Her kent Allah’ındı;, Dublin de Londra da, Mardin de…
O şehirde bir akrabam yok; ne dayım, ne amcam, ne halamın oğlu, ne de kardeşim…
O şehirde evim yok.
O şehirde anılarım ya da o şehre dair gelecek düşlerim yok. Mesela Doğu Akdeniz kıyısında bir güzel yazlık yapıp denizi izlemek gibi hayallerim olmadı hiç.
O şehirde çocukluğum geçmedi.
O şehirde bir arkadaşım olmadığı gibi sokak ve cadde isimlerini de bilmem; Rachel Corrie Caddesi hariç.
O şehirde şeyhim olmadığı gibi ihvandan bir kardeşim de yok.
O şehir, Dublin kadar uzak aslında.
O kent, Londra gibi, Mardin gibi, gri ve soğuk ama dirençli Dublin gibi Allahın mülkünde. Belki de Allahın elinin değdiği ve kavganın sürdüğü kentleri sevdiğimden özlüyorum o kenti. Kent dümediği için, direndiği için de olabilir; bilmiyorum.
Bazı gemiler bazı atlara benzerler; mesela, acı çekerler ama mutludurlar
O kente yakında bir gemi kalkacak yaşadığım kentten. İçerisinde yaklaşık beş yüz yolcusu olan bir gemi… O beş yüz kişiden biri de ben olayım diye dua ediyorum o kent her aklıma düştüğünde.
Bilmediğim, tanımadığım, resimlerden ve filmlerden gördüğüm insanların yaşadığı bir kent neden bu kadar umurumda, neden bu denli o topraklara gitmek istemem; reel bir açıklaması yok. İnsanlık adına, onurum adına, gelecek adına, kulluğum adına, zulme uğrayanlara şifa olsun diye, çorbada benim de tuzum olsun diye, kan akan yaraya bir gram da olsa su dökeyim diye mi? İnanın bu denli büyük cümleler kurup da, kurduğum cümlelerin altında ezilmek istemem. İnsanlığa derdi verenin, acıları bize kardeş kılanın Rabbim olduğunu içimin ta içinde hissediyorum; acı her ne kadar ağlatacak denli, bağırtacak denli derin olsa da. Acı, bizler gibi yaratılmış bir varlıktır. Acı; Allah’tandır. Ama yürümek ya da denizler geçmek, yahut bilmediğin bir kente köyün kadar, mahallen kadar, evin kadar yakın durmak, orayı özlemek de insani olandır.
O kente giden gemilerin diğer gemilerden farkı yok, doğru. Demirden, sertleştirilmiş plastikten ve ahşaptan mecz olmuş, suda yüzen araçlar… Oysa bazı gemiler vardır ki bazı atlar gibi farklıdırlar. Mesela Burak, mesela Düldül, mesela Aşkar, mesela Zülcenah… Diğer atlardan farklı olmalarının sebebi menzilleri ve üzerlerinde taşıdıklarıdır. Mavi Marmara adlı gemi de bu sebepten kendine benzeyen su üstü araçlarından ayrılır. İnsana benzer; acı çeker, kanar, ölür bir yerleri, dirilir başka yerleri; insan gamı, insan sevinci, insan mutluluğu ve insan direncini taşır. Taşıdıkları onu öylesine bir gemi olmak sıradanlığından kurtarır.
O gemide olmak; şehit olmak için avans almak gibi belki de… Böyle düşünenlere sözüm yok. O gemide olmak insan olmaktır, en yalın haliyle. Cesur olmak, ölmekten ve zulme uğramaktan korkmak, bir hedefe yönelmek, bir yolculuğa çıkmak “başkalarının da yaşama hakkı olduğunu” düşünenlerle… Bu çok güzel. Dedim ya, tam da insanca olan.
Martılarla, yunuslarla, vicdanlı insanlarla çağırayım Mevlam Seni
Martılar ve yunuslar bizimle yarış ederken çığlık çığlığa; pruvada demli bir çay içerken Hz Ali’den bahseden bir dostumla ya da yeni tanıştığım bir yolcuyla Arap Direniş Edebiyatı ve Nizar Kabbani hakkında konuşurken eminim bir gemiden ve yolculardan fazlası olurdu manzarada. Meleklerin ya da insanların ordusundan bahsetmiyorum; Akdeniz’in mora çalan sularındaki eşsiz manzara da değil dikkatimi çeken. ‘İnsan olmanın yola çıkmakla başladığı’ bilgisinde saklı o manzara.
