Buket Uzuner dört-beş yıl emek vererek yazdığını söyledi İstanbullular kitabını. İlgili kitabının çizgi roman versiyonunun bugünlerde çıkması vesilesiyle bir göz atayım, belki okuyabilirim dedim. Atlaya atlaya geçebildim. Tatsız tuzsuz, insan zekâsını hiçe sayan bir metin... Bazı yazarlar vardır ki okunmamak için yazarlar. Gene de ünlenirler, bilirsiniz.
Geçen yıl Kitap-lık'a hemen her ay, şu son aylarda Varlık'a bir, Sıcak Nal'a ve Hece'ye ikişer metin yolladım, hiçbirine cevap bile gelmedi. Sıcak nal'a ironik bir dille ikinci bir mesaj yazdım, hemen cevap geldi; yayımlanmayacakmış metnim. Metinlerimin yeterince iyi olmadığını kabul edebilirim; her dergi bir butik dükkânı gibi; elbette iyi ürünü vitrinde sergilemeyi ister dükkân sahibi editör. Falan filan da neden bir yapışınca dergi size, artık ne yazsanız yayımlıyorlar, buna ne demeli?
Dergiden ayrılma nedenleri
Bir zaman yazdığım bir derginin editörü "Bu hafta sonu dergi yazarları olarak H. Yavuz'la Taksim'de görüşeceğiz." deyince, aklımdan Hilmi’nin çocukluğu geçti. Kurnaz bir çocukluk: Saman'daki köşesinde "Dün falanca derginin yazarlarıyla buluştuk da falanca, filanca ve Mehmet Sait Çakar yetenekli birer genç gibi göründüler gözüme..." yollu şeyler yazacaktı kesin diye düşündüm. O buluşmaya gitmedim. Gitmeyeceğimi de telefon açarak en baştan söyledim; içimde gerçekten H. Yavuz'la görüşme isteği yok, deyip anlayış bekledim. Karşımda suskunluk vardı. Nitekim o sayı yayımlanacağı söylenen metnim dergiden çıkarılmış, yayımlanmadı. Belli olan sebebini sormadım, bu hain heriflerle irtibatı kestim. Birkaç hafta sonra editörce arandım, “Sen neden geçen sayıda bize ürün vermedin.” dedi. Midemi bulandırdı bu sahtekârlık. 2006 yılıydı, ondan sonra hiçbir şey yazmadım. Bilinmeyen bir dilin edebiyatına yöneliyordum zaten.
Bunları yazmamın tek nedeni Buket Uzuner'in ve türevlerinin bu ülkede yazar olarak anılmasının sebeplerinden en azından birini kurcalamaktı.
İstanbullular ne menem insanlar!
600 sayfalık İstanbullular kitabı laikçi kemalist bir bakışla yazılmış, başörtüsü yasakçılığını öven, dindarları aşağılayan, dindar-laik çekişmesini tek taraflı ele alan; Kürt, Alevi, Ermeni, Rum, levanten vs kimlikleri yoğunlukla işleyen bir kitap. Yazar, İstanbul A. Havalimanı'nı mekân olarak seçmiş. Sinema filmi de yapılır mı yapılır. Kandemir Konduk tarzı bir şeyler çıkar bundan. Bizimkiler dizisi gibi belki… Bizle alakasız olan bizimkiler... Suavi Abi bu kitaba iki yumruk sallasa fena olmaz. Geçen ay Sky-life dergisine göz atıyordum, Erzurum-İstanbul arası uçakta, Suavi Abinin de adı var künyede. Merak ettim, havalimanı çalışanları hep laik tipler mi Suavi Abi? Malum, bir zaman sadece kemalist oligarşi mensupları uçağa binebilirdi bu ülkede. (dur, Allah aşkına, vakit'leşme şimdi)
İstanbullular’da geleneksel başörtülü, tuvalet temizlikçisi bir tip(hatta karakter) var: Hasret Sefertaş. Bunun konuşmaları hep evlere şenlik: "Ama öyle başını sımsıkı bağlayacan, içine ayrıca örtü takacan, tepene röntgen filmiyle hotoz yapcan, yok saçın görünmüş, görünmemiş hesabı yoktur bizde, bunlar yeni moda oldu anam. Bizimki görenekten, alışmışız işte..."
Karakterlerin yerli olanlarının soyadında hep "sefer" kelimesi geçiyor. Bu bir buluş ama berbat ötesi bir buluş. Güya havalimanı+yolculuk bağlamında soyadlarda "sefer" var: Hasret Sefertaş, Üzeyir Seferihisar, Aleyna Gülsefer, Ayda Seferyan, Yannis Seferis.
Romanda Aleyna Gülsefer, "türban" yasağı sebebiyle ABD'de okumaya gidecek olan makyajlı, Vakko başörtülü "salak" bi kızdır. Hasret Sefertaş'la bitirelim. Havalimanındaki temizlik şirketinin ona verdiği üniformayı giyerken eydür: "Söylemesi ayıp, bu pantol da pek bi yakıştı bana, azcık kıçım çıktı ama o kadar da olcak, kıçsız, memesiz karı mı olurmuş anam?"
Söylemesi ayıp, bizim edebiyat dergileri bu mallarla neden kafa bulmuyor anam?
Mehmet Sait Çakar bir çaktı ama helal çaktı
Bazen bu üslupla yazılmış eleştirileri çok yeriyorum lâkin, bu yazı "cuk oturmuş", tercüman olmuş.