Annemlerdeki kütüphanenin alt gözlerini biraz karıştırsam, belki de abimin o unutamadığım pul koleksiyonuna tekrar rastlarım.
Abimin pul koleksiyonu, ne güzel, bende ne değişik bir anıdır. Her zaman hiç umulmadık zamanda karşıma çıkar. Her karşıma çıktığında ister istemez, o turuncu kapaklı, içindeki kartonların sarardığı, renk değiştirdiği, plastik şeritlerin kuruyup dökülmeye başladığı küçük dosyayı açar, koklar, bakarım. Oysa içinde pul kalmamıştır. Kaldıysa bile birkaç tane. Abim bu küçük dosyayı nereden bulmuştu? Ve benim için bu dosya neden her zaman gizemliydi?
Pul koleksiyonu olduğu için mi abim ulaşılmaz ve gizemli idi, yoksa…
Doğrusu ne koleksiyonculuğa ne de pullara merakım var. Bugüne kadar hiç olmadı. Ama koleksiyon sahibi kişiler merakımı celbetmiştir. Abim de benim en çok merak ettiğim ve en az anladığım bir kişidir. O, pul koleksiyonu olan belki de son kuşaktandır. Şimdi düşünüyorum da, abimle koleksiyonu bir arada düşünemeden edemiyorum. Koleksiyona yüklediğim anlaşılmazlık ve ulaşılmazlık, abimde de mevcut. Pul koleksiyonu olduğu için mi abim ulaşılmaz, gizemli, dokunulmaz, akılla anlaşılmazdır, yoksa abim mi pul koleksiyonculuğuna benim dünyamda böyle bir anlam yüklenmesine vesile olmuştur? Sanırım ikisi de birbirini doğuran sebepler.
Sanırım o turuncu dosyanın abimdeki yeri ilkokul öğretmeninin zoruyla oluştu. İlkokulda özelde pul koleksiyonuna, genelde koleksiyonculuk ve arşivciliğe merak uyandırmak için şart koşulan alet edevattan biriydi. Hani şu müziğe merak salalım diye flüt almamızı şart koşan müzik öğretmenleri veya oymacılığa ve resme ilgi duyalım diye tahtadan kuş, araba, gitar… yaptırıp onları boyattıran resim öğretmenleri gibi. Abimin sınıf öğretmeni de pul koleksiyonu için dosya aldırmış olmalı.
Olmalı. Bunun güzel sonuçları da oldu. Abim uzun süre bununla severek uğraştı. Resmi evrak veya özel mektupların zarflarındaki pulları özenle çıkarırdı. Bilirsiniz, o pulların arkası yapışkanlıdır. O yüzden zarfa sıkı sıkıya yapışmıştır. Onu özenle çıkarmazsanız, pul yırtılır. Tam hatırlayamasam da çaydanlıktan çıkan buhara, abimin o zarfları uzattığını hatırlıyorum. Bir de zarfın arkasına sıcak su damlattığını. Yapışkan yumuşayacak, pul zarar görmeden, zarftan ayrılacak. Abimde bu merak o düzeye gelmişti ki pul aramak için özellikle dışarı çıktığı ve çarşı pazar gezdiği olmuştur.
Abim gerçekten çok titiz bir insan. Koleksiyoncularda da titizliğin, onlardaki en belirgin özelliklerden biri olduğu söylenebilir. Kendi çalışma masamla veya odamla abimin çalışma masası ve odası arasında bu yüzden büyük farklar vardır. Benimki gayet dağınık, onunki ise çok düzgündür. Bir masanın her gün tozu alınır mı? Abim alır. Kalemlik hep muntazam bir şekilde ve hep aynı yerinde mi durur? Abimin masasında durur.
Sanırım abimin bu yönünü daha da kuvvetlendiren bir uğraş oldu pul koleksiyonculuğu; titizliği, merakı, sabrı, araştırmayı ve işi bittiği için kaldırıp atılan şeylerin, aslında uygun bir şekilde kullanıldığında hiç de işinin bitmediğini, faydalı olmaya devam ettiğini öğrendi.
Pul koleksiyonculuğu bir tarih, düşünce, estetik birikimini de taşır
İlkokuldan söz ediyoruz. O dönemde tabii ki pullara bakarak felsefe yapacak değildik. Oysa düşünülünce pul koleksiyonculuğu, diğer arşivcilikler gibi bir tarih, düşünce, estetik birikimini de taşır. Pullara bakarak, o pulun üretildiği zaman dilimiyle ilgili bilgilere ve tahminlere ulaşılabilir. O zaman diliminde yaşayan insanların estetik görüşlerinden tutun da, değer verdikleri isim veya nesnelere kadar.
Ve konunun acı tarafı: Kim derdi ki bir gün pulun tarih olacağını? Mektubun tarih olacağı bile belki de tahminlerden uzak bir şeydi. Mektup yazmanın ve mektup almanın tadını yaşamış son kuşak bizim kuşak mı diye biraz hayıflanıyor, biraz da üzülüyorum. PTT’den aldığımız pulları, üzerine bakmadan, zarflara telaşla, heyecanla ve aceleyle yapıştırdığımız günleri de hatırlıyorum. O öyle bir uğraştı ki kağıda, kaleme, pula, zarfa dokunmak vardı. Ayrıca kalemin, kağıdın, pulun ve zarfın düşünce ve duygularımızla özdeşleşmesi…
Zarfın içinden çıkan pullara ne demeli
Öyle ya, pul rastgele ve zarfın öyle her istenen noktasına yapıştırılamazdı. Kafana göre hareket edemeyeceğini gösteren işaretlerden biriydi bu. Gönderen kişinin ismi ve adresi zarfın sol üst yanına, gönderilen kişinin ismi ve adresi ise sağ alt köşeyle ortası arasına özenle yazılırdı. Yazın okunaklı olacaktı; yoksa mektup adrese ve kişiye ulaşmaz. Pul ise sağ köşeye yapıştırılırdı. Bir de tabii zarfın içinden çıkan pullar vardı.
Zarfın içinden çıkan pullar konunun en acıklı tarafı. Mektup göndermeye paranın olmadığını öğrenen veya anlayan kişi (bu kişi âşık, maşuk, anne, abi… olabilir), “sen mektup yazmaya ve göndermeye devam et, parasızlık buna engel olmasın” diye zarfın içine pul koyardı. O pul ile mektubunu rahatlıkla gönderebilirdin.
Kalbindeki ince sızıyı da…
PTT'nin bastığı hatıra pullarından derlediğimiz fotogalerimize buyurunuz.
Ömer Yalçınova yazdı
Merhaba Ömer Bey.Yazınızı Twitter'dan bir arkadaşımın RT'si vesilesiyle okuma imkanım oldu. Hislerime tercüman, çok güzel bir yazı. Ellerinize sağlık. Ben de rahmetli babamın pul ve para koleksiyonlarına her baktığımda tarifi kelimelerle anlatılamayacak duygular yaşıyorum. Tabii ben sizden -sanırım - bir kuşak eskiyim ve galiba bu durumda babamın koleksiyonları da daha eski. Yazınızı okuduktan sonra, içimden ne geçiyorsa yazmak istedim.Elleriniz dert görmesin.Sevgiyle kalın...