Kesin inançlı ruh emiciler

"Ahir zamanın dehlizlerinde hepimiz Nuh’un gemisini arıyor ve her fırsatta ruhi kurtuluşumuz için elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyoruz. Her ne kadar Kur’an-ı Kerim’in, Sünnetin ve bunları içselleştirmiş zatların eserleri yolumuzu aydınlatsa da kendimizi kurtarmak adına bir gruba, cemaate kendimizi entegre ederek kurtuluşun yollarını arıyoruz. Ancak Şeytan’ın her yerde hazır bulunan tuzakları imtihan gereği Nuh’un gemisinin içerisinde dahi bizlerin yakasını bırakmıyor, bir yere ait olmak kurtuluşa ulaşmamız için yeterli bulunmuyor." Fatih Durgun yazdı.

Kesin inançlı ruh emiciler

Ahir zamanın dehlizlerinde hepimiz Nuh’un gemisini arıyor ve her fırsatta ruhi kurtuluşumuz için elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyoruz. Her ne kadar Kur’an-ı Kerim’in, Sünnetin ve bunları içselleştirmiş zatların eserleri yolumuzu aydınlatsa da kendimizi kurtarmak adına bir gruba, cemaate kendimizi entegre ederek kurtuluşun yollarını arıyoruz. Ancak Şeytan’ın her yerde hazır bulunan tuzakları imtihan gereği Nuh’un gemisinin içerisinde dahi bizlerin yakasını bırakmıyor, bir yere ait olmak kurtuluşa ulaşmamız için yeterli bulunmuyor. Bu yazımızda Nuh’un gemisini ararken her ne kadar vicdanımıza ve meşrebimize ait bir yeri arıyor olsak da bu arayışımızda dikkat etmemiz gereken bazı hususları beraber sorgulayacağız.

Grup psikolojisinin etki gücü

İnsan eskilerin tabiriyle “medeniyyun bittab”dır yani aslı gereği ünsiyete, arkadaşlığa ve bir topluluğa ihtiyaç duyan bir canlıdır. Her ne kadar hepimizin yolculuğu yalnız olsa da bir grubun veya cemaatin içerisinde bulunmak doğamızda mevcuttur. Topluluğun sayılamayacak faydası çoktur ancak dikkat edilmesi gereken hususlar da bir o kadar fazladır. Bediüzzaman Said Nursi’nin (r.a.) Lahikalar adlı eserleri bu topluluk içerisinde dikkat edilmesi gereken hususları ve karşılaşılacak sorunları harfi harfine işlemiştir. İşbu işlenmiş sorunların içerisinde de topluluk içerisinde grup psikolojisi ile mevcut hakikatlerden ve kurallardan ayrılmamasını salık vermiştir. Çünkü insanlar grubun etkisi ile birlikte doğruları çarpıtabiliyor veya grubun menfaatine göre kullanabiliyor.

Son zamanlarda Sosyal Psikolojinin gerçekleştirmiş olduğu çalışmalara baktığımız zaman insanın grup içerisindeki dönüşümü ve grubun etkisiyle edilgenliği görülebilmektedir. Solomon Eliot Asch önemli bir sosyal psikologdur ve en ünlü çalışmalarından biri, “uyum deneyleri” olarak bilinir. Bu deneylerde, katılımcılara bir çizgi resmi gösterilir ve onların bu çizginin boyu hakkında görüşlerini belirtmeleri istenir. Ancak, gerçekte diğer katılımcılar bilinçli bir şekilde yanlış yanıtlar verirler. Asch, deneylerinde katılımcıların çoğunun yanlış yanıtlar verdiğinde, diğer katılımcıların da yanlış yanıtları taklit ettiğini bulmuştur. Bu çalışma, grup baskısının insan davranışı üzerindeki etkileri hakkında önemli bir bilgi sağlamıştır.

Günümüzde de bu deneyin gücünü ispatlayan aslında bazı grupların ya da cemaatlerin içerisindeki insanların kendi otoritelerini sağlamlaştırmak adına kendi ideolojilerine ve menfaatlerine uygun olarak kullandıklarına şahit olmaktayız. Şimdi doğru olarak bilinen aslında grubun otoritesine hizmet için oluşturulmuş baskıları ve sömürge unsurlarını örneklerle açıklayacağız ve bunların dinin içerisinde bulunmadığını ispatlarla anlatacağız.

