“İş sonrası toplum”da bizi neler bekliyor?

"Yaşamın birincil anlamı ve amacı, çok çalışmak! Talep edilense, rekabetle beslenen işkolik bilinçlerin her hâl ve şartta, kesintisiz olarak üretmeleri!" Nilgün Dağ yazdı.

“İş sonrası toplum”da bizi neler bekliyor?

Sosyal teorisyenler, insanların hiçbir şey yapmaya ihtiyaç duymayacakları bir gelecek olasılığına doğru yol alındığını düşünüyorlar. “İş” merkezli bir yaşamdan iş’ten ve çalışmak’tan tamamen ya da kısmen arın[dırıl]mış bir yaşama geçiş yapılacağını iddia ediyorlar. Hatta Benjamin Hunnicutt, Amerika’da 20’li ve 30’lu yaşlardaki insanlar arasında çalışmaya olan inancın çöktüğünü dile getiriyor. Bu tespit ve iddialar, çalışmaya atfedilen değer ve anlamın gelecekte ciddi bir değişim ve dönüşüm geçireceğini gösteriyor.

Çalışmak, bugünün dünyasında, ilerlemenin ve kalkınmanın dinamosu olarak görülüyor. Bu nedenle “sürekli”, “hep” ve “çok” çalışmak üzerine kurulu bir yaşama biçimi hâkim ve yaygın durumda. Frene basmak, durmak veya yavaşlamak tembellik sayılıyor; hareketsizlik ve durağanlıksa hem Oblomovistçe hem de ahlâken rezilce değerlendiriliyor. Yaşamın birincil anlamı ve amacı, çok çalışmak! Talep edilense, rekabetle beslenen işkolik bilinçlerin her hâl ve şartta, kesintisiz olarak üretmeleri! İşkoliklik ethosunun, aktif ve faal olma zorunluluğunun küçükten büyüğe, yediden yetmişe her ferdin zihnine işlenmesi esas. Çünkü “iş” temel bir gelir, haklar ve aidiyet kaynağı olarak tanımlanıyor. Ve sadece insanların düzgün bir yaşam standardı tutturmaları bakımdan değil; sosyal statünün ve kamusal varoluşun temelini teşkil etmesi ve toplumdaki gelir dağılımının ana mekanizmasını oluşturması bakımlarından da önemli addediliyor. Oysa geleceğin dünyasında “iş”, -refah bir yana, geçim kaynağı olarak bile- problematik bir olgu! Çünkü çalışma saatleri, 1800’lü yıllardan bu yana düzenli olarak düşmekte ve iş’in tahtı aşamalı olarak aşınmakta.

Makineleşme arttıkça insan emeği, peyderpey ortadan kalktı. Ancak bu durum, teknolojinin bir gün tüm insani faaliyetlerin yerini alabileceği endişesini yaratmadı. Oysa bugün, ortaya çıkan teknolojik ve dijital manzara gösteriyor ki insanlığın iş ve çalışma hayatının geleceğine ilişkin kaygılar pek de yersiz değil. Zira ekonomistler ve fütüristler, yakın bir gelecekte tüm işlerin neredeyse yarısının dijitalleşeceğinden söz edip bu durumun kitlesel işsizlik yaratabileceği öngörüsünde bulunuyor. Ve uzmanlar, “evrensel temel gelir” fikrinin bu durumun üstesinden gelinmesinde bir alternatif olup olmayacağını tartışıyor.

Evrensel ve koşulsuz temel gelir, işgücü piyasasındaki dönüşümler karşısında -toplumun ekonomik refahını sağlamanın bir yolu olarak- telaffuz edilmeye başlanan yeni bir olgu. Zengin-fakir ayırmadan, gelir düzeyine bakmadan her ferde eşit miktarda ve düzenli olarak, geri ödemesiz vermeye dayanan bir uygulama. Bugün Finlandiya ve Kanada’da birkaç denemesi olan bu uygulama; uygun ve pratik olmadığı, çalışmaksızın ve üretmeksizin gelir elde eden milyonlarca başıboş-aylak insan popülasyonu yaratacağı ve sosyal çürümeye yol açacağı, hatta prekarya sınıfına zemin teşkil edeceği noktasında eleştiriliyor. Öyle görünüyor ki bu uygulamanın akla getirdiği sorular, sadece siyasi ve pragmatik değil, aynı zamanda varoluşsal...

Geleceğin dünyası, iş ve çalışma hayatının kutsiyetini ve üstünlüğünü sona erdirir mi bilinmez. Teknoloji daha işlevsel hâle geldikçe ve dijitalleşme hız kazandıkça çalışma ihtiyacının ortadan kalkacağı, kimsenin çalışmak zorunda olmayacağı, emeksiz yeni bir dünya düzeni ortaya çıkacağı tezi ağırlık kazanır mı muamma. Ama COVID-19 pandemisiyle birlikte iş sonrası bir topluma doğru evrildiğimiz ve iş sonrası bir dünyaya doğru ilerlediğimiz yönünde daha güçlü kanıtlar oluşmaya başladığı muhakkak...

Nilgün DAĞ

YORUM EKLE