Yıllar geçtikçe nüfusu artan fakat yalnızlaşan insanlık, her konuda olduğu gibi yemek yerken de yalnızlığı tercih etmeye başladı. Peki, kişinin sadece kendisiyle yemek yemesi, düşüncelerini ve bedenini nasıl etkiler? Tek başına yemenin zararı var mıdır?
Bir defasında Peygamber Efendimizin ashabı, “Ya Resulallah! Yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz.” dediler. Resul-i Ekrem onlara: “Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz!” diye sorunca: “Evet, öyle yapıyoruz.” dediler. Resulullah da : “Yemeği birlikte yiyiniz; besmele çekiniz, yemeğiniz bereketlenir.” buyurdu.1 Bereketlenmek: artmak, çoğalmak demektir. Nasıl olur da daha fazla kişinin yediği yemek artar ve daha çok doyurur? Rabbimizin yarattığı düzende olayların işleyişi bizim kavramlarımızdan ve anlayışımızdan çok daha geniştir. Biz bu muazzam işleyişin ayarlarını keşfettikçe şükrederiz.
Bereket cemaattedir
Bereket, cemaat hâlinde yaşayanlarda bulunur. Toplumun en küçük cemaati yani ailenin de bereketi birliktelikle gelir. Aile fertlerinin her konuda birlikte hareket etmesi, onların gücünü arttırır. Birlik olunca aralarındaki muhabbet artar. Muhabbet, mutluluk getirir. Mutluluk ve iyi hâl, odaklanma gücünü, bağışıklığı, zindeliği arttırır. İşleri kolaylaştırır. Verimli çalışmayı sağlar. Aynı zamanda birlik beraberlik, birbirini düşünmeyi sağlar. Bir şekilde elindekiyle yetinmeyi, kanaatkârlığı, merhameti ön plana çıkararak hareket ettirir. Mesela, beraber yemek yerken başkasının doyduğunu görmek bizdeki doygunluk hissini de arttırır. Sosyal bir varlık olan insan, dış olaylara kayıtsız kalmaz.
Besmele
Resulullah’ın bereket için verdiği bir diğer tavsiye ise “Besmele”dir. Burada Hadis-i şerifin şerhini iletmek daha doğru olabilir. “Allah’ın adını anarak yemeğe başlayan kimselerin yiyecekleri bereketli olur. Zaten bir Müslüman midesini ön planda tutmaz. Allah’ın verdiği çeşit çeşit nimetleri yiyip O’na şükretmekle beraber, en iyi gıdalarla beslenmeyi hayatın gayesi kabul etmez. Zira onun daha önemli görevleri ve idealleri vardır. Öte yandan müminin bir diğer âdeti, midesini tıka basa doldurmamak, doymaya başladığını hissedince elini yemekten çekmektir. Peygamber Efendimizin belirttiği gibi kişi midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, geri kalan üçte birini de nefes almaya ayırmalıdır. İşte böylesine güzel âdetleri olan kimselerin yiyecekleri bereketli olur.”2
Fark etmeden yenen yiyecekler “hiç” sayılır. Farkına vararak yendiğinde ise her lokmanın değeri anlam kazanır. Farkına varmanın ilk tüyosu “Bismillah” demektir. Ne için yaşadığını ne için emek verdiğini unutmamaktır. Unuttuğumuzda ne olur?
Kendinle başbaşa
“Neden” beslendiğimizi unuttuğumuzda nimetlerin değerini arka plana atmaya başlarız. Yemek ritüelleri basitleşir. Açlık-tokluk kavramları devre dışı bırakılır. Beslenme, yerini haz almaya bırakır. Çünkü yemeğin işlevini değiştirmeye başlarız. Yemeğin açlığı doyurma, bedeni besleme, ibadetler için kuvvetlendirme işlevlerini ön plana aldığımızda ise değerlenir. Aile için toplanma fırsatı oluşturur.
