Gazzalî'nin saçtığı ışık, yolumuzu aydınlatıyor

İslam siyaset geleneğinde, dinle melik ikiz kardeştir. Zulüm olursa, yani devlet iyi idare edilemezse, din de zayıf düşer. Melik sefih, adaletsiz ve gaddar olursa, halk da ona uyar ve öyle kimseler galip olur. Böyle olmasın diye İmam-ı Gazzalî, orijinal adı “Ettibrül-Mesbük-Fi-Nasihat’il-Müluk” olan bir eser telif etmiş. Alper Daştan yazdı.

Gazzalî'nin saçtığı ışık, yolumuzu aydınlatıyor

 

 

Eskiden; yani siyasetimizin, içtimaî düzenimizin ve yaşattığımız hayallerimizin tek gayesinin Allah rızası olduğu zamanlarda, insanlar öğüt alacak kimse ararmış. Nasihati verecek olanın da, elbette ki zühd ve takvası ile meşhur yüksek zatlar ve âlimler olmasını isterler, bu kıstaslara göre bir hak dostu ararlarmış. Bu zatlara, “Bana nasihat et!” diye başvuranların da ekseriyeti, günümüzde karşılaştığımızın aksine; dönemin bürokratları, yüksek rütbeli kumandanları, vezirleri, hatta sultanı olurmuş… Kendisine başvuranları icap ettiğince ikaz eden, doğru yolu gösteren Allah dostu da, böylece devleti ve sosyal nizamı koruyan çok önemli bir vazife ifa eder, Allah’ın rızasını böyle kazanmaya çalışırmış.

Zamanımızda düşünce biçimimiz, siyaset telakkimiz o denli değişmiş bir halde ki, bırakın insanların birbirinden nasihat beklemesini, herhangi bir şahsa, “Bu yaptığın doğru değildir!” dediğinizde, sert ve keskin bir tepkiyle karşılaşmanız, hemen hemen umumî bir prensip haline gelmiş vaziyette. Modernizmin ve onun paket halinde bize sunduğu ‘‘insanı metalaştırma, kapitalleştirme (iktisadî); bireyciliği öne çıkarma, özgürlük, eşitlik gibi tapılacak putlar inşa etme (siyasî)’’ esaslarında kendini bulan prensiplerle düşünce bazında bir mücadele gerçekleştirmeden, tarz-ı hayatımızı geçmişte olduğu gibi kurgulamamız mümkün gözükmüyor. Bu mücadele hem akla hem de kalbe yönelik bir ilimle yürütülebilir ancak. Çünkü Müslümanların düşünsel yaşamının İslamlaşması, ancak İslam’ın aslî kaynaklarıyla ve İslam’ın metodolojisiyle olabilir. İslam’ın yolu, tasavvufla şeriatı mezceder. Burada da karşımıza çıkan kilit âlim, İmam-ı Gazzalî’dir.

Gazzalî’nin saçtığı ışık, yolumuzu aydınlatıyor

Ömrü boyunca yazmış ve ümmete yol göstermeye çalışmış büyük âlim Gazzalî, Selçuklu idaresindeki sultanlara, vezirlere ve bürokratlara öğüt vermeyi de ihmal etmemiş. Çünkü hadis, ‘‘Din nasihattir’’ diyor. Sahabe Allah Resulü’ne soruyor: “Peki kimler için?” İki cihan serveri yanıtlıyor: “Allah, Kitabı, Resulü, mü'minlerin yöneticileri ve tüm Müslümanlar için nasihattir”. Bu delilden hareketle Gazzalî, dini iyi uygulamaları ve zulme karışmamaları için, bir nasihat eseri yazmaya karar veriyor. Zira İslam siyaset geleneğinde, dinle melik ikiz kardeştir. Zulüm olursa, yani devlet iyi idare edilemezse, din de zayıf düşer. Melik sefih, adaletsiz ve gaddar olursa, halk da ona uyar ve öyle kimseler galip olur. Böyle olmasın diye İmam-ı Gazzalî, orijinal adı “Ettibrül-Mesbük-Fi-Nasihat’il-Müluk”olan bir eser telif etmiş. Bu şaheseri yazdığı kimse Selçuklu sultanı, Melikşah’ın oğlu Muhammed bin Melikşah. Günümüze kadar gelen, Arapçaya ve Türkçeye tercüme edilen ve sıhhatinden şüphe edilmeyen bu güzide yapıt, günümüz idareci ve siyasetçilerine de bir kaynak niteliğinde…

Yönetimin sırrı imanda saklıdır

Çelik Yayınevi’nden, “İmam-ı Gazzalî’den Yönetim Sırları” adıyla çıkan eser, çeşitli bölümlerden oluşmakta. Bölümler de içlerinde bir takım “esas”lara veya “kısım”lara taksim edilmiş vaziyette. Bütün bilgiler, ayet ve hadisten çıkarılmış hükümler olmakla birlikte, işin tecrübe boyutu da ihmal edilmemiş. Önceki adil sultanların ve raşid halifelerin, bilge vezirlerin, işini iyi yapan kâtiplerin, takvasıyla meşhur velîlerin ve Aristo, Sokrat gibi filozofların hikmetli sözlerinden çokça iktibas yer almakta. İdarecilere verilmek istenen öğüt, “hikmet” olarak sunulurken; bu öğüdün isabetliliğini desteklemek için çeşitli olaylar, yaşanmış hikâyeler ve “nükte”ler sayfalarca anlatılıyor. Peygamberin aynı dönemde doğduğu için övündüğü, adalette zirve yapmış bir sultan olan Nuşirevan-ı Adil de kitabın sayfalarında kendisine yer bulmuş.

