![]() |
İsmet Özel |
Her kim bir milyon okuyucuyu beklemezse bir satır bile yazmasın, demiş Goethe. Buna karşın hatırlayabildiğim kadarıyla, okuyacak bir kişinin bile yazmak için yeterli olduğunu, hatta ciltleri doldurmaya yetecek kadar yeterli olduğunu, söylüyordu İsmet Özel. Ben de aynı şeyi düşünüyorum. Peki, kim haklı?
Genelde insanlar Goethe’nin salık verdiği istikamet üzere yazmanın yollarını arıyorlar. Yani onlar, okur sayısı arttıkça, mutlu ve başarılı oldukları vehmiyle hareket ediyorlar. Kafalarında bir fetih(belki fetiş), bir iktidar şehvetinin izleri var. Çoğalmaya doğru müthiş bir istenç, bir kararlılık. Ellerinden gelse bütün dünyaya, vay be, işte budur! dedirtmeyi ne kadar isterler. Bir kişiyi, bir kişideki kişiliği sürüye feda ederler. Sürüde var olmayı, sürünün göz önünde olmayı, alkış ve aferin almayı, yazma eylemindeki oluşa yeğlerler. Sürülerin salgısından nemalanan bir ödül. Hep alma. Hep alma ağacında olma. Hep niceliğin egemenliği…
Kimi yazılanlar heyecan vermiyor
Bunun için okunası mektuplar alamıyoruz çoktandır. Bunun için yazılanların çoğunun dikkatli ve seçici değilseniz eğer içi boş. (Bu yazı da dahil) Bize heyecan vermiyor yazıcılar. Kasvet doluyuz, neşvemiz eksik. Yazarlar, yazmanın kendindeki anlamı yitirdiklerinden bu yana, özel ismin anlamı cins ismin gölgesinde kayboldu. Yani o bir kişilik dünya ve persona çok kişilik garabete feda edildi. Çoğalan kanser hücreleri…
![]() |
Cemil Meriç |
Cemil Meriç, isyan ediyordu sonsuza, sürünün yıvışık belleğindeki sonsuzluğa… Oradaki sonsuzluğun en büyük adem olduğunu biliyordu tabi. Çünkü çoğunluk hak bilir değildir. Çoğunluk, hayran olamaz. Olsa olsa şaşkındır. Okumaz, sadece tüketir. Her şeyi tükettiği gibi. Yazık ki ona sürekli tüketebileceği nesneler verilir. Hızla yaşar, fiyatları ve markaları ezbere bilir ve fakat değerden bigânedir. Bir şeyi salt değerli olduğu için sevmez. Sevemez, çünkü hep kazanca mütealliktir bakışı.
Yazmak mı, köşe kapmak mı?
Suç sürünün değil, asıl suç, bir an evvel okunma şehveti adına, yazının ruhuna tecavüzdür. Değerleri buharlaştırmaktır. “Nakşı” ve “kütüğü” yok etmektir. Okumanın ve yazmanın bir oluşa açılmak olduğu bilgisini tahrip etmektir. Bu bilgi bir kere aşındı mı, yazar ve çizerin önü alınmaz olur. Artık büyük yazar olmanın tek ölçütü, çok sayıda kişi tarafından okunmaktan geçer. Kelle hesabı… Yazma eylemindeki tutkulu titreyişin yerini; köşe kapmacılığın şeytani göz açıklığı alır. Ortalık hidayet avcıları ve müptezel aşk romanlarıyla dolar. Dolayısıyla kötü yazar iyi başarı elde etmiştir. Modern zamanlara has “anasının gözü” olma hali.
Hakiki yazar başarısızlığın talibi olmalı. Talip. Çoktandır unuttuğumuz o esrarlı kelime. Okuma ve yazma ahlakı. İyi bir yazar için iyi bir okur çok büyük bir lükstür. Belki hayatta en büyük lüksü budur iyi bir yazarın. Çünkü emeğinin tam karşılığı iyi bir okurdur, kitlelerin kifayetsizliği değil. Hakkını böyle alır. Daha doğrusu hakkını yazarken almıştır, başka hakka ne hacet, öyle demişti ya Sartre. Gerisi hikâye.
Tahrir Vazifeleri yazanımız kalmadı da tahrir vaziyetleriyle uğraşıyoruz, üzüntüm ondan.
Mustafa Köneçoğlu dertlendi ama harika yazarlar var azizim demek isteriz kendisine. Gözünüz içtenliksiz, derinliksiz yazıcılara takılıp kalmasın demek isteriz..
Yazılanlara aynen katılıyorum.