Kavgaya dahi kardeşim diyerek başlıyorsunuz

Kendimize bir de dışarıdan bir gözün rehberliğinde bakmaya ne dersiniz? Bayramda annemlerin Nijeryalı Aliyu Abubakar Abbati’yi misafir ettiğini görünce sorayım dedim hem Nijerya ahvalini hem de gördüğü Türkiye manzarasını..

Kavgaya dahi kardeşim diyerek başlıyorsunuz

Aliyu Abubakar Abbati, Nijerya’nın Abuja şehrinde yaşıyor. Ana dili Nijerya’da en yaygın dil olan Housaca. Abbati’den memleketlerinde 250’den fazla yerel dil olduğunu öğrendiğimizde biraz dudaklarımız uçukluyor. Ayrıca dört tane de büyük dil olduğunu belirtiyor. Nüfuslarının bizim iki katımızdan fazla olduğunu düşündüğümüzde aslında makul gibi görünüyor. Kendisi üç yıldır üniversite eğitimi için İstanbul’da bulunuyor. Fatih Üniversitesi’nde matematik bölümünü okuyor. Tam bir matematik sevdalısı ve aynı zamanda elektrik elektronik mühendisliğinde okuyor. Yani şu ÇAP (Çift Anadal Programı) denilen şeyin de hakkını verenlerden.

Yeğenimin en yakın arkadaşlarından ve memleketine senede sadece bir defa gidebildiğinden bayramlarda bazen bizlere misafir oluyor. Daha önceki bir bayramda annemlere misafir olduğunda “onunla niye sohbet etmedik uzun uzun” diye üzülmüştüm ki bu bayram çocuklar gelirken Abbati’yi de getireceklerini söyleyince bu sefer ona merak ettiklerimi sormaya niyet ettim. Ablamın üç oğlu vardı ama artık Abbati ile birlikte dört oldu. Artık o bizim için misafir olmaktan çıktı, ailemizden biri gibi adeta.

Osmanlı’nın mirasını yiye yiye bitiremedik

Abbati’ye niçin okumak için Türkiye’yi seçtiğini soruyorum öncelikle. “Bizim dedelerimiz Osmanlıdan, Türkler’den hep bahsederler. ‘Çok iyi insanlar, samimiler, güzel ahlak sahibiler’ diye. Sizlerin samimiyetinizden ve dostluğunuzdan etkilendim” diyor. Buraya gelmeden önce Türk okuluna gittiğini ve öğretmenlerinin tavsiyesiyle buraya geldiğini belirtiyor. Burslu okuduğunu söyleyip de “zeki olduğun için burslu okuyorsun” dediğimizde, Abbati o kadar mütevazı ki “estağfurullah” diyor. Allah’ın nimeti, Allah’a şükrediyor ve “ben zeki değilim, Allah vergisi” diyor.

“Yabancı bir ülkede okumak kolay olamasa gerek” diyoruz Abbati’ye. “Zaten hayat avantaj ve dezavantajlarla dolu” diyor ve başka bir ülkede eğitim almanın da avantajlarının daha çok olduğunu söylüyor. Yurt dışındaki eğitimi sadece bir eğitim olarak görmemeli. İyi, samimi insanlarla tanışmanın, yeni arkadaşlar edinmenin, yeni yerler görmenin, farklı bir kültürü tanımanın kendisine getirdiği artılardan bahsediyor aşk ile.

Et yemekleri ilk sırada

Türk yemeklerinden en çok hangisini beğendiğini soruyoruz. Gaziantep’e gittiğinde yediği dürümü çok sevdiğini ve unutamadığını söylüyor ve ekliyor: “Sizin yemekleriniz çok güzel ve çok çeşitli gerçekten. Bazı yemeklerimiz de benziyor aslında.” Yeğenlerim anneannelerinin en çok sevdiği ve onlar geldiğinde sofradan eksik olmayan zeytinyağlı sarma için “siz de var mı?” diye sorduğunda, “yok” diyor Abbati. Ama “nasıl İstanbul’da çeşit daha çok ve doğal yiyecekler bulunabiliyorsa bizim orada da köylere, başka bölgelere gidildiğinde daha farklı ve çeşitli yiyecekler bulunabiliyor” diyor.