1. Eğitim hakkının engellenmesi

Günümüzde dine hizmet içerisinde bulunan birtakım gruplar müntesiplerine psikolojik baskı ve dışlama yoluyla daha ulvi bir vazife ile muvazzaf olmaları hasebiyle okul okumamalarını öğütlemekte bu yolla kendilerine mahkûm hale getirmektedirler. Bu durumun içten içe engellenmesini mantıklı bulmayan müntesipler grubun baskısı ve kendilerini gruba kabul ettirmenin verdiği güçle her ne kadar buna inanmasalar da bunu uygulamaya koymaktadırlar.

Halbuki Üstadın önde gelen talebelerinden birisi olan Zübeyir Gündüzalp ağabey Üniversiteli talebelere yaptığı bir konuşmada “Hiçbir Nur Talebesi yoktur ki sınıfının en fazîletlisi, en çalışkanı olmasın.” ifadesinde okul okumanın talebeliğe engel oluşunu belirtmemiştir aksine alanının en başarılı olmasının yolunu açmıştır. Yanlış anlaşılmasın her ne kadar her talebinin okul okuma hakkı bulunduğu gibi okul okumama hakkı da bulunmaktadır, buradaki temel problem dayatma ve dışlama yoluyla bireylerin şevklerinin kırılmasıdır. Çünkü oluşan düşünceye göre okul okuyan Nur talebeliği unvanına sahip olamamakta ve dünyaya dalarak ehl-i dünyaya dönüşmekte oluşunu belirten ifadeler bu sorunu ortaya çıkartmıştır.

2. Bir meslekte çalışmanın veya kazanç elde etmek isteyenlerin hor görülmesi ve bunu yapanların dışlanması

Günümüzde bazı gruplar içerisinde bazı şahısların şahsi düşüncelerini gösteren bir işte çalışmanın veya kazanç elde etmek isteyenlerin hor görülmesi yoluyla ne yazık ki kendilerini dışlanmış olarak hisseden birtakım kimseler grup içerisinde edinmek istedikleri yeri bulamayınca, psikolojik olarak çöküntüye girerek aforoz işkencesine maruz kalmaktadırlar. Kendilerini bir nevi ehl-i ahiret olarak yansıtan insanların içinde ehl-i dünya gibi hissederek şahs-ı manevinin enerjisinden yararlanamamakta bu şekilde bütün bütün bu yoldan uzak kalmaktadırlar. Halbuki Bediüzzaman’ın İhlas risalesini bilen bu zatlar “kardeşlerini faziletfuruşluk yönünden tenkit ederek gıpta damarını tahrik edip” ihlasa zarar verecek duruma düşmektedirler. Elbette her zaman direk bu ifadeler yer edinmemekte çoğu zaman hal diliyle bu yansıtılmaktadır. Hatta meslek sahibi olamayan bu kimseleri kendilerine mahkûm hale getirerek iki arada bir derede kalmasına sebep olmaktadırlar veya en kötü ihtimalle cemaatlere düşman haline dönüştürmektedirler.

Halbuki kutsal kitabımızda yüce yaratıcımız birçok peygamberin elinin emeğiyle geçindiği ve kimseye muhtaç olmadıklarını ifade etmiş ve bunu övmüştür.[1] Hiçbir şekilde bu çabalarını dünyevileşme temayülü olarak görmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.) bir hadisinde: “İnsanın yediğinin en güzeli kendi kazandığıdır. Allah’ın nebîsi Davud kendi elinin emeğinden başkasını yemezdi.” (Buhârî, Büyû’ 15) demiştir.

Bir başka hadisinde: “Davud’a kıraat kolaylaştırılmıştır. O bineğinin hazırlanmasını emreder ve daha bineği hazırlanmadan Zebûr’u okurdu. Ayrıca o, yalnız kendi el emeğini yerdi.” (Buhârî, Enbiyâ 37; Tefsîr 17/6)

İşte Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerin meslekleri...

Hz. Âdem aleyhisselam: İlk ziraat mühendisi ve çiftçi idi.

Hz. Şit aleyhisselam: Hallac, kazzaz, nessac = dokumacıların, örücülerin ve mensucat sanayiinin ilk kurucusu idi.

Hz. İdris aleyhisselam: İğneyi ilk icad eden, ona delik açan, iplik geçiren olduğundan, terzicilerin -konfeksiyoncuların- örücülerin piri sayılır.

