih Boyunca Din-Devlet Düşüncesi ve Yeni Devlet Anlayışı’ alt başlığıyla 2002’de Bakış Yayınları’ndan çıkan eser, adaletin devlete/devletlere hâkim olması gayesini güdüyor.
Kitapta, her dinden ve düşünceden insanlar seçilmiş kendi kriterlerine göre. Gerek Müslümanlardan gerek diğer düşünce sistemlerinden “adalet damarı” öne çıkmış birçok sima ele alınmış. Çalışmanın önsöz bölümünde yazarın da belirttiği gibi, bu çalışma siyaset felsefesine dair olup ‘devlet’ denilen soruna; tarih, din, felsefe, antropoloji, sosyoloji ve hukuk gibi oldukça geniş bir perspektiften cevaplar arıyor. Beş bin yıllık siyasi düşünce tarihinin bütün meselelerinin beş temel soru etrafında cereyan ettiğini söylemektedir Eliaçık. Devlete neden gerek olduğu, gerek varsa manasının/ anlamının ne olduğu, devleti kimin yöneteceği, nasıl yöneteceğini ve bunların sonucu olarak ne yapılması ve ne yapılmaması lazım geleceği sorularının cevaplarının verilmesi gerekmektedir yazara göre.
Kur’an, yazarın “ortak iyi’nin iktidarı” adını verdiği bir siyasal perspektif öngörmektedir
Bütün insanlığın kadim değerlere bağlı olduğunu belirten yazar, Hz. Nuh’un Yedi Kanunu’ndan Hz. Musa’nın On Emri’ne, Konfüçyüs’ün Beş Buyruğu’ndan Budha’nın Beş Doğru Davranış Yasası’na, Mani’nin Üç Mührü’nden Muhammed aleyhisselam’ın Medine Sözleşmesi’ndeki kurucu değerlerine kadar hep aynı şeylerin söylenmiş olduğunun bizleri şaşırtacağına ve heyecanlandıracağına dikkatimizi çekiyor.
‘Beş’ bin yıllık ‘beş’ soruya, ‘beş’ esaslı cevabı, Kerim Kitab’ın verdiğini söylüyor Eliaçık ve o cevapları şöyle sıralıyor: Devletin adalet için var olduğunu, devletin bir emanet olduğunu, emanetin ehliyet sahiplerine verilmesi gerektiğini, devletin meşveret ile çalıştırılmasının kaçınılmaz olduğunu, devletin ortak iyinin (maruf) yanında, ortak kötünün de (münker) karşısında kamu yararı (maslahat) için çalışması gerektiğinin altını çizer. Kitap, bir anlamda bu beş ana cevabın açılımı olarak görülebilir.
Eserde ispat edilmeye çalışılan temel teze göre; Kur’an, yazarın “ortak iyi’nin iktidarı” adını verdiği bir siyasal perspektif öngörmektedir. Ve bu perspektif insanlığın vicdanî arayışı ile paralel seyretmektedir; aynı zamanda da evrenseldir. Bunu üstüne basa basa söylemektedir Eliaçık. Bu tez’in ispatlanması gerektiğini ve kitap boyunca da cevaplamaya çalıştığını ifade eder okuyucuya.
Kitap sayfalarında ilerlerken ağır bir fikir bombardımanına tutulduğunuzu hissediyorsunuz. “Şurası da bitsin, hele bir dinleneyim” dediğiniz yerler oluyor zaman zaman. Tarih içinde uzunca bir yolculuk yapıyorsunuz sanki. Ama bu yolculukta yorulmamak elde mi? Kıtalar dolaşıyor, kapı kapı gezinip farklı farklı simalarla tanışıyorsunuz. Tanışmakla kalmayıp fikir teatisinde bulunuyorsunuz. Bu da haliyle sizi yorgunluğun zirvesine çıkarıyor.
Osmanlı sonrası gelişen tüm İslamcı hareketlenmeleri üçe ayırıyor
Faslı çağdaş âlimlerden Muhammed Abid el- Cabirî’nin tanımlaması olan “Sünni Saltanat İdeolojisi” ve “Şii İmamet Mitolojisi”ni eserinde temel alan yazar, Müslüman simaları/birikimleri bu kategoriye göre tasnif etmektedir.
