‘Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur’

Göklerden gelen mesajda mutluluğun formülü bundan 1400 yıl önce verilmiş olmasına rağmen hüsranda olan insan (Vel Asr-ı innel insane lef i husr) bir türlü o mutluluğu yakalayamıyor. Oysa “Kalpler ancak Allah’ı anarak mutlu olur.” Emel Topçu yazdı.

‘Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur’

Bir Rus köylüsüne bir gün iyilik meleği gelmiş ve “Dile benden ne dilersen” demiş. Köylü he­yecanla neler dileyebileceğini düşünürken bir şart koşmuş melek: “Ne dilersen komşuna iki katını vereceğim.” Böyle olunca işler değişmiş ve köylüyü almış bir telaş. Bulmuş en sonunda ne dileyeceğini ve “bir gözümü al” demiş. İnsanların çoğu için mühim olan diğerlerinden daha iyi bir durumda olmaktır. Kar­şılaştırma insanları mutsuz eden önemli bir öğrenme aracı. Karşılaştırdıklarında diğerlerinden daha iyi du­rumda iseler bu onları mutlu etmese bile belirli bir tatmin duygusu vermesine rağmen, daha kötü durum­da iseler mutsuz oluyorlar.

Havayolları şirketleri müşteri memnuniyetini ar­tırmak üzere problem çıkan durumları analiz ettik­lerinde, eğer uçakta birinci sınıf yolcular için ayrı bir bölüm varsa o uçaklarda daha çok problem çıktığını tespit etmişler. Hele yolcular uçağa girerken birinci sınıf bölümünü görerek giriyorlarsa problem çıkma durumu daha da artıyormuş. Ekonomi sınıf yolcuları birinci sınıf imkânlarını gördüğü için kendilerine iliş­kin en ufacık bir yanlış uygulamada problem çıkarma­ya daha meyilli oluyorlarmış.

Mutluluk araştırmalarında sorulan sorulardan birinde insanlara iki durumdan birini tercih etmeleri gerekse hangisini seçecekleri soruluyor. Durumlardan birincide; kendilerinin yıllık elli bin Avro gelirleri ola­cağı, ama çevrelerindeki herkesin gelirinin bunun ya­rısı kadar olacağı bir seçim sunuluyor. İkinci durumda ise kendilerinin yüz bin Avro geliri, buna karşılık çev­relerindeki herkesin kendilerinin iki katı kadar geliri olacağı bir durumdan bahsediliyor. Sanırım insanların hangisini tercih ettiklerini anladınız. Yıllık elli bin Avro. İnsanlar, miktar olarak daha çok olup, diğer insanlar­dan daha az olan bir gelirdense, miktar olarak daha az, ama diğerlerinden daha çok bir geliri tercih ediyor­lar. Çünkü karşılaştırmada üstün durumda oldukların­da mutlu, daha aşağı durumda olduklarını gördükle­rinde ise mutsuz oluyorlar. Annem biz çocukken “elle gelen düğün bayram” derdi. Halk bilgeliğine göre, zorluk, çile gibi acı veren durumlar bile, eğer sadece size değil bütün herkese gelmişse, bu durum kutla­maya bile dönüşebiliyor. Karşılaştırma beyne mutlu­luk da veren bir araç olmasına rağmen, Montaigne karşılaştırma konusunu, sadece acı veren bir durum olarak ele alıyor. İnsanın aklı ile etrafındaki insanların kendisinden farklı olan taraflarını gördüklerini ve on­ların kendilerinden daha iyi olmaları durumunda çok acı çektiklerini söylüyor. Çevresinde gözlediği, beden­sel yapılarından utanan birçok insanın, yeme bozuk­luğu, bazı psikolojik bozukluklar sergilemelerinden ve kendisinin de kendi bedeni ve düşünce seviyesi ile ilgili bazı problemlerinden hareketle, insanların, fark­lılıklarını ya da kusurlarını, hayvanlardan farklı olarak ancak akıl ile anlamalarından dolayı, aklın insanı mut­suz ettiğini iddia ediyor. Diğerleri ile karşılaştırmalar yaparak kendi sıradanlıklarını anlayan insanların mut­suzluğuna çare olarak, kişinin kendi içindeki sıradan­lığını kabullenmesini öneriyor.

