Harem-i Şerif avlusunda terliğini diken Özbek bir amca gördüm. Hanımı da yanında Kuran-ı Kerim okuyor, aynı zamanda göz ucuyla beyini süzüyordu. Amcamız terliğini alelade dikip işini halletmek istiyordu belli ki. Fakat iğneyi, kırk yıllık bir terzi edasıyla tutuyordu adeta. Kim bilir, belki de terziydi. Ya da ben abartıyordum bu hali. Ama ortada bir gerçek vardı ki gelen giden hayretle bu amcaya bakıyordu.
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse hangi milletin insanı olursanız olun, iğne tutmak, sökük dikmek, yama yapmak, tamir yapmak bir hanıma hasmış gibi lanse edilir. Hâlbuki ortada bir gerçek var, kim ne dersin ve nasıl bakarsa baksın; bizim, söküğünü diken bir Peygamberimiz var!
İşte bu Özbek amca bizi Resulullah'ın (s.a.) sarı deve yününden dikilen her bir yanı yamalı hırka-i şerifini, yemen kumaşından içliklerini, mis kokulu nal-i saadetlerini tamir ettiği, yün eğirdiği o anları düşünmemize vesile oldu! Bir Peygamber, ev işlerinde hanımına yardım eden bir Peygamber…
İmanın zirvesine ulaşmak adına tefekkür ediyoruz
Hani Lokman (a.s.) “Tenha bir ortamda tefekkür, şüphesiz Hak yoluna sevk eder” buyuruyor ya, işte bu hale binaen, Hira dağına çıkıp tefekkür ibadetini doruk noktada yaşamak istiyoruz; ellerimizde buram buram taze gül yapraklarını dikerek! Ve hadis-i şeriflerden yola çıkarak günümüzü, Asr-ı Saadet günlerini düşünmek istiyoruz. Peygamber Efendimizin (s.a.), Allah’ın Resulü olmasına rağmen o zamanının zorlu işlerini kölesinden, hanımından, ashabından beklemeden bizzat kendisi yaptığı o günleri.
Hatta ömrü boyunca bu hususta bir an olsun yardımını esirgemeden, Kâbe-i Muazzama’nın örtü tamirinde, keçilerin yağlaması ve sağılmasında, toplu yemeklerde çölde odun toplama işlerini üstlenmesinde, Kuba Mescidi inşasında taşları taşımasında, hendek günlerinde o rahmet damlası elleri parçalana dek kazmasında, ayakkabılarını tamir etmesinde ve daha birçok sayılamayan işleri yapmasında...
Dahası, bilir misiniz bir hurma dalından hasır yapmak ne zordur, ne meşakkatli bir el işidir. Efendimiz (s.a.), yine bizzat elleriyle, Ashabına kıyamadığı için uyuyacağı hasrı Mescid-i Nebevi’de dikmiştir. Böylesi bir Peygamberin hayatını gözyaşları ile görme arzusu ve şefaati için bir nebze tefekküre dalmayı istiyoruz. Zaten O, Âlemlere Rahmet gönderilmişken her işin başında ve sonunda O'nun o mübarek sünneti ve elleri vardır.
Sırf Rasulullah (s.a.) yaptı diye yapabilmek
Biliyor musunuz, belki de bir erkek sırf “Resulullah (s.a.) kendi söküğünü kendisi dikti” diyerek, o nur’un âlâ nur ellerin nasıl iğne tuttuğunu düşünmeli, “üzüm karası gözleri acaba bir kumaş parçasına hangi nazarla bakardı” demeliyiz. Hatta Resulullah'ın (s.a.) da o inci parlaklığından da parlak parmaklarına hiç acemilikle iğne batmış mıydı? Acaba her bir ilmekte ümmetini düşündü mü, dilinde Allah zikriyle kıyameti, sıratı, mahşer anlarını mı düşündü, düşündükçe gözlerinden yaşlar damlayıp, Hırka-i Şerifini ıslattı mı?
Sökük dikmek deyip geçmeyin! Resulullah (s.a.) belki de Taif dönüşü, Addas’ı İslam’la şereflendirmenin neşesiyle, Zeyd bin Harise’ye bırakmadan, parçalanan elbisesini kendisi tamir etmişti. Belki de başka nal-i şerifi olmadığından kan dolan ayakkabısını yeniden temizleyip onarmıştı kim bilir? Belki de yün eğiren kızı Fatıma hazretlerine kıyamayıp parçalanmış elleriyle bir de ev işlerine yardım etmiştir…
Hani bir gün Hazreti Hatice annemiz günlerce çöl sıcağında dama çıkıp Resulullah'ı (s.a.) beklemiş ya; “O çöl sıcağında konaklıyor, ben de çöl güneşinde O'nun gibi yanarak beklerim” diyor, sonra Hatice annemizin narin bedeni bu hale dayanamayıp bitap düşüyor ya. Resulullah (s.a.) kervan ticaretinden yorgun düşen bedenine rağmen günlerce Hatice annemize elleriyle bakıyor, evinin işlerini üstleniyor, hanımı yatağından kalkana dek ona pervane oluyor ya, işte biz böyle bir Peygamberin ümmeti olduğumuz için gurur duyuyoruz, hamd ediyoruz şüphesiz.