Kitap, iman ile başlıyor. Elinde büyük bir güç bulunan, devletin tecessüm etmiş hali olan sultana, aciz bir kul olduğunun hatırlatılması adettendir. Bu adet üzere Gazzalî, kitabındaki, “Ey sultan, bilmiş ol ki, sen Allah’ın yarattıklarından birisin!” satırlarıyla muhatabını karşılıyor. Sonrasında imanın dalları yer alıyor. Ehli sünnet ve’l cemaat itikadının temel direkleri okuyucuya gösteriliyor. Öyle ki, Gazzalî kelama dair meseleleri bile izah etmekten geri durmuyor, Allah’ın ahrette görüleceğini ve bu keyfiyetin de âlimlerin icma ettiği üzere, dünyadaki görmelere hiçbir şekilde benzemeyeceğini ifade ediyor. Bu ufak anekdot bile, Gazzalî’nin her yazdığı eseri nasıl bir titizlik ve yol gösterme gayesi ile yazdığını hiçbir tereddüde imkan bırakmadan göstermekte.

Gazzalî, bir konuda irade sahibi olmanın bir nimet olduğunu tasdik ettikten sonra, bunun aynı zamanda bir sorumluluk da getirdiğini, insana verilen yöneticiliğin emanet olduğunu, emanete hıyanet etmenin zulüm olduğunu ve zulüm olan yerde adaletin zayi olarak, asayişin, devletin ve sonunda dinin de zaafa düşeceğini söylemektedir. Onun bahsettiği şekilde, makamı bir sömürme ve hükmetme yeri olarak değil de, bir emanet olarak görerek adil bir şekilde insanları idare etme sanatını icra edenler iki cihan saadetine kavuşurken, aynı hatalarında ısrar edenler bu şerefe nail olamayacaklardır. Öyle ki, Gazzalî, “Onların durumlarından kötü olanlar sadece Allah’ı inkâr edenlerdir’ diyerek kıyamet gününde bu insanların uğrayacağı elim akıbeti hadislerle tasvir ediyor.

Gazzalî’ye göre sultan; âlim zatları yanında tutarak onlara danışan, bilgili vezirlerle halkı idare eden, güvenilir ve itaatkâr valileri kullanan, Allah’ın bir aleti olduğunu bilen, adaleti üstün tutan, hakkı zayi etmeyen, insaflı, akıllı, gözü pek dindar ve dünyaya karşı pek tamahkâr olmayan kimselerden olmalı. Gazzalî, burada aslında çok önemli bir şey daha söylüyor: “Halk melikin dinine tabidir”. Yani, melik eğer imanlı ve adil olursa, halk da hükümdar adaletsizliğe ve haksızlığa tahammül etmeyeceği için böyle olur. Eğer sultan gaddar ve zalim olursa, halk bu sefer hakkın üstün olmadığını gördüğünden, gücüyle hakkı gasp etmeye çalışır ve o da gaddar olur. Hadisin, “Siz nasıl olursanız öyle idare olunursunuz’ dediği gibi, Gazzalî de manayı ters çevirerek, “Başınızdaki sizi nasıl idare ederse, siz de öyle olursunuz” demekte. İkisi de elbette fevkalade isabetli… Gazzalî bu tespitini ispat için bir dava anlatıyor. Adil Kisra Nuşirevan döneminde yaşanan bu hadisede, iki kişinin bir arazinin altında bulunan altın için kavga etmekte. Ama “Bu benimdir!” diye değil, “Bu senindir, hakka daha uygundur!” diye… Bunu izah eden Gazzalî, halkın hükümdarın adaletini ve dürüstlüğünü gördüğünde adil ve dürüst olmak zorunda kalacağını, melikin güzel hasletlerinin halka geçeceğini bildiriyor. Elbette tersi de mümkün: debdebeli ve şaşaalı bir yaşam süren hükümdarlar, halkı da bu yönde etkileyebilirler. Gazzalî, bunun önüne geçmek için yöneticileri “dünyaya aldanmama” konusunda ısrarla uyarıyor.

Heywood’u bırak, Gazzalî’ye bak!

Hülasa olarak kitabın birkaç noktasına değinebiliyoruz ancak. İmam-ı Gazzalî elbette ki bir derya ve kıymetli eserleri pek çok malumat barındırıyor. Ama bizim açımızdan bu eser şu yönden değerli: Müslümanların siyasetini ve bu siyasetin amacını bildirmesi açısından. Siyaset, Müslümanlar için başıboş bir eylem değildir; zira gayesi Allah’ın rızasına ulaşmak için bir vasıtadır ve emanettir. Siyaset bilimi öğrencilerimizin ellerinden düşürmediği Batılı ideologların ve akademisyenlerin politikaya dair kitaplarını birkaç günlüğüne ara verip, Doğu geleneğindeki ‘siyasetname’ ve ‘meliklere nasihat’ eserlerine bir göz atmasında büyük fayda vardır. Buraya atılacak ilk adım da, Hüccet-ül İslam İmam Gazzalî olmalıdır. Ancak böyle hakkı üstün tutan, tantanasız ve geleceğe umutla bakmamızı sağlayan bir siyasî telakkiye varabiliriz. Buna varamadığımız takdirde de, İslam’ın siyaseti olmadan adil bir siyaset de olamayacağını asla idrak edemeyeceğiz.

 

Alper Daştan yazdı

YORUM EKLE