Oysa Aristo aklı, insanı mutlu eden en önemli fak­tör olarak görüyor. Her eşyanın kendi özelliğini icra etmesi durumunda varlık sebebini yerine getireceğini iddia eden Aristo, bıçağın en önemli görevinin kesmek olduğunu belirtiyor. Bıçak kestiği sürece bıçaktır. İnsa­nın da en ayırt edici özelliği akıl olduğuna göre, aklın ideal bir şekilde kullanılması, insanı mutluluğa götü­recektir.

Mutluluk-öğrenme ilişkisi

Patricia Goldman-Rakic, Yale Üniversitesi’nde 1970’den beri sürdürdüğü, 1990’lı yıllarda disiplinlera­rası yaptığı beyin araştırmalarında, beynimizin alnımı­za gelen tarafının düşünme ve öğrenme işini yaptığını tespit ediyor. Beynin bu kısmı da diğer kısımları gibi modüler ve her bir bölge başka bir görevle sorumlu ama bu bölgede dopamin olduğu zaman öğrenme ve hatırlama işinin daha çabuk gerçekleştiğini ortaya çı­karıyor. Parkinson ve şizofreni hastalarında dopamin salgısının geciktiği tespit edilerek dopamin salgısının sağlıklı bir beyin için ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarıyor. Yani öğrenme mutluluk getiriyor.

Beynin ön tarafının aktif olduğu bir öğrenme olayı gerçekleştiğinde beynin orta arka kısmından dopamin salgısı yapılıyor ve dopamin, hücrelerden alına doğru yol alırken beynin orta kısmında Nucleus Accumben adlı bölgeden geçiyor. İşte orada ne oluyorsa oluyor ve dopaminler, opium benzeri bir etki yapan ve endorfin denilen bir hormon üretimine yol açıyor ve bu yeni üre­tilen endorfin adlı hormon da dopaminle beraber bey­nin ön tarafına doğru pompalanıyor. İşte böylece öğ­renme işlemi, bu salgılarla beraber hazza dönüşüyor. Aynı haz etkisi opium alındığında da uyanıyor. Endorfin hormonu beynin kendi kendine öğrenme süreci ile be­raber ürettiği haz uyandıran bir madde olduğu hâlde, opium maddesi beyne dışarıdan verilerek haz oluştur­duğundan, beynin kendi normal sürecinin dışına çıkıl­mış oluyor. Vücut kendi normal sürecinin dışına çıkan, kendi kendine üretebileceği bir maddenin dışarıdan birden verilmesi durumunda şoka giriyor ve mekaniz­ması bozuluyor. Böylece vücudun sürecini engelleyen, dışardan yapılan her müdahale tabii ki uzun ya da kısa sürede öldürücü etki yapıyor.

Tanımadığınız bir ormanda kaybolduğunuzu, gün­lerce orada hayatta kalma mücadelesi verdiğinizi dü­şünün. Yeşil ot ve yapraklarla besleniyorsunuz. Birden karşınıza yeşil yaprakların ucunda kırmızı yuvarlak bir şeyler çıkıyor. Yiyor ve tatlı olduğunu anlıyorsunuz. Bu durum beyne büyük bir mutluluk duygusu veriyor. Çün­kü beyin, beklemediği bir anda, bambaşka lezzette bir tatla karşılaşıyor. Ancak, bu tadı daha önceki yeşil ot ve yaprakların tatları ile karşılaştırınca onlardan daha lezzetli olduğunu fark etmekle oluşan öğrenme süre­ci ile mutlu oluyor. Aniden ortaya çıkan, karşılaştırma ile olumlu olduğunu anladığımız bir öğrenme durumu, beyne büyük bir mutluluk duygusu veriyor.

Aynı şekilde bir insanın, birden on milyon lira ka­zandığı haberini aldığındaki duygularını düşünün. İçini büyük bir mutluluk kaplayacaktır. Çünkü beyin hızlı bir karşılaştırma yaparak on milyon lira ile şimdiki haya­tından daha iyi bir düzeyde hayat yaşayabileceğini ona düşündürür ve mutlu olur.

Yukarıda bahsettiğimiz örneklerde olduğu gibi, be­yin beklemediği bir anda karşılaştırma ile bu durumun kendisi için olumlu olduğunu anladığı an, beynin arka ortasındaki hücrelerden hızlı bir şekilde dopamin sal­gısı yapılarak beynin ön tarafına pompalanıyor. Böyle­ce hem öğrenme hem de o öğrenme ile birlikte mutlu­luk hissi oluşuyor.

