Talat Parman, bir hüzün dönemi olarak gördüğü ergenliği anlattığı kitabı Merhaba Hüzün’de ergenliğin çocukluğun kaybı nedeniyle bir yas süreci olduğundan bahseder. Ona göre ergenler bu kaybın getirmiş olduğu yası yaşamaktadırlar ve yeni hallerine alışması biraz zordur. Çocukluk ve yetişkinlik arasında bir köprü vazifesi gören ergenlik, aynı zamanda kimliğin yeniden inşasıdır. “Ben kimim?” sorusuna cevap arandığı, kimliği, ideolojileri ve fikirlerinin netleştiği bu dönem beraberinde pek çok iletişim krizini de meydana getirmektedir. Özellikle pandemi sürecinde ailelerin en büyük endişelerinden biri olan teknoloji ile olan bağlarının artması, cinsel kimliklerinin oluşumunda karşılaştıkları sorunlar, din ve otorite üzerinden aile içi çatışmaların sıklıkla arttığı bu dönem krizleri fırsata çevirme süreci olarak büyük önem taşımaktadır.
İsmet Özel’in Münacaat şiirinde yer verdiği “Gençtim ve neden hata payı yok diyordum hayatımda…” mısralarının anlam bulduğu bir dönemdir aslında ergenlik. Hata yaparak, isyan ederek, bazen kendi odasına kapanarak oluşturduğu dünyasında aileden yavaş yavaş koptuğu, kendisini merkeze alan ve arkadaşların daha önemli hale geldiği bu dönem, anne babaların endişelerinin arttığı bir dönem olarak da çıkmaktadır karşımıza. “Ergen” kelimesinin çok sevimli durmadığını özellikle günümüz kullanımında sanki ergenlik, bir sorunun merkeziymiş gibi algılandığı için “genç” kelimesinin daha anlamlı olduğunu düşünerek ergen yerine sıklıkla genç kelimesini kullanmış olacağım yazıda.
Bebek dünyaya geldiği zaman dünyayı görebildiği yer annesinin gözleridir ve anne aslında bir ayna rolündedir çocuk için. Annenin gözlerinde gördüğü duygu onun hayata verdiği anlam için önem taşır. Eğer mutlu bakan, huzurlu bir yüz varsa karşısında dünya, onun için güzel bir yerdir. Fakat anne kendi içsel huzursuzluğunu, kaygısını, acısını dindiremez ve yatışmazsa çocuğun bu kaygıyı alarak güvensiz bir dünya imajını zihnine nakşettiğini savunur gelişim psikologlarının pek çoğu. Ergenlik dönemi bu kırılmanın onarıldığı dönemdir aynı zamanda. Anne baba çocukla 0-5 yaş döneminde kuramadıkları bağı yeniden inşa edebilirlerse sağlıklı bir kimlik kazanımına fırsat sunmuş olurlar. Fakat anne baba bu dönemi, çocuğun temel ihtiyacı olan ayrışma ve bireyleşme ihtiyacı yerine kendi ihtiyaçları için kullanıp bireyleşme mücadelesini desteklemezlerse yetişkinlik çağında yaşanan kimlik krizlerinin kapısını aralamış olurlar.
İki temel ihtiyaç olarak bahsettiğimiz ayrışma ve bireyleşme süreci; özünde çocuğun artık bir yetişkin olduğu, kendi kararlarını alabilecek adımlarının desteklenmesi ve anne babadan ayrışarak bir birey olduğunun kabul edilmesi olarak özetlenebilir. Eğer anne babalar kaygılı, öfkeli ve onu kendi dünyalarından koparmak istemezlerse çocuk aldığı kararlarda hep birine danışma ihtiyacı hissedecek gelişim görevi olan bireyleşme ihtiyacının karşılanmaması neticesinde ailesi ile gizli veya açık yollardan mücadeleye girişecektir.
Bir isyan ve varoluş dönemi olarak ergenliğin anlaşılması, onların kapsanması ve desteklenmesi; kendi hayatlarının inşasında önemlidir. Sıklıkla yetişkinler için duyduğumuz, “ergenlikte takılı kalmak, ergen gibi davranmak” sözlerinin arkasında yatan temel gerçek bireylerin kimlik inşa süreci olarak geçirdikleri bu çalkantılı dönemi sağlıklı atlatamadıklarının ifadesidir aslında. Gençler, otorite figürü olarak gördükleri aile, okul, sistem, din gibi konularda gösterdikleri mücadelede karşılarında onları sabırla anlayan, dinleyen ve bu sürecin zorlu bir süreç olduğunu bilerek sabır gösteren anne babaların varlığıyla kendilerini iyi hissederler. Bu; gençlere fikirlerini sağlıklı bir şekilde ifade edebilme ve onların kendine güvenme kapasitelerinin artmasına olanak sağlayacaktır.
Winnicott büyümeyi, “kendi gerçek kişiliğini, otantik kendiliğini bulma çabası” olarak yorumlar. Ailesinin gözüne bakarak onların ihtiyaçlarını karşılamak üzere kodlanan genç, sahte bir kendilik inşa edecektir. Bu nedenle otantik kendiliğin bulunması, gencin biraz da “Ben kimim?” sorusuna bulacağı anlamla eşdeğer olacaktır. Ailelere düşen görev ise bu cevabın hazırlayıcısı olmak değil; gencin bu cevabı bulacağı zemini ona hazırlamaktır. Bu zeminin kaynağı sağlıklı bir iletişim ve sevgiden geçer. Aileler bir deniz feneri edasıyla gençleri izlemeli, ihtiyaç duyduklarında onlara yol göstermelidir. Bu, gençlerin özerk bir birey olması yolunda çok değerli bir adımdır.
Hasan AVCI