Medeni ahlak, sadece birlikte yaşayan insanlar için geçerlidir. Gazzali’ye göre öncelikle sosyal hayatın lüzumunu ve böyle bir hayatın ahlaki bakımdan değerinin tespit edilmesi gerekmektedir.
1. Sosyal hayatın önemi ve değeri
Gazzali’ye göre yaratılış itibariyle, sosyal bir varlık olan insanın yalnız yaşaması mümkün değildir. İnsanın birlikte yaşama zorunlulukları iki sebebe dayanır:
a) İnsan soyunun devamlılığı üremeye bağlıdır. Üreme ise, kadın ve erkeğin evlenerek bir birliktelik kurup, bu birlikteliği devam ettirmeleriyle mümkündür.
b) Beslenme giyim ve çocuk eğitimi gibi en zorunlu ihtiyaçlar, ancak yardımlaşma ile sağlanır. Zira nesil çocukla devam eder.
Beslenme, giyim ve barınma için gerekli olan ihtiyaçların temini, tek başına yaşayan insanın üstesinden gelemeyeceği bir takım san’atların mevcudiyetini ve işletilmesini gerekli kılar. Bu basit ihtiyaçlar bile, insanın sosyal yaşayışa ne kadar muhtaç olduğunu göstermektedir. Çevre şartlarının olumsuz etkilerinden ve insanların zararlarından korunmak, ortak düşmanlarına karşı koymak, anlaşmazlıkları halletmek ve büyük teşebbüsleri başarabilmek gibi daha başka zorluklar, Gazzali’ye göre, insanları daha büyük birlikler kurmaya zorlar. Birlikte yaşamak, dini ve ahlaki bakımdan da zorunludur. Zira Gazzali’ye göre, yalnız başına yaşayan insan, düzeltilmesi gereken kötü huylarını göremez. Sosyal çevre ve şartlar, insana kötü huylarını görme ve ahlakını güzelleştirme fırsatı verir.
Gazzali şöyle diyor: “Güzel ahlakın meyvesinin, yalnız başına yaşamaktan uzaklaşarak, insanlarla kaynaşmakta olduğu muhakkaktır. Ağaç güçlü olunca meyvesi de güzel olur. Gerçekten de, bilhassa takva, din ve Allah sevgisi bağı ile dostça münasebetler sürdüren insanlar, ayet ve hadislerle de övülmüşlerdir.” Gazzali insanlarda birlikte yaşama temayülünün, Allah’ın insanlara bir lütfü olduğunu belirterek, Kitap ve sünnetten deliller vermektedir ki bu delillerin birkaçının meali şöyledir:
“Mü’minlerin gönüllerini ısındırıp birbirine bağlayan da O’dur. Öyle ki Rasûlüm, eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi bu maksatla harcasaydın yine de onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onları kardeş yaparak birbiriyle kaynaştırdı. Şüphesiz ki O, kudreti daima üstün gelen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olandır.” (Enfal suresi ayet: 63)
“Ey mü’minler! Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan şu nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız; derken Allah kalplerinizi kaynaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Ateşten bir çukurun tam kenarında idiniz, fakat Allah sizi oraya düşmekten kurtardı. Doğru yolu bulasınız diye, Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor.” (Al-i İmran suresi ayet: 103)
“Mümin uyuşan ve uyuşulan kimsedir. Kendisi insanlarla ülfet (münasebet) kurmayan ve kendisi ile de ülfet kurulamayan insanda hayır yoktur.”
Bir kısım bahtiyar insanın cennette nail olacağı lütufları anlatan Rasulullah’a (sas) bunların kimler olacağı sorulduğunda: “Allah için birbirini sevenler, Allah için bir araya gelenler ve Allah için birbirini ziyaret edenlerdir.” demiştir.
2. Sosyal hayattan çekilmenin fayda ve zararları
Sosyal hayattan isteyerek çekilmenin tasavvuf dilindeki adı uzlettir. Gazzali, uzlet hakkında bir hükme varmadan önce onu, fayda ve zararları yönünden tetkike (araştırmaya) tabi tutmaktadır. Buna göre uzletin faydaları şunlardır:
a) Uzlet insana daha çok ibadet ve tefekkür imkânı verir.
b) Gıybet ve riya gibi birlikte yaşamaktan doğan rezilliklerden kurtarır.
c) Fitne ve düşmanlıklara bulaşma imkânı kalmaz.
d) Uzlet, kişiyi, insanlardan gelen eza ve cefalardan korur.
e) Uzlete çekilen, başkalarından bir şey beklemediği gibi, başkaları da kendisinden bir şey ummaz.
f) Uzlete çekilen, kötülükleri ve yanlışlıkları görüp de engel olamamanın verdiği huzursuzluktan kurtulur.
Buna mukabil, topluma katılmanın da şu faydaları vardır:
a) İbadetlerin en faziletlisi olan öğrenme ve öğretme faaliyeti, ancak toplum içinde sürdürülebilir.
b) Özellikle geçim zorluğu çekenler için topluma katılmak bir zorunluluktur. Üstelik yalnız başına yaşayan bir fakir olmaktansa, topluma karışan ve sahip olduğu imkânlarla insanlara hizmet eden zengin olmak daha hayırlıdır.
c) Birtakım kötü huylardan arınmanın çabasını vermek, ancak sosyal bir yaşayışla mümkündür. Ayrıca toplum içinde yaşamak, başkalarının edepli ve ahlaklı olmasına katkıda bulunmak bakımından da yararlıdır.
d) Yalnız başına yaşayan insan, üstün bir fazilet olan tevazu (alçak gönüllülük) makamına ulaşamaz.
e) Uzlete çekilen kimse, Cuma namazı ve diğer cemaatle kılınan namazlarla hasta ziyareti, bayramlaşma gibi dinen faziletli olan faaliyetlerin sevabından yararlanamaz.
f) İyilerle yaşamanın verdiği hazza ve gönül huzuruna, yalnız yaşayan insan nail olamaz.
g) İnsan, aklını ve tecrübelerini geliştirmek için topluma muhtaçtır. Tek başına yaşayan insan hem ahlak, hem de bilgi ve tecrübe bakımından iptidailikten kurtulamaz.
