İhsan Süreyya Sırma'nın en sevdiği kitabı

İhsan Süreyya Sırma'yı dağlarla, nehirlerle konuşurken görmek mümkün. 'Nehirlerin Dili' kitabı da bir tarihin, bir acının izini süren metinlerden oluşuyor. Ahmet Serin yazdı..

İhsan Süreyya Sırma'nın en sevdiği kitabı

Hayatı su üzerinden anlatmak, edebiyatçılarımızın sık sık başvurduğu yöntemlerden biri. Su ve suyla ilişkili olan nem, şebnem, yağmur damlaları vb. gibi nesneler kah bir imge kah bir motif olarak edebiyat eserlerinde daima yer bulmuştur kendilerine. Bilindiği gibi, edebiyatımızda su üzerinden bir hayatı, bir inancı anlatan en güzel, en şöhretli metin ise Fuzuli’nin “Su Kasidesi”.

İhsan Süreyya Sırma da bu anlatım geleneğini sürdürenlerden. Onu da dağlarla, nehirlerle konuşurken görmek mümkün. Üstelik de onun, bu metinleri yazanların çoğundan önemli bir farkı var. O, bu konuşmaları yapmak için bizzat o suların ayaklarına kadar gitti, onları gördü, onlarla halleşti, söyleşti. Hatta bu konuşmaları yapabilme uğruna hayatını tehlikeye attı (Dağların Sırrı kitabında bu tehlikeleri anlatmaktadır Sırma).

Sırma’nın Nehirlerin Dili kitabı da, yine benzeri diğer kitapları gibi bir tarihin, bir acının izini süren metinlerden oluşuyor. Kitapta kendisini Tarihçi olarak isimlendiren Sırma, bazen bulduğu bir şişenin içindeki mektuptan bazen de muska gibi deriye sarılı bir eşyanın içine karalanmış satırlardan yola çıkarak insanlığın acı tarihinden fotoğraflar sunuyor bizlere.

Kitabı okudukça görüyoruz ki insanın insana yapacağı zulmün sınırı yok. Bu zulüm bazen ülke içindeki insanların birbirine zulmü olarak ortaya çıkıyor, bazen başka coğrafyalarda para için yapılan zulümler olarak kendisini gösteriyor. Ama sonuç değişmiyor; gerekçe her ne olursa olsun, insanın insana zulmü baki!

En çok sevdiği kitap

Beyan Yayınları tarafından ilk baskısı 2008 yılında yayımlanmış olan kitaba yazdığı önsözde Sırma Hoca, “Belki de hiç tanınmayan ama en çok sevdiğim kitap da budur.” diyerek her kitabın yazarın niyetini aşan bir yazgısı olduğuna da dikkat çekiyor bir anlamda.

Tamamı yüz yirmi sayfadan oluşan bu kitapta Sırma Hoca, on sekiz farklı akarsuya yaptığı yolculuğu ve bu yolculuğun kendisinde uyandırdığı çağrışımları akademik bilgisi ve duyarlı mümin yüreğiyle harmanlayarak satırlara dökmüş. Kitaptaki akarsuların çağları ve inançları aşması gibi, insanların acılarını da mekanların ve inançların üstüne çıkarak yazmış Sırma Hoca. Ama şu da var: Kitabı okuyup bitirdiğinizde, insan soyunun yaşadıklarını bu şekilde anlatabilecek bir kalemin yine ancak bir Müslüman kalemi olabileceğini yakıcı bir şekilde anlıyorsunuz. Bunları ancak bir Müslüman kalem yazabilir çünkü inancımız bizi diğergam kılıyor ve biliyoruz ki başkasının derdiyle dertlenmeyenler, başkalarının acılarına yabancı kalmaya mahkûmdur. Bu anlayış da bizi İslam’ın insanı nasıl olgunlaştırdığı düşüncesine götürüyor sonra.

Hangi nehirler ne söyler?

Kitap, Dicle nehri ile başlıyor. Dicle nehrinin sürdürdüğü yolculuk aynı zamanda bir medeniyetin yolculuğudur ama sadece medeniyet yoktur bu güzergahlarda, aynı zamanda zulüm ve acı da vardır. Yazar, kendi çocukluğuna da iner bu yolculuk anında. Dicle nehri daha bir çayken, Botan çayıyken, o çayın kenarındaki mağaralarda çocuk gözünün şahit olduklarını yansıtır Tarihçi bize. O gözün şahit oldukları, bu ülkenin ‘yerlileri’ ile bu ülkenin yerlilerini kendi değerlerinden uzaklaştırmak isteyenler arasındaki ilişkiden bir sahnedir. Bu mağaralarda birileri bir şeyler okumaktadır korkuyla. Ama okunan şeylerin değeri, bu korkuyu da aşmaktadır ve bu uğurda ölüm de göze alınmaktadır. İşte o zaman o güç şartlarda kitap okuyanların çocukları ve torunları, o kitabın bereketiyle ülkede bugünün söz sahipleri oldular. Bildiniz, 1930’lu yıllar anlatılmaktadır Tarihçinin kaleminden ve okunan kitap da Kur’an-ı Kerim’dir.

Her yerde bir başka hüzün

Yolculuklarından birinde de Sen nehriyle söyleşir Tarihçimiz. Sen nehri de yine bir başka acıyı, insan yerine konamamanın acısını ve bu acının patlamasını anlatır Tarihçimize. Fransız İhtilali, tarihin akışını değiştiren bir ihtilaldir ve bu insanları bu ihtilale götüren acılar anlatılmaktadır Tarihçimizin ağzından.

Nil nehrinin hikayesinde ise, günümüz Mısır’ında yaşananların bir öncülü anlatılmaktadır sanki. “Nil Kurbağaları” başlıklı satırlarda, Seyyid Kutub'un şehadeti anlatılmaktadır. Yazar, o gün o şehadete şahitlik etmek yerine o şehidin yanında olunabilseydi eğer, her şey daha farklı olurdu der, sanki sonraki tarihlerde olacakları işaret edermiş gibi.

Tarih, medeniyet ve insan üzerine okunası bir kitap bu.

Ahmet Serin okuma notlarını aktardı

YORUM EKLE