Göz Seni görmeli, ağız Seni söylemeli...

Efendimiz, Rehberimiz, Önderimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem... Mustafa Nezihi, bir kitaptan derlediği kelimelerle küçük bir hilye hazırladı.

Göz Seni görmeli, ağız Seni söylemeli...

Yüzü ay gibi parlak olandı… Semure oğlu Cabir O’nu mehtaplı bir gecede üzerinde bordo bir hulleyle görür ve şöyle der: ‘Bir aya baktım, bir de O’na baktım. O bana aydan daha güzel ve daha parlak göründü.’ Ebu Hureyre ne güzel anlatır: ‘Sanki güneş O’nun yüzünde doğuyordu.’ Afra kızı Rubeyyi de  “Yavrucuğum O’nu görseydin ‘Güneş doğdu!’ derdin” diye belirtmiştir hayranlığını.

Geniş ve açık alınlıydı. Hafif kıvrımlıydı saçları. Ki o saçlar kulak memesine kadar inerdi. Bu saçlar özellikle yıkandığında ortadan ikiye ayrılırdı. Bu saçlar bazen de geniş omuzlarına dökülürdu. Gözleri simsiyah.  Buğday tenli. El ve ayak parmakları kalıncaydı.

Sırtımı meleklere bırakın! Yusuf b. İsmail en-Nebhari, Hz. Muhammed'in Faziletleri

Yürürken yokuş aşağı iner gibi (öne meyyal ) yürürdü. Yürürken sanki yerden bir şey söküyormuşçasına veya ağır bir şey kaldırıyormuşçasına büyükçe ayaklarını kuvvetlice kaldırırdı.  Arkadaşlarının arkasında yürürdü. Sırtımı meleklere bırakın, derdi.Yürürken yere bakardı. Hızlıca yürürdü. Kiminle yürüse ondan daha uzun görünürdü. Yere baktığı zamanlar, göğe baktığından çok fazla idi. Birisi yumuşak ve güzel kokan elini tuttuğunda o şahıs bırakana kadar onunla öyle yürürdü. Arkasına dönünce bütün vücuduyla dönerdi.

Sesi gürdü, tatlıydı, güzeldi!

Ön dişleri aralıklı idi. Ağzından dökülen söz değil sanki nur idi. Tane tane, anlaşılır ve sade konuşurdu. Sözü kelam-ı fasl idi, tertil ile söylerdi. Sözleri anlaşılsın diye üç kez tekrar ettiği olurdu. Sözlerini inci gibi dizerdi. Sözü anlaşılmayacak kadar ( bilmece gibi) az değildi. Laf kalabalığı da yapmazdı. Cedele girmezdi. Güzeli destekler ve pekiştirir; çirkini yerer ve ucuzlaştırırdı. Konuşurken söylediğini el hareketleriyle pekiştirirdi. Sesi gürdü, güzeldi, tatlıydı.

Ayağa kalkarak yanlışı durdurmak!

Kimsenin sözünü kesmezdi. Hamlıklara sabrederdi. Ancak konuşan kişi haddi aşacak veya bir hakikati çarpıtacak olursa ya müdahale ederek veya ayağa kalkarak sözünü keserdi. Hoşuna gitmeyen bir hal gördüğünde insana hemen kırıcı söz söylemezdi. O kişinin yanlışını yüzüne vurmazdı. Onu topluluk içinde mahcup etmezdi. Genele şöyle seslenirdi: Ne oluyor da bazıları şöyle şöyle yapıyorlar!

Gülümserken dişleri inci gibi parlardı!

Tebessümünden kimseyi mahrum bırakmak istemezdi. Bu yüzden vahiy gelmediği, kıyametten söz edilmediği veya hutbe vermediği zamanlarda daima tebessüm ederdi. Gülerken ses çıkarmaz sadece gülümserdi. Gülümserken dişleri inci gibi parlardı. Meclisindeki herkese güler yüzle hitap ederdi. Hoşuna gitmeyen bir şey gördüğünde memnuniyetsizliği hemen yüzünden anlaşılırdı.

O'nun kokusunu duyabiliyor muyuz?

Dinçti daima. İleri yaşlarında bile genç gibiydi. Vefatında bile hiç yaşlanmamış gibiydi. O bir sokaktan geçtiğinde, insanlar, güzel kokusundan O'nun geçtiğini anlarlardı. 'Ve sakın Allah yolunda katledilenleri ölmüşler sanma, hayır, hep hayattadırlar, Rablarının indinde yaşarlar.' ayetini tefekkür ederken kendimize şu soruyu soralım: O sokağımızdan geçiyor mu ve biz O'nun güzel kokusunu alabiliyor muyuz?

Mustafa Nezihi Pesen derledi

YORUM EKLE