Geçmişi Bugünümüze Tercih mi Ediyoruz?

"Toplumsal veya bireysel olduğu fark etmeksizin nostalji aslında kişinin zihninde kök salmış bir yapıdır. Onun beslenebilmesi için elle tutulmaya ya da gözle görülmeye ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyaç hâli onu kültürel endüstrinin en güçlü unsuru hâline getirmektedir." Sümeyye Bozkurt yazdı.

Geçmişi Bugünümüze Tercih mi Ediyoruz?

İnsanın en değerli hazinesi zamanıdır. Ve insanın en büyük kusuru ise kendini zamanın sahibi sanmasıdır. Bu yüzden insan geçmişi ve geleceği arasında bir kısır döngü içinde anı kaçırmaktadır. Kaçırdığı her an geçmişin birer sayfası olduğunda giden anlara özlem duyacaktır. Ya da tam tersi olarak biriktirdiği her an onun birer parçası olduğu için hatırlamaya özlem duyacaktır. Her iki türde de sistematik olarak geçmişe bir özlem hâli söz konusudur. Literatürde insanın bu hâl üzerine olmasına ise “Nostalji” denilmektedir. Aslında dilimize Yunancadan gelen bu kelime 1688 yılında İsviçreli Psikolog Johannes Hofer tarafından ortaya atılmıştır. “Nontos” yani “eve dönüş, geçmişe özlem” manasına gelen kelime ile “Algos” yani “keder, acı, özlem” anlamına gelen kelime birleştirilmiştir. Peki, bu kelime nasıl ortaya çıktı? Yoksa, Psikolog Johannes kendi içinde hissettiği bir özleme bu ismi mi verdi?

Nostaljinin ortaya çıkışı

17. yüzyılda İsviçre’ye gelen paralı askerlerde birtakım farklılıklar gözlemlenmiştir. Enteresan bir şekilde bu askerler; uykusuzluk, moralsizlik ve ritim bozukluğu gibi rahatsızlıklar hissetmeye başlamışlar. Johannes Hofer bir tıp öğrencisiyken bu durumu incelemiş ve rahatsızlığın sebebinin fiziksel olmadığına kanaat getirmiştir. Bu askerler ev, yurt özlemi çektikleri için psikolojik olarak hastalar ve fizyolojik olarak tepki veriyorlardır. Literatüre “İsviçre Hastalığı” olarak geçen nostalji ayrıca tıbbi olarak bir rahatsızlık statüsündedir. Hastalar tedavi olarak belli aralıklarla memleketlerine gönderilerek özlemleri giderilmeye çalışılmıştır. İsviçre’den Avrupa’ya yayılan nostalji hastalığı 18. yüzyıla kadar devam etmiştir. Aydınlanma çağının yaşandığı 18. yüzyılda entelektüel çevre tarafından yazılan yazılar, tiyatrolar ve çizilen resimlerin çok beğenilmesi ya da insanların duygularına tercüman olması nedeniyle nostalji artık bir hastalık olmaktan çıkmıştır. Her bir parçanın modernleştiği dönemde nostalji de modernize edilmiş; bireye iyi bir ruh hâli kazandıran, varoluşsal bir anlam katan ve siyasi bir araç olarak kullanılıp toplumu yönlendiren bir hâl almıştır. Biz bu yazımızda bireyin yaşadıklarının toplumsal nostaljiye etkisine kısa bir bakış gerçekleştireceğiz.

Toplumsal nostalji

Genel geçer bilginin çok dışında bireysel nostalji kişinin kendisiyle var olur. Kişinin yaşanmışlıkları ile bağlantı kuran nostalji bazen de bireyden çıkıp toplumsal bir kültüre dönüşebilir. Çünkü insan birey olduğu kadar kendinden daha büyük toplum dediğimiz bir halkanın da parçasıdır. Dolayısıyla bireysel yaşadığı her şey aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun şartlarıyla da bağlantılıdır. Kişiye her yerde ya da her vakitte eskiye özlem duyuran nostaljinin ortaya çıkması için illa bir sürece ihtiyacı yoktur. Genellikle eskiye ait bir film ya da fotoğraf karesinde denk geldiğimiz bir anlık hissiyattır. Bu ruh hâli hepimiz için ziyadesiyle tanıdık olmasına rağmen tam olarak anlatabileceğimiz nesnel bir olgu değildir. Günümüzde TDK karşılığının çok dışında anlamlarda kullanılan her kelime gibi nostalji de masum bir özlem hâli olarak kalmamıştır.

