Hiç şüphesiz Batı toplumunun gelişim serüveni içinde yeri olmayan ‘sohbet’ geleneği, Doğu toplumunun temel değerlerinden biridir. Modern zamanlar her ne kadar kâl ve hâl’e intikal etmemiş yazılarla dolu da olsa, ülkemizde ‘sohbet’ geleneğini devam ettiren ve yazdıkları hem kâl’e hem hâl’e dair olan kişiler var. Ömer Tuğrul İnançer bunlardan biri. 2006 yılında Eskişehir’de yaptığı sohbetler Keşkül Yayınları tarafından kitaplaştırılmıştı. Bu değerli eser Sufi Yayınları tarafından yeniden Sohbetler adıyla okuyucuya sunuldu.
Sohbet, konuşan ve dinleyen olmak üzere yalnızca iki taraflı sabit bir yapı olmayıp derûnunda muhabbeti barındırır. Yani görünürdeki bu iki taraf, gerek konuşan gerekse dinleyen arasında kurulan bir bağ ile pekişirse sohbet, hakiki manasına ulaşır. Bu bağ da hiç şüphesiz sevgidir. Gönül ise nazargâh-ı ilahidir.
Sevginin kantarı fedakarlıktır
Gönül nazargah-ı ilahi ise anlıyoruz ki sevgi nefsani değil ilahi bir duygudur. İnsan kendisine bahşedilen nice mükemmelliklerin yanında insanlık vasfını en derin şekilde ifa edeceği bağış olarak duyguya sığınır. Önce duyar insan, sonra duyumsar ve sonra duygunun hamuru karılmaya başlar. Her ne kadar elle tutulur gözle görülür olmasa da duygunun da bir kantarı vardır. Tuğrul İnançer “sevginin kantarı fedakârlıktır” diyerek neyi ne için ve ne kadar feda edebiliyorsak onu o kadar sevdiğimizi bizlere söyler.
“Eşeddü hubben lillâh” ayetinin bizler için ‘aşk’a işaret olduğunu aktarır. “Aşk; sevginin cünun şubesidir. Akıllı adamın işi değildir aşk. Akla, akılla vedâ edenlerin işidir. Akla akılla vedâ edenler, işte onlar, Allah’ı şiddetle sevenlerdir.” Bu söylenenler okuyarak öğrenilecek şeyler değildir elbet. ‘Sohbet’ burada bir kez daha devreye girer. Sevgi de direkt sohbet ile açığa çıkar ve palazlanarak serpilir. Anlamak ve daha doğrusu algılamak için okumaktan ziyade dinlemek ve hâl’i tatbik etmek gerekir. Tatbik edilen hal, ancak algılanır. Bu halin palazlanıp serpilmesi, İnançer’in dikkatleri çektiği gerçeklik ile sabittir: Muhammed Mustafa (s.a.v)’i sevmek. Bu sabitlikte kurulan rabıta ile konuşanların sohbetleri ise gül kokar. Çünkü Molla Cami hazretleri: “Es-sohbet-i dervişan buy-i Muhammed Ahmed” buyururlar. Burada sohbetten kasıt Efendimizdir.
Ömer Tuğrul İnançer, O’nsuz ilmin dahi öğrenilemeyeceğini söyler. “Fen dahi O’nsuz öğrenilmez” buyurur. O’nsuz öğrenilen yalnızca menfaattir. Çünkü devreden Peygamberimiz çıktığı zaman Allah çıkarılmış olur. Sohbet karşılıklı olduğu gibi sevmek de karşılıklıdır. Bu konuda İnançer “Allah’ta insana ait sıfatlar ve duygular olmaz” diyen profesör sıfatlı zatlara karşı çıkar ve hazreti insanın halîfetullah olduğunu hatırlatarak, Halife’nin müstahlefinin aynı olup olmadığını sorar. Halife olduğu miktar kadardır. “Dolayısıyla insanda olan sıfatlar Allah’ta değil, Allah’ta olan sıfatlar insanda vardır” ve “Beşeriyet gereği olan, analık-babalık gibi bazı hâller dışındaki her hâl Allah’ta bize verilmiş hilâfet, halifetullah sıfatına dâhildir” der. Bu sebeple Allah’ta sevmek de vardır. Zaten “ Allah müsrifleri sevmez” yahut “Allah ihsân edenleri sever” ayetleriyle bu durum sabittir.
Sevgi, izhar ile beslenir
Tuğrul İnançer günümüz insanlarının uygunlu uygunsuz her davranışlarının sevgi olarak adlandırılmasının yanlış olduğunu vurgular. Görünen köy kılavuz istemez der eskiler, yapmakta olunan halin yanlışlığının söylenmesinde bir terbiye durumu söz konusu olmaz bu sebeple. Onun için İnançer “sevgi gönülde olur, apış arasında değil. Onlar hayvanda da var. Eşekte de var o. Anlatabildim mi sevginin ne olduğunu. Gönülde yaşayan bir hâldir, bir duygudur.” der sevgi için. Sevginin duyurulması hususunda ise “ Maalesef terbiye sistemi nâmı altında sevgiyi izhâr etmek, terbiyesizlik olarak addedilmeye başlandı toplumumuzda. Bırakın evlat, arkadaş sevgisini, zevç ve zevce birbirlerine sevgilerini söylemiyorlar” diyerek bu halin yanlışlığına vurgu yapar: “Sevginin beslenmesi izhardır. Ortaya koymaktır. … Sevgiyi söylemezsen, dile getirmezsen, hareket hâline intikal ettirmezsen, sevgi ölür”.
Kendin için sevmeyeceksin, Allah için seveceksin
İzhar edilerek beslenen sevginin ise ne için olacağı neredeyse tüm bu sohbetten aktardıklarımızdan daha vahimdir. İnançer sevginin ne için olacağını, Hazret-i Ebubekir’den verdiği bir örnekle aktarır. Bildiğiniz gibi “Hazret-i Ebû Bekir hiç puta tapmamış, hanif dini üzerine bir muhterem zât-ı şerifti. Ancak Hazret-i Âişe’den on yaş daha erken doğmuş olan Esmâ bint-i Ebû Bekir’in annesi müşrikti. Hazret-i Ebu Bekir efendimiz bu hatunla anlaşamamış ve onu Rasulullah’ın risâletini ilanından ve tebliğinden evvel boşamıştı. Benî Mustalik Gazvesi sırasında bu hatun kişi, kızı Esma bint-i Ebû Bekir’in çadırına gelir. Esma bint-i Ebu Bekir annesine “Anne kâfirsin, ben seni sokamam çadırıma” der. Bu, İslâm’ın böyle bir sevgi olduğunu gösterir Müslümanlara: “İslâm ana ve baba sevgisinden üstte bir sevgidir.” Buradan hareketle Tuğrul İnançer “Ananı bile kendin için sevmeyeceksin, Allah için seveceksin” diyerek bizlere sevmenin hakikatini aktarır.
Metin Erol, sevmenin hakikatini haber etmek için yazdı