Mutluluktan ölebiliriz

Bilimde birçok konu tesadüfen ortaya çıkmıştır. Beyinde mutlulukla ilgili bir sistem olduğu konusu da bu tesadüflerden biri. Elli yıl kadar önce hayvan beyni üzerinde hangi bölgenin ne tür tepki verdiğini araş­tırmak üzere yapılan deneyde, hayvanların beyinle­rindeki bir bölgeye verilen elektrik şokunu memnu­niyetle karşıladıkları fark ediliyor. Bu bölgeye yapılan baskı diğer hayvanlarda da aynı tepkimeye yol açınca, deney daha ileri düzeye taşınıp lağım farelerinde bey­ne yerleştiren alete elektrik şoku verme işi, farelerin kendi kendilerine yaptırılmaya başlanıyor. Fareler bir saatte bin kere elektrik veren düğmeye basarak be­yinlerinin o bölgesine dalga gitmesini sağlıyorlar. Bu dalgalar onları o kadar mutlu ediyor ki sürekli düğ­meye basmakla meşgul oluyorlar. Dikkatlerini başka yöne çekmek için kafese, susamış olmaları dolayısı ile su, daha sonra yiyecek konuyor, onlar hâlâ beyin­lerine dalga göndermek için düğmeye basıyorlar. Er­kek fareler için kafese dişi fare konuyor ama yine fay­da etmiyor. Mutluluktan gözleri dönmüş bir şekilde sadece düğmeye basıp beyinlerine dalga gönderiyor ve sonunda açlık ve susuzluktan ölüyorlar. Bu durum aslında beynin sürekli haz yaşamak üzere yaratılma­dığını gösteriyor.

Mutluluğun elbette ki biyolojik, genetik kaynakları var. Yapılan araştırmalar bunun kişinin mutluluğunu %35-50 oranında etkilediğini belirtiyor. Mutluluk be­yinde birçok bölgenin karmaşık şekilde birlikte çalış­ması ile ortaya çıkıyor. Mutluluğu biyolojik olarak do­pamin, serotonin, oxitosin, endorfin vb. gibi hormonlar etkiliyor. Ama yukarıda da bahsettiğimiz gibi bunların salgılanması için beynin belirli faaliyetleri yerine ge­tirmesi gerekiyor. Biyolojik olarak bu hormonların salgılanmasında herhangi bir problemi olmayan bir beyin, kişinin içinde bulunduğu çevreden de %10 ora­nında etkileniyor ama mutluluk için gerekli geri kalan yüzdeyi kişinin kendi gayretleri, yaşayış ve düşünüş şekli belirliyor. Yani mutlu olmak büyük oranda kişi­nin kendi elinde. Ama mutluluktan ne anlıyoruz bu da önemli bir soru.

Mutluluk anlayışında Doğu ve Batı farkı

Doğulu düşünce, mutlu olmayı, kişinin kendinden vazgeçmesi, kendinden geçmesi olarak algılıyor. Kişi ancak mükemmel olan bütünün içinde kaybolursa mutlu olur. Budist anlayıştaki Nirvana’ya ulaşmak bu­nun en bariz örneği. Batılı düşünce ise bireyi ön plana çıkardığı için, mutluluğu kişinin kendini gerçekleştir­mesi olarak anlar. Doğulu Nirvana’ya ulaşmak için yol­dadır ancak, Nirvana’ya ulaşmayı her işin merkezine koyarsa ona ulaşamayacağını bilir. Oysa Batılı düşün­cede kendini gerçekleştirerek, hedefe odaklanarak ya­pılması gereken büyük çabalar bütünüdür. Ama kişinin kendini gerçekleştirmesi için önce kendini iyi tanıması gereklidir. Kendini tanımadan kişinin kendini gerçek­leştirmeye çalışması, çelişkiler içinde yüzen insan yı­ğınlarının varlığına yol açar.

Peki, Doğu ve Batı arasında, biz nerede duruyo­ruz? Özellikle Anadolu insanı, İslam’dan etkilenmiş bir hayat görüşü ile İslam kelimesinin anlamı olan, ken­dini Allah’a teslim etme, adama işini hayata geçirerek mutluluğa ulaşacağı düşüncesinden hareketle kendin­ce uygulamalar geliştirmiştir. Adama eylemi, binlerce yılın uygulama ve gelenekleri ile kadınlarda kendini ço­cuklarına ve ailesine adama şeklinde tezahür ederken, erkeklerde vatana adama şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber, kendini çocuklarına adayan kadın “saçlarımı size süpürge yaptım” serzenişi ile adama işinin bilinçaltındaki yansımalarını dışarıya vururken şimdilerde bedelli askerlik konusunda kuyruğa giren erkekler de bir başka boyutunu ortaya çıkarmaktadır­lar. Oysa İslam tasavvufu mutluluğa erişmek için orta bir yol bulmuştur: Dışında halkla, içinde Hakk’la olmak. İçinde Hakk’la olup Hakk’ta kaybolmaya çalışırken, dı­şarıda halkla olup kendini gerçekleştirme eylemi içine girer. Anadolu topraklarında tasavvuf yolunu seçenler kesinlikle Doğu felsefesindeki gibi dünyadan el etek çekmemişlerdir.