Hz. Nuh aleyhisselam: Nuh aleyhisselam çobanlık ve ticaret ile uğraşmıştır. Marangozların -gemicilerin- denizcilerin piri kabul edilir.

Hz. Hud aleyhisselam: Tüccar idi. Bütün tüccarların piri sayılır.

Hz. Salih aleyhisselam: Sürülerle develer yetiştirirdi. Sütlerini hem içer, hem de satıp dünyalığını temin ederdi. Salih Peygamber’in devesi meşhurdur.

Hz. İbrahim aleyhisselam: Kâbe’yi yeniden inşa edişiyle, Süleyman aleyhisselam’a ve Mimar Sinan’a önderlik etmiştir.

Hz. Eyüp aleyhisselam: Ziraatçı idi.

Hz. Lut aleyhisselam: Tarihçi idi. Seyyahların piridir.

Hz. İsmail aleyhisselam: Kara ve deniz avcılığı ile geçimini sağlardı. Avcıların piri sayılır. 70 dil bilirdi. Tercümanların da piridir.

Hz. Harun aleyhisselam: Vezir idi.

Hz. İshak aleyhisselam: Çoban idi.

Hz. Yakup aleyhisselam: Çoban idi.

Hz. Yusuf aleyhisselam: Saati ilk icat eden, toprak mahsulleri ofisini ilk defa kuran, bolluk zamanında depolamayı, kıtlık zamanında halka dağıtmayı düşünen bir peygamberdir.

Hz. Şuayb aleyhisselam: Ziraatçı idi.

Hz. Musa aleyhisselam: Çobanlık yapmış ve Şuayb aleyhisselama hizmetçilik etmiştir.

Hz. Davut aleyhisselam: Demiri işleyen, zırh yapan ve düzenli ordular kuran, Calut’un ordularını mağlup eden bir kumandandır.

Hz. Süleyman aleyhisselam: Emir, hükümdar idi. Sazlardan zenbil yapardı. Bakır madenini ilk defa işleyen O’dur.

Hz. Zülkifl aleyhisselam: Ekmek pişirirdi, fırıncıların piri idi.

Hz. İlyas aleyhisselam: Dokumacı ve iplikçilerin piri idi.

Hz. Yunus aleyhisselam: Balık avlayıp geçinirdi, balıkçıların piri idi.

Hz. Üzeyr aleyhisselam: Bahçıvan idi. Meyve ağaçlarını ilk defa aşılayan fidan yetiştiren, budama işlerini insanlara öğretendir. Bağ ve bahçe işleriyle uğraşanların piridir.

Hz. Lokman aleyhisselam: Doktorluk ve eczacılık mesleğinin piridir.

Hz. Zekeriya aleyhisselam: Marangoz idi.

Hz. İsa aleyhisselam: Avcı ve marangoz idi. Av aleti yaparak geçimini temin ederdi. Avcıların piri idi.

Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem: Küçük yaşlarda çobanlık yapmış daha sonra ticaretle uğraşmıştır. İslam devletinin devlet başkanlığı ve başkomutanlığını yapmıştır.

Tüm bunlara baktığımız zaman hiçbir peygamber dünyevi meşgaleleri olmasına rağmen ehl-i dünya olarak görülmemiştir.

3. Güçlü ile ittifak edilip zayıfın dışlanması

Ne yazık ki birtakım kimseler grubun, cemaatin insana hizmet etmek için kurulduğunu unutup kendilerine hizmet ettirerek cemate hizmet ettiğinin algısı oluşturulmaktadır. Bir kişinin imanına yetişmenin hedefini belirleyen Bediüzzaman’ın bu hedefinin dışında grubun yükselmesi ve güçlenmesi önemli görülmektedir. Bunun için tüm benliğini kardeşlerine feda eden kişiler ötekileştirilmekte, gruba fayda sağlayan zatlara değer atfedilmektedir. Halbuki Peygamber Efendimizin (s.a.) siretinde Bilal-i Habeşi’yi ve hizmetçisi Zeyd’i İslam’a sonradan dahil olan asil ve güçlülerden önde tutmadığını hepimiz bilmekteyiz.