Akdeniz… Ali Askar için su isteyen Hz Hüseyin’e okla cevap verirler. Altı aylık Ali Askar şehid olur. Cansız bedenini çadıra getiren Hz Hüseyin atına bindiğinde: “ Hüseyin isterse su mu yok?!” dediğinde atı Zülcenah’ın ayağını vurduğu yerden su fışkırır. Rivayet ne kadar doğru bilmiyorum ama Hz Hüseyin istediğinde suyu verecek olanın Allah olduğunu biliyorum. Akdeniz, üzerinden Zülcenah geçmiş gibi duruyor karşımızda. Suyun öte yanında suyu verirken bile kendilerini “hayatın ve ölümün sahibi” gibi gören bir kavim var. Bir kent var orada. Adına Gazze diyorlar. Gazze, Osmanlıca Sözlük “Şam’ın(Şam-ı Şerif’in değil) doğusunda bir yerin adı” diyor umursamazca. Sonra birden umursayıp: “Peygamberimizin ceddi Haşim’in kabrinin olduğu yer” diyor. (Mezarlıklarla anılacak bir yer olduğunu mu düşünmemiz gerekiyor her dem!)İngilizce sözlükte ise (Filistin bir ülke değil bir yerleşke adı İngiliz kurnazlığında)Filistin’in güneybatısında yer alan, Gazze Şeridi’nin en büyük şehri, diyor. Şairler ve o şehre baktıkça canı yananlar ise yeni anlamlar veriyorlar o şehrin adına. Oysa, Gazze, Gaza, Gazavat, Gazi, Gazel, Güzel… derken gözümün önüne Kerbela geliyor. Suyun kıyısında susuz kalan bir kent! Kendi suyunda büyüyen, doyan, etlenen balıkları bile yakalamalarına izin verilmeyen bir kent. O da kendisine yelken açan insan-gemi kadar insan-kent. İnsan bir kere ona gözünü dikti mi, bir daha iflah olmuyor. Her dem aklında paslı bir çivi gibi dönüp duruyor; o kenti yalnız bırakmama fikri. O kent; masum bir kadın gibi. Saraybosna, Bağdat, Priştina, Kabil; mütecavizlerin elinden biraz olsun kurtulabilen diğer masum kadınlar. Gazze; hem kadın hem Kerbela. Nasıl gitmez insan o kente? Her gün her gün aynı zulme şahit olan, o kente, o kentin insanına düşman bile olsa bırakın gemiyi yüze yüze gider o kente! O kent; acının başkenti. Dünyaya gelen elbet acıyla yüzleşir bir gün; acı acıya su sancıya, deme kolaylığının dışında acının başkentinde beş dakika insan yüzlerine bakmak; ne zordur oysa…
Kim bekliyor seni orada?
Gazze’ye gidecek olan bir yardım filosunda olup olmayacağımı bilmiyorum. Ama biliyorum ki bir gün insanlar o kente uçaklarla, araçlarla, atlarla, yalın ayak gidecekler. O gemilerden, insan yürekli motorları olan o gemilerden birileriyle gidemeseler de Gazze Hava Yollarını kuracaklar gökyüzünün de istila edildiği bir zamanda. Kolları yerine kanatları olan, vicdanları olan, utançları olan insanlar uçarak varacaklar kente. Gökten fosfor bombası değil insanlar yağacak!
Evet, o kentte özlediğim bir dostum, akrabam, mürşidim, evim yok. Ama o kentte gelmemi bekleyen Ali Askar yaşında, susamış bebekler var. Acı var, benim gibi yaratılmış olan ama Gazzeli bebeklerin boynuna yılan gibi dolanmış öylece duran… Belki de bir mezar vardır; bunu yalnızca Allah bilir.
Zeki Bulduk, denizaşırı kentleri özleme nedenlerimizden birini yazdı.
"hüseyin isterse su mu yok" Allahuekber!
Rabbim rızan için yola çıkanları mahcup eyleme.
eline sağlık zeki bulduk, gönlüne rahmet.