Modernite mutluluğu da ölçüyor

Bireyi ön plana alan Batı düşüncesinin Aydınlanma ile geliştirdiği modernite, akıl üzerine kurulu bir me­deniyet anlayışının ürünüdür. Bu anlayışta evrendeki her şey ölçülebildiği sürece vardır. Eğer ölçülemiyorsa bilimsel değildir. Ölçme anlayışı böylece hayatın her alanına sızmıştır. Mutluluk kişiye özeldir, sübjektiftir, ölçülemez iddialarına rağmen son otuz yılda mutluluk konusunda araştırmalar yapan kurumlar, toplumlar­daki mutluluğu ölçmek için ölçekler geliştirdiler ve bu ölçümler her yıl yapılmaya başlandı.

Meşhur ABD başkanı John F. Kennedy’nin kardeşi Robert F. Kennedy 1968 yılında Kansas Üniversitesi’nde yaptığı etkili konuşmasında, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin millî gelir seviyelerinin ölçümü­ne göre değerlendirilmesini eleştirerek; “Millî gelir ölçümü bizim cesaretimizi, bilgeliğimizi, öğrenmele­rimizi, tutkularımızı ve ülkemiz için adanmışlıklarımı­zı ölçemez. Kısacası millî gelir ölçümü her şeyi ölçer ama insanlar için hayatın ne demek olduğunu onun anlamını ölçemez” diyerek ülkelerin gelişmişlik du­rumlarını ölçmek için sadece ölçülebilen veriler olan ekonomik göstergelerin kullanılmaması gerektiğinin ilk işaretlerini vermiştir. Bu konuşma, insanların ken­dini iyi hissetmesinin zenginlikten çok daha fazla bir anlam ifade ettiğini göstermekteydi. Modernite, özel­likle Batı’yı zenginleştirmiş ama mutlu edememiştir.

Bu durumun sıkça dile getirilmesi Batı yönetimlerinde bir farkındalık oluşturmuş ve mutluluk araştırmala­rının hükümet politikalarını nasıl etkileyeceği yönün­de ilgi başlamıştır. Böylece hızla mutluluk araştırma merkezleri kurulup mutluluk ölçekleri geliştirilmeye başlandı.

Danimarka mutluluk araştırmaları merkezi

Meik Wiking daha kendisi 34 yaşında iken 1998 yı­lında annesinin kanserden ölümü üzerine derin bir ha­yat sorgulaması içine giriyor ve kendisine “eğer yaşa­mak için sadece 15 yılın kaldıysa?” sorusunu soruyor. Böylece çok para kazandığı prestijli işini bırakıp mut­luluk araştırmaları işine giriyor. Danimarka Mutluluk Araştırmaları Merkezi kurucusu Meik Wiking, yıllardır bütün dünyada yaptıkları mutluluk araştırmaları so­nucunda oluşan birikimleri ile yazdığı kitabı Lykke’de mutluluğu; ruhi ve bedensel olarak kendimizi iyi hissedip, hoşnutluk ve yoğun haz duyguları arasındaki bütün duygu­ları yaşayabildiğimiz durumlar bütünü olarak tanımlıyor.

Yıllardır süren araştırmalar sonucu elde edilen mut­luluk veren unsurlar olarak da; sosyallik, para, sağlık, özgürlük, güven, nezaket gibi ana başlıkları tespit ettik­lerini belirtiyor.

Yıllar süren araştırmalar sonucu, yalnız olmayan ya da çevresinde güveneceği insanlar olan kişilerin daha mutlu olduğu belirleniyor. Para konusu belirli bir refah seviyesine kadar insanların mutluluğunu artırı­yor ama işte o belirli seviyeden sonra mutluluğa çok etkisi olmuyor. Sağlık yine mutluluğu etkileyen önem­li bir unsur ve ölçümü de kolay. Yalnız, bunlardan ilk üçünün ölçümü nispeten kolayken kalan üçünün öl­çümü konusunda bazı tereddütler bulunmaktadır.

