Bu yazımızda antik Yunan kültür, sanat ve edebiyatına meftun Polonyalı Kont Edward Raczynski’nin Truva harabelerini keşfetmek üzere 1814 yılında Türkiye’ye yaptığı seyahatin izini süreceğiz. Onun gözlem, tespit ve izlenimleri ışığında Müslüman bir şehre; II. Mahmut döneminin veba salgınıyla boğuşan İstanbul’una seyahat edecek ve seyyahımızın iffetlerine hayran kaldığı İstanbul ahalisinin sevda meselelerine yön veren şifreli “çiçek dili”ni öğreneceğiz.
Ansiklopedik bir şahsiyet: Kont Raczynski
17 Temmuz 1814’te kalabalık bir maiyetle Varşova’dan ayrılan Kont Raczynski, Ukrayna bozkırlarını aşıp gemiyle İstanbul’a ulaşmıştır. Sanat eserlerini görmek, halkın adetlerini gözlemlemek için şehri yaya dolaşan Kont; Sultan Ahmet Meydanı’nı ve camisini, Şehzade Camisi’ni gezmiş, Bedesten’deki nadide Türk işlemelerine hayranlık duymuş, saray hayatına dair gerçeğe uymayan hikâyeler dinlemiş, Ayasofya Hamamı’nda yıkanmıştır. Anadolu yakasında Beykoz, Hünkâr İskelesi gibi yerleri gezmiş hatta Beylerbeyi Camisi’ndeki Cuma selamlığını seyrederek Sultan’ı görme imkânı bulmuş; bütün ihtişamıyla saltanat kayığında duran hünkarın protokol nizamına uyuşuna hayran kalmıştır.
Satırlar arasında dolaşırken Kont’un İslam tarihinden Avrupa tarihine uzanan dünya kültür, sanat ve edebiyatını çepeçevre kuşatan birikimine hayran kalmamak elde değil. Batılıları İncil’den sonra en çok etkileyen metinlerin Homeros’a ait olduğunu hepimiz duymuşuzdur. Fakat İlyada’yı elifi elifine bilen ve antik Yunan ve Latin kültürünü hazmetmiş böylesine ansiklopedik bir şahsiyetin eşine az rastlanır doğrusu.
Müslüman bir şehre bakmak
Kont’un Türk halkı hakkındaki ilk izlenimleri, Avrupa’dakiler gibi birbirlerini aldatmaya çalışmayan Bedesten’deki Türk tüccarların dürüst alışveriş ahlakına hayranlığı ile başlar. Üstelik kazanç hırsı onların günde beş vakit namaz kılmalarına da mâni olmamaktadır. Kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar camiye koşan halkı gören seyyahımız; bir milletin böylesine topyekûn dindar oluşunu ortaya koyan bu tabloyu seyretmekten kendini alamamıştır.
Edward Raczynski, Beyoğlu’na ulaştığında şehirde veba salgını baş göstermiştir. Ölüm korkusuna kapılan Avrupalılar, bir an evvel şehri terk etmeye ya da evlerine kapanarak tanıdıkları ile irtibatı kesmeye çalışırken Türkler kaza ve kadere inandıklarından böyle bir tehlike karşısında telaşa kapılmayarak işlerine devam etmektedirler. Kont her ne kadar halkın ve hükumetin amansız hastalık karşısında kayıtsız kalışlarını eleştirse de Müslümanların en acılı günlerinde bile kendilerine hâkim olmalarına hayran kalmıştır. Sıhhatini kaybeden, malından olan, bulaşıcı bir hastalığa tutulup kurtulma ümidi bulunmayan Müslüman bunun alınyazısı olduğunu bilir. Dua etmek verilen hükmü değiştirmez, şikâyet ise akılsızlıktır.
Seyyahımızın Türk kadınları hakkındaki izlenimlerinin şekillenmesi, Kağıthane mesire yerini dolaşması vesilesiyle olmuştur. Kağıthane’deki çayırlar üzerinde kadın ve erkekler ayrı ayrı gruplar halinde eğlenmekte, hiçbir erkek kapalı yüzlerine rağmen parıl parıl yanan gözleriyle güzelliklerini belli eden kadınları rahatsız etmemektedir. Çok namuslu olan Müslüman kadınları istedikleri zaman dışarı çıkıp dolaşabilmekte ve kendilerine verilen hareket serbestisini çok nadir olarak kötüye kullanmaktadırlar. Bütün bunlar İslam dininin emirlerine harfi harfine uyulduğunu göstermektedir.
Şifreli sevda dili: Blumensprache
İstanbul kadınlarını esrarlı bir mahremiyetle saran büyülü dünyanın kapılarını aralayan, Kont’un “blumensprache” yani “çiçek dili” adını verdiği bu mecazi ve şifreli dilden ilk bahseden İngiliz büyükelçisinin karısı Lady Montague olmuştur. Çiçek dili ünlü oryantalist Hammer’in de ilgisini çekmiş, bu dille yazılmış yanık aşk mektupları bazı remiz ve işaretlerin derlenmesine vesile olmuştur. İşte İstanbul kadın ve erkekleri arasındaki muaşakaya yön veren çiçek dilinden bir demet:
İbrişim: Nedir bize bu hışım?
Örümcek: Severim seni ölünceye dek
Pembe: Gönlün kimde?
Düğme: Gayrıya gönül verme
Sümbül: Ben ağlarım, sen gül
Tarçın: Çekerim aşkın
Kadife: Etme kimse ile latife
Mercan: Feda olsun bin can
Nişasta: İşittim yârim hasta
Yonca: Severim seni ölünce
Not: 1814’de İstanbul ve Çanakkale’ye Seyahat, Edward Raczynski, Çeviren Kemal Turan, Tercüman 1001 Temel Eser adlı kitaptan yararlanılmıştır.
Çok beğendim,tarihimizin sanatsal bir dille hikayeleştirerek aanlatılması çok güzel keyifle okuyor ve öğreniyoruz.