Daha önce Düğnya Bizim'de İsveçli mutasavvıf Abdülhadi Aqhili (Ivan Aguéli) hakkında yazılmış ve Türkçe’ye çevrilmiş bir romandan bahsetmiştik. Romanın yazarı, tasavvufa meyleden İsveçli yazar Torbjörn Säfve (Ali Touba) idi. İsveç edebiyatındaki tasavvufla ilgili örneklere bu haberde de devam edeceğiz.
Eric von Post, tam adıyla Claës Eric Axelsson Thuröe von Post, 1899-1990 yılları arasında yaşamış İsveçli bir diplomat ve şair. Tıpkı şair-diplomat Pablo Neruda gibi... Bu iki kimliğin bir aradalığı garip gelebilir ilk bakışta ama görevi itibariyle bir çok farklı ülkede bulunan, farklı kültürlere tanıklık eden birisi için yazmak pek de garip değil aslında. Zira en nihayetinde en çok yaşadığını, tanıklık ettiğini yazıyor insan. Fakat malumdur ki her tecrübe, tanıklık aynı derecede olmuyor ve bunlar kişinin yazdıklarına farklı şekillerde yansıyor. İran asıllı İsveçli dilci ve çevirmen Ashk Dahlén’e göre Eric von Post’un üzerinde en çok etkiyi bırakan ve yazdıklarına da sirayet eden tecrübe, onun 1946-51 yılları arasında İsveç sefiri göreviyle Türkiye’de bulunuşudur. Örneğin, basılı bir kaç kitabından biri olan Strövtåg i Istanbul (İstanbul’da Gezinti) (1953), onun İstanbul izlenimlerine dayanmaktadır. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki bu kitabın bir kopyası İSAM Kütüphanesi'nde mevcut olmakla birlikte Türkçe tercümesi yapılmamıştır.
Şiirinde tasavvufî öğelerle birlikte klasik Batılı, Hristiyan öğeler de var
Eric von Post’un Türkiye tecrübesinden etkilenişine dair bir başka örnek, 1955’te basılan şiir kitabı Ramazan’dır. Meşhur İsveç basım evlerinden Norstedts tarafından tek basımı yapılan bu kitabı şu an İsveç’te dahi bulmak oldukça zor. Başka bir şehirdeki antikacıdan sipariş ederek ulaştığım kitabın ön kapak yüzünde ve yer yer içerisinde karakalem çizimler yer alıyor. Bu çizimler, Clemens Holzmeister’e ait. Yedi alt başlık altında toplanan kitabın alt başlıklarından biri, kitaba da ismini veren “Ramazan”. Bu kısımda yer alan şiirlerden bazıları şunlar: “Mevlana”, “Kaaba” (Kâbe), “Den svarta stenen” (Kara Taş), “Tiggaren vid Ulu Djami” (Ulu Cami’deki Dilenci). Kitapta yer alan bir diğer alt başlık ise “Tolkningar” (Yorumlamalar) adını taşıyor ki bu alt başlık altında tek bir şiir yer alıyor: “Ur Djelal ed-Dins Divani Kebir” (Celaleddin’in Divanı Kebir’inden).
Ramazan isimli kitap, çok uzun olmayan şiirlerden oluşmakta ve sade denilebilecek bir dile sahip. Şiirlerde iki ana tema göze çarpıyor: Deniz, rüzgar, güneş, yeşil renk gibi tabiata ait öğeler ve dini, metafizik ibareler. Tabiat öğelerine bu denli yer veriliş Eric von Post’a özgü değil aslında. Tabiatın bir çok veçhesiyle iç içe yaşayan fakat uzun kış ayları sebebiyle güneş hasretini belki de kimsenin hissetmediği kadar hisseden Kuzeyli insanın tabiatla olan özel ilişkisinin yansımalarını bir çok şarkıda, şiirde ve filmde görmek mümkün. Mesela Nobel ödüllü şair Tomas Tranströmer’in şiirlerinde ya da meşhur yönetmen Ingmar Bergman’ın filmlerinde olduğu gibi...