Zaman özgürlüğü ve mutluluk

Mutluluk ölçümü için belirlenen alanlardan sos­yallik, para ve sağlık ölçümü daha kolay olan alan­lar olup özgürlük, güven ve nezaket konularını ölç­mek biraz daha zor olmasına rağmen o konuda da ölçekler geliştirilmiştir. Özgürlük denilince aklımıza genelde insan hakları bağlamında ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü gibi kavramlar geliyor ama bir de “zaman özgürlüğü” kavramı olması gerektiğine işa­ret ediliyor. Zamanımızı özgürce ayarlayabiliyor mu­yuz? Özellikle anne baba olmak, hem iş hayatı, hem de aile hayatını sürdürmek ne kadar mümkün. Çocuk sahibi olmak, aynı zamanda başka işlere ayırabilece­ğiniz zamanı çocuklarınıza ayırmak ya da çocukları­nız için yeterli zamanınız olup olmaması gibi konuları gündeminize almanız gereken bir durum. Çocuk sa­hibi olmanın mutluluğu ne oranda etkilediğini belir­lemek üzere yapılan araştırmalarda, çocukları olduk­tan sonra bazı ülkelerde insanların hayat tatminleri artarken bazı ülkelerde düşmekte olduğu gözlenmiş. Amerika’da -13 derece düşerken Portekiz’de +8 de­rece artmaktaymış.

Devletin aile politikaları konusunda olumlu düzen­lemeler yaptığı ülkelerde ve geleneksel olarak çocuk sahibi olmanın olumlu karşılandığı kültürlerde çocuk sahibi olmak mutluluğu artırıyor. Devletlerin çocuk sahibi olan ebeveynler için geliştirdikleri politikalar ve çocuk sahibi olan kişilerin mutluluğu arasındaki ilişkiye bakıldığında, ücretli izin, hastalık izni, esnek çalışma saatleri olan ülkelerde çocuk sahibi olan ebe­veynlerin daha mutlu oldukları tespit edilmiş.

Ama hemen bütün ölçümlerde çocuk sahibi olma aşamalarına doğru ve çocuk doğduktan hemen son­ra kişilerin mutluğu hızlı bir şekilde artarken çocuk doğduktan birkaç ay sonra mutluluk seviyeleri hızla düşmeye başlamaktaymış. Çünkü sosyal hayattan sı­nırlanmaya, ekonomik olarak zorlanmaya ve zaman­larını diledikleri gibi yönetip kendi kendilerini gerçek­leştirme konusunda zorluklar yaşamaya başlıyorlar insanlar.

Özgürlük ölçümü için belirli kriterler geliştirildi­ği gibi güven ve kibarlık için de kriterler var. Güven konusu; çocuklarınız okula kendi başına gidip gele­biliyor mu, aileler kendileri kafede otururken ya da toplu alanlarda sürekli çocuklarını gözetim altında tutma ihtiyacı hissediyorlar mı, komşularımıza gü­veniyor muyuz vb. gibi sorularla ölçülürken, nezaket; yardımseverlik kapsamında, başkalarına ne oranda gönüllü olarak yardım ediyoruz, hatta bu işi haftalık olarak kaç saat yapıyoruz, çevremizde yardımsever olarak düşündüğümüz insanların oranı nedir gibi so­rularla ölçülüyor.

Batı Buthan’ın mutluluğunu mu çaldı?

Bhutan Himalayalar’ın orada, Hindistan ve Nepal’in doğu tarafında, Bangladeş’in kuzey kıs­mında sekiz yüz bin nüfuslu küçük, güzel bir ülke. Dünya’ya, “millî mutluluk” kavramını ihraç etti. Bhu­tan 1970 yılından beri gittikçe daha kurumsallaştırdı­ğı ve psikolojik sağlık, ekolojik standart, zaman kulla­nımı, sağlık, eğitim, kültür, sosyal ilişki ve iyi yönetim kriterleri üzerine oturan millî mutluluk endexini, 1998 yılında Birleşmiş Milletler forumunda, dünyaya paradigma değişimi önerisi kapsamında, alternatif gelişmişlik göstergesi olarak tanıttı. Bu tanıtımdan sonra kavram, en üst düzeydeki kurumlarda tartışıl­maya başlandı.