Önceki geldiğinde kış mevsimi olduğundan nar zamanıydı ve daha önce hiç yemediğini fakat tadınca çok beğendiğini söylemişti bizlere mesela. Karpuzun onlarda da olduğunu ve çok sevdiğini öğreniyoruz. “Nasıl” diyor, “size dışarıdan mango, ananas geliyorsa, bizim orada da elma olmuyor ama dışarıdan geliyor.” “Bizim orada et ucuz, tavuk pahalı” diyor bir de. Yani bizim buranın tersi bir durum söz konusu. Suya diye bir et yemekleri olduğunu ve oraya gidip bu yemeği tadan bir hocasının çok beğendiğini söyleyerek bizi ülkesine davet ediyor ve inşallah gittiğimizde de bize bu yemekten ikram edeceğine söz veriyor. Bir de Abbati balık yedikten sonra neredeyse bir hafta süt, yoğurt gibi gıdaları asla yemiyor zararlı diye. Ülkesinde buna kesin bir riayet söz konusu. Yeğenler balıkla birlikte ayran içip, yoğurt yiyorlar onu kızdırmak için bilhassa. Telefonunu çıkartıp, “şimdi 112’yi arıyorum. Acile gitmeniz gerekecek.” diyor.

Sünnetlere önem vermeniz çok güzel

“Sizin çok önemli şeyleriniz var” diyor Abbati. “Ne gibi” diye soruyorum. Cevap veriyor: “Özel gecelerde, bayramlarda birbirinizi arıyorsunuz, tebrikleşiyorsunuz, mesajlaşıyorsunuz, salavatlaşıyorsunuz, çok hoşuma gidiyor. Bizim de yapmamız lazım ama genellikle bizde böyle şeyler pek olmuyor, bazen mevlit okuyorlar, bazen okumuyorlar. Siz hem namazdan önce hem sonra sünnet kılıyorsunuz fakat bizde sadece farz kılınıyor.”

“Ramazanda siz de mukabele okuyup hatim indiriyor musunuz?” diye soruyorum. “Sizin kadar değil” diyor. “Teravihi de biz on rekat kılarız, yirmi kılmayız hiç” diyor. “Ama bazı yerlerde uzun süreler okunur ve o zaman namaz uzar” diyor. “Kısa süreler okunduğunda yirmi de kılsan az sürüyor” diyor. Abbati bazı namazlarda okunan ayetlerden çok etkilendiğini belirtiyor zira Kur’an’ın çoğunu dinlediğinde anlıyor. Ayrıca Kur’an’ı da çok güzel okuyor. Annem, Abbati ilk geldiğinde bunu fark etmiş ve ona epeyce bir vakit Kur’an okutmuştu.

Bitmeyen sömürü kültür hayatını da çoraklaştırmış

Abbati’ye ülkesindeki Müslüman âlimlerden, şairlerden ve yazarlardan bahsetmesini istiyorum. Şöyle cevap veriyor: “Müslümanlıkta sizin kadar bilgili değilim çünkü siz çok uzun zamandır Müslümansınız ve köklü bir medeniyetiniz var. Bu konuda yanlış bir bilgi vermek istemem. Bizde sizdeki gibi mesela Necip Fazıl, Mehmed Akif, Sezai Karakoç gibi güçlü şairler pek yok. Çünkü siz hep devam ediyorsunuz, bizdeyse sürekli sistem değişiyor, sömürü oluyor, o yüzden bir tane aklıma Nobel ödülü alan Oluwole Soyinka geliyor. Bu yazar Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Afrikalı yazar unvanına sahip.”

Abbati, “kardeşim böyle kültürel mevzulara daha ilgili” diye de ekliyor sonra. Kitaplarla aralarının nasıl olduğunu soruyorum, ülkesinde evlerde kütüphane olup olmadığını. “Sizin kadar çok kitap almıyoruz” diyor. Ama babasının ona aldığı ve on iki yaşından on dokuz yaşına kadar okuduğu 800 sayfalık küçük hikayelerden oluşan bir kitaptan bahsediyor. Kitabın içerisinde yüzden fazla hikaye olduğunu, bu hikayelerin de çok düşündürdüğünü ve güzel bir kitap olduğunu söylüyor.