Osmanlı sonrası gelişen tüm İslamcı hareketlenmeleri üçe ayırıyor. Birinci evre, Osmanlı Devletinin yıkılma dönemlerine denk gelen yeni arayışlar dönemidir. Bu dönemde göze çarpan şahıslar: Cemaleddin Afgani, Seyyid Ahmed Han, Muhammed Abduh, Tunuslu Hayrettin Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Filibeli Ahmed Hilmi, Said Halim Paşa, Seyyid Bey, Mehmed Akif, Muhammed İkbal, Elmalılı Hamdi Yazır, İsmail Hakkı İzmirli vb.’dir. Bu simaların gayelerinin Osmanlı Devletinin yıkımını durdurmak, yani devleti kurtarmak olduğunu beyan ediyor Eliaçık.
İkinci evre, Hasan el-Benna, Seyyid Kutup, Mevdudî, İmam Humeyni, Mutahhari, Ali Şeriati vb. simaların öne çıktığı evredir. Onların amacı ise devlet kurmaktır ve yeryüzüne İslam’ı hâkim kılmaktır. Artık kurtarılacak bir devlet kalmadığından ve dünya Müslümanlarının çöküşünden dolayı bu yol seçilmiştir.
Üçüncü evrede ise, Fazlurrahman, Necefebadi, Fadlallah, Abdulkerim Suruş, Turabi, Gannuşi, Abdullah el-Efendi, Muhammed Ammara, Hasan Hanefi, Muhammed Abid el-Cabiri vb. şahsiyetler dikkat çekmektedir. Bu dev adamlardaki gaye ise, siyasal dilde devleti kurtarmak veya bir devlet kurmak değil, bu devletin “ne olduğu” üzerine kafa yormaktır. Devletin kendisi tanınmadan nasıl kurtarılacağını ya da kurulacağını sorgulamışlardır.
Adalet Devleti’nin, Türkiye özeli açısından, bu topraklarda yaşanan iki tecrübenin sentezi olduğu söyleniyor. Bunlar ise, tez: din devleti, anti-tez: laik devlet, sentez: “Adalet Devleti” şeklindedir. Yazarın bu sentezde kendine göre savunduğu olmazsa olmazları vardır. Bunlar adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahattır. Kitabın sonlarına doğru, neden Adalet Devleti dendiği üzerinde durulmaktadır ve haklı sebepleri bir bir açıklanmaktadır.
Yazarın bu eserinde sunduğu tarihî simaların hepsi ve daha fazlası, daha önce yayınlamış olduğu İslam’ın Yenilikçileri (2000 yılı Söylem Yay.) adlı kitap çalışmasında ele alınmıştı geniş olarak. Bu eserinde de, o çalışmasına atıfta bulunduğu yerler oldu zaman zaman.
Yoğun bir fikir atmosferinde ve büyük emek sarf edilerek oluşturulmuş bu çalışma artısı ve eksisiyle siyaset felsefesiyle ilgili mühim bir boşluğu doldurma niteliği taşıyor. Tamam, kıtalar arası, dinler arası ve insanlar arası amansızca dolaşıyorsunuz ama, kitabı sonlandırınca değdiğini düşünüyorsunuz. Eliaçık’ın eline sağlık olsun.
Fatih Pala yazdı
Eliaçık'ın bu kitabında dile getirdiği "adalet devleti" anlayışını ve bu çerçevede son dönemde hızla artan bir ivmeyle dile getirilmekte olan "Tevhidden bağımsız adalet anlayışları" çok ciddi bir sapmadır. Adaletin ön koşulu tevhid akidesidir. “Hüküm yalnız Allah’ındır”akidesine dayanmayan her türlü adalet söylem ve arayışı neticede bir aldanıştan başka bir şey değildir. Yeryüzünde adaletin hâkim kılınması, insanların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeleri ön şartına bağlıdır.