Peki ya Efendimiz (s.a.) bizim halimize ne diyordur hiç düşündük mü? Düşünmemiş isek hanımına yardımı eksik etmeyen, es geçmeyen Resulullah'ın (s.a.) müjdelerini yeniden sanki bugün gül kokulu nefesiyle duyuyormuşçasına hayatımıza tatbik edelim.
Adım at, hac umre sevabı al! Kıskanılası!
Resulullah (s.a.), cevher-i âlem niteliğinde bir hadis-i şerifinde, "Bir kimsenin karısına evde yardım etmesi Allah'ın gazabını kaldırır. Hayırlarını ve derecesini artırır. Evinde hizmet görüp, bundan utanmayan kimsenin adı şehitler defterine kaydedilir. Gece ve gündüz Cenab-ı Hakk ona şehit sevabı ihsan eder. Her bir adımı başına bir hac bir umre sevabı verilir ve vücudunda bulunan tüylerin sayısınca cennette ona bir şehir ihsan olunur.” buyuruyor. Allah-u Ekber! Resulullah (s.a.) ümmetine ne de güzel sevap kazanma yolları açmış öyle değil mi? ‘Ümmetim kolay işlerden kemal-i imana erebilenlerden olsun’ diye. Hanımına yardım etmenin sevinci ve sevabını idrak edebilsin diye yolları genişletmiş…
Lakin şunu da kesinlikle unutmamak gerekir ki her bir sünneti Resulullah (s.a.) yapmış diyerek yapmadığımız müddetçe o eylem sadece kuru bedenimizde kalır ve ölür. Nasıl ki bir işi yaparken Allah’ın rızasını umduğumuzda amel defterimizdeki sevap hanemiz dolup taşıyor ise bir sünneti de ihya ederken “Resulullah (s.a.) yaptığı için yapıyorum, O'nun şefaatine, hadisindeki müjdelere nail olabilmek için” diyerek ifa etmeliyiz.
Sünneti Seniyyeye itaat ediyorsan; al eline iğneyi, süpürgeyi!
Dahası Resulullah (s.a.), cahiliye ve Asr-ı Saadet dönemlerinde cihat günlerinin yaşandığı, yoksulluğun diz boyu olduğu, cahiliye bayrağının dalgalandığı, bir yandan vahyin sıcak sıcak nazil olduğu, tebliğ hükmünün yüküyle, sorumluluğuyla bir de hanımına kıyamayıp ev işlerinde ona yardımcı oluyordu. Hem de az buz değil! Elbiseleri kendi yamalar, evi kendi eliyle süpürürdü. Eliyle süt sağar, çarşıdan ev eşyasını satın alır gelirdi. Ayakkabısı sökülürse bizzat kendisi kendi eliyle onarırdı. Su kovasının ipini bağlardı. Deveyi kendi eliyle bağlar, ona yem verirdi; köleyle birlikte un öğütürdü.
Böyle bir Peygamber şimdilerde akıllara durgunluk vermeli. Bilhassa beylere! Çünkü kâinatta en zor imtihanları peygamberler vermiş. Hele ki son peygamber Hazreti Muhammed'in (s.a.) hayatını düşünürsek, nice erkek şimdi O’nun hayatından hissedar olmalı. Resulullah (s.a.) sıkıntılarına bakmadan hanımlarının, kölelerinin, ashabının gönlünü hoş tutmayı beceriyorsa O'nun ümmetinin erkekleri de bunu başarabilir.
İlla ki O’nun sünneti seniyyesi çerçevesinde yaşamalıyız. Biz Resulullah'ı (s.a.) seviyorsak, sünnetini aliyyul ala makamında ifa etmeliyiz. Etmeliyiz ki Resulullah (s.a.) mahşer günü bizlerle “Ümmetim!” diyerek övünebilsin. Kuran-ı Kerim’de dahi Peygamber Efendimizden (s.a.) “Üsve-i Hasene” diye övgüyle bahsedilirken bu hitap biz Hazreti Muhammed'in (s.a.) ümmetine de çok şey çağrıştırıyor olmalı!
Hatice Tüfekci, “sökük dikmek hiç bu kadar muhabbetli olmamıştı” diyerek yazdı
Kıymetli gyy abiciğim hem fikirdik öyle değil mi :)) tencere, sökük, süpürmek, biz siz bunları pek severiz :) elbet yapacağız öğreteceğiz.