Topluluk, keyif alma süresini ve iyilik halini arttırır. Bu yüzdendir ki yalnız yemek yiyen kişi, hep o değerli anlara dönmek ister. Çocukken kurulan aile sofralarını yeniden yaşatmak ister. Yemek esnasında film, dizi ve videolar izleyerek yemekte kendisine eşlik edecek bir suni kalabalık oluşturur. Ancak aynı zevki alamayacağı için daha çok yiyebilir veya iştahı kapanabilir.
“Daha fazla” yemenin nedeni
Örneğin, birkaç kaşık tavuk yemeğiyle doyabilecek birini düşünelim. Bu yemeğin yanında pilav yemek istiyor. Ancak pilav midesini doyursa bile yemeğin sonunda zevksiz bir toklukla baş başa kalıyor. Ruhunu doyurmamış gibi hissettiriyor. Daha çok yiyerek, geçmişte dostlarıyla paylaştığı sofrada duyduğu hissi elde etmek istiyor. Bu durumda bizler her ne hâlde olursak olalım fiziksel sinyallerimizi dinlemek mecburiyetindeyiz. Midemiz bize “doydum” sinyalini verdiğinde yemeği bırakmalıyız. Yalnız da olsak, birlikte de yesek yegâne değişmez nokta kendimizi dinlemektir.
Akşam yemekleri
Kültürümüzde yemek sofraları, toplanmamızı sağlayan ve tüm ailenin bir araya geldiği elzem anlar sağlar. Genellikle güzel haberler, fikirler, duygular yemek sofrasında paylaşılır. Birbirimize değer verdiğimiz hissettirilir. Kültürümüzdeki birçok unsur gibi bunu da yavaş yavaş hayatımızdan çıkarmaya başladık. Kimimiz isteklerimizden kimimiz de mecburiyetten bu alışkanlığı bırakmak zorunda kalıyoruz. Çocukların okul saati ile babalarının iş saatleri birbirine uymadığı için akşam yemeği sofraları kurulamayabiliyor. Çok da önemli görülmeyen bu durum herkesi bireyselleştiriyor. Bu da kişinin kendi isteklerine göre hareket etmesine imkân sağlıyor. Hatta tek evde her bireye farklı yemek piştiği bile oluyor. Çocuklar, birlik bilincini aile içinden kaybetmeye başlıyor.
Bir olan, ikiye yeter
Resulullah bir diğer Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: “Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği de sekiz kişiye yeter.”3 Bu Hadis-i Şerifte yine beraber yemenin bazı matematiksel hesaplarımızı değiştirdiğini görüyoruz.
Bir arada yendiği takdirde az gibi görünen bir yemek daha fazla kişiye yeter. Eve misafir geldiğinde aynı yemeğin herkese yettiğini fark etmeyen yoktur. Tam tersini düşünürsek eğer bir kişi tek başınayken iki kişilik yemek yiyebilir. Belki bunun farkında bile değildir. Ancak günümüz yaşantısı bunu doğrular niteliktedir. Yalnızlaşan insan daha çok tüketiyor, harcıyor ve kullanıyor. Yalnızlık, bencilliği daha çok ön planda tutarak hareket etmemize neden oluyor.
Peygamberimiz , bir hurma bile yiyecek olsa ashabıyla beraber yemeği tercih ederdi. Kendisi paylaştı ve her zaman paylaşmaya teşvik etti. Bizi birbirimize bağladı, din kardeşliğimizi güçlendirecek örneklikler gösterdi. O’nun tavsiyeleri toplumsal ve bireysel anlamda her daim en iyisini sunuyor. Biz de eksikliklerimizi tamamlayabilecek bir hayat sürmeyi Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Zeynep Hüdanur Alba
Dipnot:
1 İbni Mace, Et’ime, 17
2 Yaşar Kandemir, Riyazu’s Salihin, Erkam Yayınları, c. 4, İstanbul, 2016
3 Müslim, Eşribe, s. 179-181
İyi ki buldum bu siteyi, çok güzel faydalı yazılar var. Teşekkür ederim.