Eric von Post’un şiirlerindeki ikinci temaya gelince Doğulu ve özellikle tasavvufî öğelerle birlikte klasik Batılı, Hristiyan öğeler de yer almakta. Dahlén, Eric von Post’un bir mektubunda Türkiye’deyken derinden hissettiğini belirttiği içsel özgürlüğün gerisinde Müslüman kültür, edebiyat ve dini ile derin bir empati tarafından uyarılış olduğunu dile getirir.
Rumi, von Post için manevi bir rol model gibidir adeta
Tasavvuf, İsveçli entellektüeller için çok da yabancı bir unsur değil. Bu durumun özellikle şu iki isme borçlu olduğunu düşünüyorum: Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemde yaşamış olan Ivan Aguéli ve Eric Hermelin (1860-1944). Her ne kadar Eric Hermelin için ayrı bir yazı gerekse de onun hakkında kısaca şunları dile getirebiliriz: 1909’dan ölümüne kadar Lund’daki bir akıl hastahanesinde kalan Hermelin, başka çevirilerle birlikte klasik dönem Farisi şiiri (Attar, Rumi, Ömer Hayyam, vb.) tercümeleri yapıyor burada. Toplamda 10.000 sayfa, 36 ciltlik bir çeviri yaptığı söylenmektedir. Bu iki isim, tasavvufa dair ardlarından gelen yazar ve şairlere kaynaklık etmiştir: Eric von Post, Gunnar Ekelöf (1907-1968) ve Kurt Almqvist (1912-2001) gibi.
Eric von Post’un şiirlerindeki tasavvufî öğelerin özgünlüğü ayrı bir araştırma konusu olabilir. Yine de, Dahlén’in de yardımıyla, temel olarak şunları söyleyebiliriz: İslam’daki Allah ya da Allah’a yakın olma arayışına dayanan mistisizm von Post üzerinde derin etki bırakmıştır. O’nun sufi maneviyatına yaklaşımı tutkulu bir ciddiyet, özlem ve adanışı barındırır. Yukarıda başlıkları zikredilen bazı şiirlerden de anlaşılacağı üzere, sufi mistikleri arasında Mevlana Celaleddin-i Rumi bir adım öne çıkar onun için. Rumi, von Post için manevi bir rol model gibidir adeta. Kendi ötene uzanmayı ve anın kutsal dinginliğini görebilmeyi öğreten bir rol model. Attar’ın yeri de özeldir kendisinde. Zira ona göre Attar, “içsel ben'in duyular dünyasının ötesine duyduğu kavurucu özlem” için bir yol göstericidir.
Yazıyı bitirirken son sözü Eric von Post’un bir şiirine bırakalım derim. Aşağıda bir bölümünü paylaşacağım şiir, oldukça basit denebilecek bir kurgudan derinliğe el uzatan ve bunu yaparken bir yandan da gülümseten bir yapıya sahip. Türkçe tercümesiyle “Kara Taş” isimli bu şiirde, uzun beyaz bir duvarın önünden geçen von Post, bir tanecik kara taş görür bu beyaz denizin ortasında. Tıpkı Kabe’deki Hacer’ül Esved gibi. Sonra düşünceye koyulur bunu buraya koyanın neler düşünmüş, hissetmiş olabileceğine dair. Bu şiirden çok hoşuma giden bir bölüm, nacizane çevirime binaen, şöyledir:
...
haccı mı hayal ettin
o kutsal şehre doğru?
belki de gerçekleştirmiş olduğun?
Mekke’nin serabını mı gördün
tozlu ayaklarının bitişiğindeki kara taşta?
ya da canını mı sıkmak istedin müteahhitin
maaşları vermeyen.
...
Z. Hafsa Orhan Åström yazdı