Ünlü sosyolog Jean Baudrillard, insanın duygularıyla oluşturduğu ve ihtiyacı olmayan şeyleri kapsayan alana “Üstgerçek” adını vermiştir. Bu üstgerçek alanında postmodern dönemin getirisi olan bir dizi olgunun tüketim nesnesi olarak kullanımı toplumu sömürüye açık hâle getirmiştir. Geçmişe ait olan olgular devşirilerek insanı, ihtiyacının dışında bir tüketime sürükleyecek her şey meşrulaştırılarak kullanılır. Bu sistematik meşrulaştırma daha çok ekonomik ve siyasi programlar üzerinde gerçekleşir.

Tarih veya tarihi devinimler bir dizi bilimsel terimler topluluğu ile ifade edilir. Ortak mülkiyet veya devlet mülkiyeti gibi ekonomi-devlet politikalarını “sosyalizm”, devleti olayın dışında bırakan işçi kesiminin özgürlüğünü baz alan siyasi-ekonomi politikasını ise “marksizim” ile tanımlarız. Anlayacağınız tarihte yaşanan her olay için tarihçinin cebinde bir terimi vardır. İşte birilerinin ülkesinde başlattığı bir devrim domino taşı etkisiyle insanlar ve kitle iletişim araçlarıyla dünyaya yayılır. O devrime birebir şahit olan insanlar bu zamanları atlattığında o dönemi hatırlatan her şey onlar için kıymetli olacaktır. Çünkü tüm hayat telaşlarının dışında var olduklarını ve bir zamanlar farklı fikirlere sahip olduklarını anımsatmıştır. Diğer bir yandan ise devrimlerin yaşandığı dönemler, sağ/sol çatışması dediğimiz fikir ayrılıkları toplum içinde çatışmalar oluşturmuş ve insanlarda derin acılar bırakmıştır. Özellikle darbeler silsilesi ile bu çatışmadan nasibini alan Türk toplumu için ise yaşananlar travmatik düzeydedir. Bu dönemle ilgili filmler ya da karşıt görüşlerce döneme vurgu yapan siyasi propaganda reklamları üretilmiştir. Üretilen görsel ürünler, hem insana o dönemi aydınlatan nostaljik bir yaklaşım sağlamış hem de travmaya dönüştürücü, tarihin arka planı adı altında etkileyici dış güç unsuru olarak bilinçli bir şekilde kullanılmıştır. Bu noktada hatırlanan geçmiş o dönemin acılarını ve zorluklarını anımsattığı için bugün de toplumun içinde ötekileştirme olarak var olmuştur. Böylelikle nostaljinin veya geçmişin toplumda oluşturduğu olumsuz duygular, maalesef ki eski bir ateşin külleri gibi canlılığını sürdürmektedir. Anlayacağınız, toplumsal nostalji iyi duygularla beraber olumsuz duyguları da içinde barındırabilen çok katmanlı bir yapı hâlindedir.[1]

Bir başka toplumsal nostalji ise insanın bugününden mutlu olmaması ile ortaya çıkar. Daha doğru geçmişini yaşadığı bugününe tercih eden insanlar için nostalji daha farklı bir anlam içermektedir. Çoğunlukla insanın kendisiyle ya da yaşadığı hayat şartları ile bağlantılı olan bu yaklaşım popüler kültürün bir metası hâline gelmiştir. Yaşadığımız post modern dönem, gerçeklik algımızın çok dışında sanal ve görsel dünyadır. Bu sanal dünya akıllı sistemlerin algoritmaları ile mahremiyetimizde hak iddia etmektedir. Bu algoritmalar geçmişte daha mutlu olduğumuza dair olan her mesajda, ilk olarak eskinin retro renklerini instagram filtresi olarak karşımıza çıkarmaktadır. Eski ürünlerin satıldığı dükkânlara ise “eskici” denilmesi hoş karşılanmıyor bunun yerine tamamen batı tabiri olan “vintage” kelimesi kullanılıyoruz. Öz dilimizde ve kültürel her noktada içine çekildiğimiz bu “masum” duygu tüketim çılgınlığının bir nesnesidir aslında. Nesne diyoruz çünkü somut olmalıdır. Toplumsal veya bireysel olduğu fark etmeksizin nostalji aslında kişinin zihninde kök salmış bir yapıdır. Onun beslenebilmesi için elle tutulmaya ya da gözle görülmeye ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyaç hâli onu kültürel endüstrinin en güçlü unsuru hâline getirmektedir. Çünkü insan yaşamın ta kendisi olarak var olmaya devam edecektir. Bize düşen ise ihtiyaçlarımızın dışında sanal dünyanın bize dayattığı şeyler arasındaki sınırı, iyi belirlemektir. Sınır belirleyemediğimiz her anımız bizim için masum olmaktan çok uzak, sömürülmeye çok yakın olduğumuz bir hâle gelecektir.

Sümeyye Bozkurt
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi- TARİH

 

[1] Engin Ümer, “Nostalji Perdesi ve Geçmişi İcad Etmek”, Sinafilozofi Dergisi, 2019.

YORUM EKLE