Buna ek olarak ne yazık ki durumu olmayan ve güçsüz olan kişilerin evliliğine destek olunmamakta ancak güçlü ve önde gelenlerin evliliğine seferber olunduğuna şahit olunmaktadır. Halbuki en güzel örneğimiz olan Peygamber Efendimiz güçsüz olan Zeyd’i kendisi evlendirmiş ve onun için dertlenmiştir. Temel ihtiyaçlardan birisi olan evliliğe ulaşamayan birtakım kimseler bu sorunlar yüzünden kendilerini psikolojik sorunların ortasında bulabilmektedir. Ayrıca grubun içinde değerli görülüp de grubun dışına çıktığı zaman bireylerin hain olarak görülmesi Orta Çağ Hristiyan din adamlarının ve Yahudi Hahamlarının yanlış uygulamalarından farklı değildir ve bizim Bediüzzaman’ın uhuvvetinden anladığımız bu değildir.

4. Müdebbire kesintisiz itaatin şart koşulması ve Müdebbirin sorgulanamaması

Bilindiği üzere Nur mesleğinde herkes kardeştir ve bu meslek kardeşlik mesleği olarak görülmektedir. Başka mesleklerde bulunan peder ile mürid tarzı yaklaşımlar nur mesleğine uymamaktadır. Ancak müdebbirlik biriminin yalnızca medrese işleyişini düzenleyen ve düzenin sağlanması ile meşgul olması görevi devre dışı koyularak sanki tüm müntesiplerin hayatları üzerinde söz hakkına sahipmiş gibi bir tavrın bulunması nur mesleğiyle uyuşmamaktadır.

Bu meslekte bir tek otorite vardır o da Kutsal kitap ve Peygamber Efendimizin sünnetiyle birlikte onu açıklayan hakikat eserleridir; bunun dışındaki tüm uygulamalar nefsani arzular ve grubun menfaati çatısında alınan şahsi kararlardır.

Aynı zamanda meşveret uygulaması Peygamber Efendimizin önemli bir uygulamasıdır ve bu uygulamanın terk edilerek her kararın müdebbirin iki dudağı arasına hapsedilmesi oluşumları; şirket-i maneviyeyi şirketi dünyeviyeye dönüştürmektedir.

Bediüzzaman bu konularda şunları söylemektedir:

“İstibdat tahhakkümdür, muamele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vahidir. Suistimalata gayet müsait bir zemindir. Zulmün temelidir, insaniyetin mâhisidir yani mahvedicisidir.”[2] Buradan da anlaşıldığı üzere zorlama ve baskı uygulaması hakikat mesleğine uygun değildir ve zulme kapı aralamaktadır.

İstibdad ne şekilde olursa olsun, isterse meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım.[3]

5. Eserin değil de şahsın otorite olarak görülmesi

Nur mesleğinde Bediüzzaman hazretlerinin de ifade ettiği üzere kendi şahsının değil de hakikatlerin, kitabın ve yolun esas alınması tavsiye edilmiştir. Hal böyleyken birtakım kimselerin eserden veya kişi hayatlarından yaptıkları çıkarımlar hatta bazen zorlama yorumlar yorum olmaktan öte bir değer taşımamaktadır. Ancak ne yazık ki bu durum göz ardı edilmekte olup şahıslar mutlak otorite olarak görülerek sorgulanmadan uzaklaştırılmaktadır

Sonuç

Bu yazımızda vermek istediğimiz mesaj: Cemaatlerin veya grupların insanlığa hizmet etmesi gerekirken o cemaatin bireylerinin menfaatinin göz önünde bulundurulmasının Kur’an ahlakıyla uyuşmadığıdır. Hal böyleyken manipülasyon ve grubun gücünün kullanılarak bireylerin ruhi ve manevi tekamülünün engellenmesinin hakka girmek olduğu ve Nuh’un gemisine binmeye çalışan bireylerin dışlanmak ve ötekileştirilmek suretiyle zarar gördüğünü hatırlatmak isteriz.

Not: Burada yapılan eleştiriler kesinlikle bir grubu veya cemaati zan altında bırakmak değil yalnızca bireysel uygulamalar, çıkar ilişkileri ve bu tarz düşüncelere eleştiri niteliği taşımaktadır.

“Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse ondan darılmak değil, belki memnun olmak lazım gelir.”

(Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 16. Mektup)

DİPNOTLAR:

[1] Enbiya Suresi, 80

[2] Nursi, Said; Münazarat

[3] Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “Divan-ı Harb-i Örfi” adlı eserinden bölümler.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Barış Yılmaz
Barış Yılmaz - 2 hafta Önce

Eline sağlık hocam