Dünyanın ekonomik bunalıma girdiği 2008 yılından sonra Batı kapitalizmi yoğun bir şekilde halk arasın­da tartışılmaya başlanınca en üst düzey birçok kurum ve kişi bu konuda eylemler başlatmak üzere harekete geçti. OECD bu alana yönelik olarak çalışmalar baş­latırken o zamanki Fransa başkanı Sarkozy, Lehman Brothers şirketinin batmasından bir yıl sonra, No­bel Ödüllü Amartya Sen ve Joseph Steglitzadlı bilim insanlarının başkanlığında bir komisyon kurarak mutluluk sorgulamaları yaptırdı, Kasım 2010 yılında İngiltere Başbakanı David Cameron Refah-Mutluluk üzerine bir konuşma yaptı, dünya mutluluk zirvele­ri düzenlenmeye başlandı, ülkelerde yıllık mutluluk planları hazırlanmaya başlanıp üniversiteler bu ko­nuda raporlar hazırladı ve programlarına mutluluk dersi ekledi, 20 Mart “dünya mutluluk günü” ilan edildi, 2012 yılı Nisan ayında Birleşmiş Milletler ana merkezi New York’ta mutluluk konusunda bir konfe­rans düzenlendi ve aynı yıl BM tarafından ilk dünya Mutluluk Raporu yayımlandı. İşte o tarihten beri BM, devletlerin gelişmişlik düzeyini sadece millî gelir ile değil “Dünya Mutluluk Ölçümü” ile belirliyor.

Ülkeler arka arkaya mutluluk konusunda atılım­lar yapıyorlar, Venezüella 2013 yılında “Genel Sosyal Mutluluk” Bakan Yardımcılığı kurumu oluşturuyor, Ekvator aynı yıl “buenvivir” (iyi hayat) adlı bir devlet bakanlığı kuruyor ve nihayet 2016 yılı Şubat ayında Birleşik Arap Emirliği Devlet Mutluluk Bakanlığı ku­ruyor.

Bu raporlara göre 2012 yılından beri İskandinav ülkeleri mutluluk raporlarında en üst sıralarda yer alırken mutluluk ile ülke gelişmişliğini ölçme fikrini dünyaya tanıtan Bhutan 97. sırada yer alıyor. Bu ara­da 2010 yılında mutluluk kavramı hakkında ilk konuş­malardan birini yapan başbakana sahip ülke İngiltere de Ocak 2018 yılında Yalnızlık Bakanlığı kuruyor.

İnsanlar yaradılışlarından bu yana mutlu olmanın yollarını arıyorlar. Bunu yazılı olarak ulaşabildiğimiz ilk kaynaklarda görmek mümkün. Batı Anadolu top­raklarında yaşayan Epikür zamanımızdan hemen he­men 2500 yıl önce mutluluk konusunda ilk sistematik fikirleri ortaya atıp belirli bir yaşam tarzının oluşma­sına bile yol açan bir filozof. Hatta Epiküryen yaşam tarzının batı Anadolu ve Yunanistan kıyılarında hâlâ uygulandığı iddia ediliyor. Haz dolu bir hayatın insanı mutlu edeceğini savunan Epikür, mutlu olmak için en temel unsurların para, arkadaş ve özgürlük olduğunu belirtiyor. Ama bunların içinde para en pasif durumda olanı… Çünkü paranız varsa ama arkadaş ve özgürlü­ğünüz yoksa mutlu olamıyorsunuz. Haz almaya dayalı bir mutluluk anlayışını ortaya koymasına rağmen asıl önemli olanların sosyal ilişki ve özgür bir ruh oldu­ğunu belirten Epikür, hayatının sonlarına doğru bir ev inşa edip arkadaşları ile beraber yaşamaya başlıyor.

Ömür boyu mutluluk arayan insanların kendileri, mutluluk formülleri üreten filozoflar, mutluluk prog­ramları, planları, bakanlıkları, mutluluk ölçekleri maalesef insanoğluna mutluluğu hâlâ sağlayamadı. Göklerden gelen mesajda mutluluğun formülü bun­dan 1400 yıl önce verilmiş olmasına rağmen hüsran­da olan insan (Vel Asr-ı innel insane lef i husr) bir tür­lü o mutluluğu yakalayamıyor. Oysa “Kalpler ancak Allah’ı anarak mutlu olur.”

Emel Topçu, Bilimevi Kadın dergisi, Sayı 8

YORUM EKLE