Kültür, sosyoloji alanında kalem oynatmış herkesin birçok farklı şekilde tanımladığı bir kavramdır. Etimolojik olarak toprağı ekip biçmeyi veya bir başka manasıyla terbiye ve eğitimi ifade eder. Haliyle kültür doğal olmayandır diyebiliriz. İnsan eli, ruhu, kalbi değmiştir ona. İnsanla birlikte var olandır. Bu bağlamda insansız bir kültür düşünülemeyeceği gibi, kültürsüz bir insan da düşünülemez.
Sorokin insanı 3 boyutuyla ele almıştır. İdeolojik boyut, etkileşim boyutu ve maddi boyut. Aslında bu üç boyut keskin sınırlarla birbirinden ayrılmaz. Etkileşimsiz bir ideoloji, maddesiz bir etkileşim düşünülemez. Bu bağlamda bu insanî olduğu ifade edilen boyutlar, ideolojik kültürü, davranışsal kültürü ve maddi kültürü meydana getirir. Maddi kültürün oluşturduğu anlam dünyası ya da insanların anlam dünyasının maddelere sirayet ettirilmesi de birbirinden bağımsız değildir. Biz burada maddi kültürden bahsedecek ve bir eşya üzerinden kültürümüzü ele almaya çalışacağız. Ele alacağımız eşya ile ilgili aktaracağımız bilgiler, muhtelif kimselerden ve okuduklarımızdan edindiklerimizdir.
İnsanoğlu, eğrisiyle ve doğrusuyla bir şekilde yaşarken, eğrinin bir kirişle birleştiğinde fırlatma gücüne sahip olduğunu keşfetmesi henüz miladi takvime göre milattan; hicri takvime göre hicretten çok çok öncesiydi. Hatta antropologların “ilkel” diye tabir ettiği çağda. Yani “yay”ın keşfinden söz ediyoruz. Yay her kültürün farklı bir biçimde kullandığı bir savaş aleti. Ancak Türklerin elinde savaş aleti olmakla kalmayıp bir kültürü de beraberinde üreten bir öge haline dönüşmüştür. Bir eşyayla birlikte yeni terimler üretiliyorsa, ya da eski terimlere bu eşyayla birlikte yeni karşılıklar veriliyorsa bir anlam dünyası da oluşuyor demektir. Birçok deyimi ve atasözünü de üretmiştir yay kullanma ya da özetle okçuluk kültürü.
Türkler yaylarını çoğunlukla akçaağaçtan yaparlardı
Ne kadar günümüzde artık bunlar hayatın içinde ve olağan bir parçası olmak bakımından unutulmuş olsa da, eski dönemlerde Türkler çocuklarına küçük yaştan itibaren yay çekmeyi ve at binmeyi öğretmişlerdir. Türklerin ordu millet diye tabir edilmesinin özünde de bu yatar. İkisi de kasları kuvvetlendiren şeylerdir. Hatta küçüklükte bizlerin de oynadığı misket oyunu, çocukların başparmak kaslarını kuvvetlendirmek içindir. Çünkü bilinir ki Türkler yay çekerken diğer medeniyetlerden farklı olarak 3 parmak ile yay çekmek yerine başparmak ile işaret parmağı arasında mandal biçiminde oku sıkıştırarak yay çeker.
Tabii tüm bunların yaşanması için önce elimizde bir yay olması gerek. Yayın yapılması için de bazı malzemeler. Türkler yaylarını çoğunlukla akçaağaçtan yaparlardı. Yayın dış yüzüne geyik veya boğaların aşil tendonu, iç yüzüne ise manda boynuzu; mersin balığının damağından elde edilen bir tutkal ile yapıştırılarak sağlamlaştırılırdı. Buradan çıkaracağımız mana şudur; insan deneyimlerinden elde ettiği şeyleri nesiller boyu tekâmül ettirerek dünyanın en işlevsel eşyalarını meydana getirebilir. Türkler için maddi kültürün anlamı budur. Bir eşya işe yaradığı müddetçe bizle vardır.
Yay dilimize de etkide bulunmuştur. Örneğin; kepaze olmak deyimi, bir yay isminden gelir. Yay çekmeye yeni başlayacak olan biri, savaşta kullanılan yayları çekmeye başlamadan evvel kepaze yayı denilen bir yayı bin defa çekmek mecburiyetindedir. Çünkü henüz kaslar buna elverişlidir. Aynı zamanda çile çekmek, çilekeş tabirleri de yay ile bağlantılıdır. Yayda kullanılan kirişlere, ipe çile de denmektedir. Bir de keman ve kemankeş vardır. Kaynağı Farsça olan bu tabirlerden kemankeş en iyi yay çekenlere verilen isimdir. Keman ise kavis, yay manalarına gelir. Keman, dilimizde sevgilinin kaşlarına da atfedilen bir kelimeye dönüşmüştür. Türklere has eşyadan bir şey olan yay, davranışsal kültürü ve maddi kültürü böylece etkileyen bir anlam dünyasını üretmiştir.
Kemankeşlerin sırrı
Kemankeşlerin yay atarken bir sırları vardır: Enfal suresinin 17. ayetini okurlar. İşte buradaki dinî referans ile eşyanın kültürdeki yeri de sağlamlaştırılmış olur. Birçok vakit öldüren eğlenceler dinimizce mubah görülmezken, okçuluk, atıcılık ve dolayısıyla yay çekmek de Peygamber Efendimiz tarafından teşvik edilmiştir. Birçok sahabe Peygamber Efendimizin okçuluğa karşı hüsnü zanlarını rivayet etmiştir. Bu da Türklerin yaylarına daha da bağlanmalarına ve bunu kültürün vazgeçilmez bir parçası haline getirmelerine neden olmuştur.
Güncel kültürde artık bir görevi layıkıyla ve hiç usanmadan yerine getirmek, sabretmek, açgözlülük yapmamak ve tedbiri elden bırakmamak manalarında “Okçular tepesini terk etmemek” söylemi muhafazakâr ve dindar kesimlerce yoğun bir şekilde kullanılır olmuştur. Bu bir bakıma dünyevi olana itibar etmemek gerektiğinin de ifadesi olarak kullanılır.
Yay esasında Türk kültürünün vazgeçilmez olması gereken eşyasından sadece bir tanesi idi. Atmak fiili artık ateşli sistemlerle gerçekleştiriliyor. Fakat bunlar yay gibi bir kültür üretecek anlam dünyasını barındırmıyorlar. Barındırmayacaklar da. Üretiminde, kullanmak için geçirilmesi gereken sürede ve dahi her aşamasında sabrı gerektiren yay -her ne kadar bu kültürü yeniden şahlandırmak için çabalar olsa da- günümüzün sabırsız ve aceleci dünyasında artık sadece bir spor dalı haline gelmiştir. Çabaların nihayetine kavuşması dileğiyle…
M. Enes Anlamaz