Nijerya’da dış kapının mandalı damatlar

Abbati’ye oradaki aile yapısının nasıl olduğunu soruyorum, “sizin gibi” cevabını alıyorum. Ancak kendisine çok enteresan gelen bir şeyden bahsediyor: “Sizde enişteler geliyor, bayramlarda aile büyüklerinin evinde toplanıyorsunuz, kalıyorsunuz burada. Biz de öyle bir şey olmaz.” “Ama” diyorum “şehir dışından geliyoruz biz, siz uzakta olsanız da mı kalmıyorsunuz?” “Hayır, olmaz” diyor. “Gelip bayramlaşır, hanımını bırakır ve gider” diyor. “Misafir gibi oturur, başı önde mahcup. Fakat oğlanlar geldiğinde kalıyorlar” diyor. Yeğenim muzırlık yapmak için araya giriyor, “sizde elti, görümce, enişte, kayınço, baldız var mı bakalım” diye soruyor. “Baba tarafına ‘baaba’ diyoruz. Mesela amcaya da, halaya da ‘baaba’ yani ‘babanın tarafından’ demek oluyor. ‘Kavu’ annenin tarafına diyoruz. Sizinki ne kadar çok, ne kadar güzel bir şey. Bizde o kadar çok isim yok” diyor.

Kavgaya dahi “kardeşim” diyerek başlıyorsunuz

“İstanbul’da sana farklı gelen, ilgini çeken neler var mesela” diyorum. “Mesela” diyor, “otobüs, metro kullanırken bazı insanlar yaşlılara yer veriyorlar, ayağa kalkıyorlar hemen. Biz de veriyoruz, bu çok güzel bir şey. Yani aslında mecbur değil ama veriyor. Bazı insanlar kavga ederken ‘abi’ diyorlar, güzel telaffuzda bulunuyorlar. Kavga ederlerken bile ‘abi, ne yapıyorsunuz kardeşim’ diyorlar. Ben gülüyorum, kavga ederken dahi güzel konuşuyorlar. Nasıl kavga edecekler, hemen bitirirler diyorum.”

“Müslüman bir ülke olarak burada gördüğünde yadırgadığın şeyler var mı?” diye sorduğumuzdaysa şunu söylüyor: “İstanbul’a ilk defa Ramazan ayında gelmiştim ve havaalanında bir adam bana sigara uzattı. Çok tuhafıma gitti ama aslında adam bana iyi bir şey yaptığını zannederek yaptı. Kötülük için değil. Hediye olarak verdi. Lokantalarda insanlar öğlen yemeği yiyorlar Ramazan’da. Ama çok çeşitli insanlar var tabi farklı farklı.”

Abbati o büyük sorunsalımıza da temas etmeden geçmiyor bu arada: “Büyük bir camiye girdim bir gün. Camide sadece on bir kişi vardı saydım. Geldiğin zaman kılıyorsun sünnetler, sünnetler ama bizde ezan okununca herkes camiye gidiyor ve farzını kılıyorlar. Cuma namazına daha çok gidiyorlar burada.”

Abbati’nin her akşam annemlerden sonra ablamın evine gideceği zaman bizim çocuklar gibi bir telaşla çorap aramaya giriştiğini görünce, “Abbati, çorap kaybetmek sizin oralarda da mı var, yoksa buradakilerden mi öğrendin?” diye soruyorum. Herkesi bir gülmedir alıyor. Galiba Türk erkeklerinde babadan oğula sirayet eden bu yaygın özelliğin dünya çapında örnekleri mevcut…

F.Kebire Gündüz Karaaslan sohbet etti

YORUM EKLE
YORUMLAR
Mücahid
Mücahid - 10 yıl Önce

Teyze ben Abbatiyi 2 yıldır tanıyorum onu bu şekilde anlatamazdım. Yazarların farkı bu olsa gerek:) Çok güzel bir yazı olmuş. Benim de Abbatinin neredeyse her cuma en güzel elbiselerini giymesi dikkatimi cekmisti genelde takım elbise giyer cumaları. Nijeryada cuma günlerine çok önem verdikleri belli. Allah herkese böyle baska ülkelerden güzel insanlarla arkadaş olmayı nasib etsin insaallah.

mahmut çelik
mahmut çelik - 10 yıl Önce

gerçekten çok hoşuma gitti insan bu gülleri okuyunca içi açılıyor