Kolumu bir iş makinasına kaptıralı yedi yıl oldu. O talihsiz an bir bıçak yarası gibi dururdu göğsümde. Başlarda bu duruma çok içerledim, çok hayıflandım. O mahir ellerimin iş görememesi beni çok yıprattı. Bir ekmek parası getiremezsem hem ben yalnızlaşırım hem de evlatlarım namerde muhtaç olursa diye çok endişelendim. Dünya ikiye bölünmüş de bir koluma hep ağır tarafı denk gelmiş gibiydi. Eksik olan yön karanlıkken, sağlam elimin olduğu taraf ferah bir bahçe hissi uyandırıyordu. Şairin “kesik bir kol gibi yalnızdık” mısraı benim için söylenmişti adeta. Fakat ne yaşarsam yaşayayım ne hissedersem hissedeyim hayat nehri benim için duracak değil ya! Ben de zamanla bu hâlime aşina oldum. Tek bir gözle görmek, tek bir kulakla duymak gibi ben de tek bir kolla işlemeye alıştım. Bu süreç elbette kolay olmadı ama halimi kabullenmemde budanmış bir ağaçtan özel bir öğüt aldığımı söylemem gerekir.
Ağaçlar bilindiği üzere daha gür çıkmaları ve zayıf kalmamaları için budanmalıdırlar. Ben de epeyce bunaldığım bir gün evimin yakınında budanmış bir ağaç gördüm. Ağacı ve dallarını uzun uzun seyre daldım. O uzun seyrimden sonra vücudumun devasa bir hal aldığını ve eridiğini hissettim. Ve şunu kavradım ki benim kolum esasen tüm insanlık ağacının budanan bir koludur. Kolumun budanması, halimi görenlerin kollarına güç ve kuvvet vermekte, o büyük bahşı alelade bir et parçası olmaktan kurtarmaktadır. Beni görenlerin kollarındaki güç benim budanmış kolumdan gelir. Onların elleri ile işleyip de övündüğü her güzellikte benim de payım vardır. İşte o günden beri kızlarının saçlarını tarayan babaların ellerine bakıp hiç üzülmedim onlara hep bana aitlermiş gibi baktım.