Gazzali’ye göre ne ayrı yaşamanın ne de toplumla yaşamanın şart olduğu söylenemez. Gazzali’nin yukarıda açıklanan uzleti (yalnızlık) değerlendirme tarzı da gösteriyor ki topluma katılmanın da toplumdan uzak durmanın da ahlaki bir muhtevası ve gayesi olmalıdır. Her iki halde de aranılması gereken durum, mükemmele ulaşma ortamını bulmadır. Toplumda bu mükemmele ulaşma ortamını bulduğumuz zamana Gazzali’ye göre toplumla yaşanılmalıdır. Ancak kişinin, topluma katılmasında dini ve ahlaki hayatı için bir tehlike oluşturuyorsa, Gazzali’ye göre bu ortamdan kişi, sıyrılıp çekilmesini de bilmelidir.
3. Sevgi ve dostluk
Gazzali, prensip olarak iradi dostluk ile tesadüfen meydana gelen birliği birbirinden ayırmaktadır. Buna göre bir kısım insanların okul, iş yeri, devlet dairesi gibi tesadüfen bir arada bulunmaları ile medyada gelen beraberliğin iyi yâda kötü bir değeri yoktur. Zira bu beraberlik dostluk gayesiyle oluşmuş bir beraberlik değildir. Beraberlik, istenerek ve maksatlı olarak tesis edilirse bir değer taşır, çünkü sevgi ancak bu şekilde oluşur.
Gazzali’ye göre sevgi, gayesi bakımından dört kısma ayrılır:
a) Bir insanı kendi zatı için sevebilirsiniz. Burada sevginin gayesi, o insanın kendisidir. Her güzel olan sevilir. Bu zahiri veya iyi ahlaklılık gibi batıni güzellik olabilir. Bu tür sevgi tabiatları birbirine uygun kişiler arasında oluşur. Bunu anlatmak için Hz. Peygamber (sas) “Ruhlar grup grup yaratılmıştır. Birbiriyle uyuşanlar birleşir, uyuşmayanlar ayrışır.” buyurmuştur. Bir insanı kendi zatı için sevmek, şehevi arzular gibi kötü bir maksat taşımadıkça, böyle bir sevginin sakıncalı bir yönü yoktur.
b) Bir kimse bir başkasını dünyevi bir gaye için sevebilir. Bu durumda asıl sevilen ulaşılmak istenen bu dünyevi gayedir. Bu gayeye ulaşmanın vasıtası olan insan ise, söz konusu bu gayeye ulaşmak isteyenin işine yaradığı için sevilir. Gazzali’ye göre sevginin bu çeşidinde ulaşılmak istenen gaye kötü ise sevgide kötü olur, ulaşılmak istenen gaye iyi ise sevgide iyi olur.
c) Bir kimse uhrevi bir gaye için de sevilebilir. Burada sevilen kimse üstün bir gaye (uhrevi) için vasıta kabul edilir. Bir kimse gerek insanlar, gerekse servet ve mevki gibi dünyevi imkanları, kendisini hayırlara yönelttiği, ahretini kazanma imkanı verdiği ve Allah’a yaklaştırma imkanı verdiği için severse bu sevgi Allah içindir. Gazzali şöyle diyor: “Allah sevgisi ile, Allah rızası ve ona kavuşmak arzusu ile dolu olan bir insan başka şeyleri de sevse bile, gerçekte Allah’ı seviyor demektir.” Gazzali şu gerçeği de kabul ediyor ki, bir insanın kalbinde hem uhrevi sevgi, hem de dünyevi sevgi varsa, bu durum sevginin değerinden bir şey eksiltmez. Şu ayet bunu göstermektedir: “Ey Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver.” (Bakara suresi ayet: 201)
d) Sevginin en yüksek mertebesi, her şeyi Allah’ın eseri olduğu için sevmektir. Bu sevgide ne dünyada ne ahiret de bedeni bir hazza ulaşma endişesi taşımaksızın sırf Allah sevgisi vardır.
Gazzali’ye göre bu sevgi, o kadar geniş ve derindir ki bir kere kalbi istila edip bir tutku haline gelince, Allah’ın dışındaki diğer bütün varlıklara da yayılır. Zira O’nun dışında ki her varlık, O’nun kudretinin eseridir. Gazzali’nin düşüncesinde bu sevgi üniversal (evrensel, kâinatı içine alan) bir hal alır. Gazzali’ye göre tamamen karşılıksız olması gereken bu sevgi, zaruri olarak insanı sevilenlerle dostluğa, onlara yardımcı olmaya, canıyla, malıyla ve diliyle sevdiklerine zarar vermekten sakınmaya sevk eder. Karşılık beklemeden sadece Allah rızası için seven insan Hz. Ebu Bekir (ra) örneğinde görüldüğü gibi, elindeki bütün imkânların asıl sahibinin Allah olduğu düşüncesi ile fedakârlığın zirvesine ulaşır.
Gazzali’nin düşüncesinde sevgi en yüksek mertebesinde dahi, hiçbir zaman kötülüğe göz yumulması tasvip edilmez. Allah’ın ve insanların hukukuna, cemiyetin inanç ve yaşayış ahengine zarar verenlere karşı vaziyet almak, kısaca, şahsi menfaat kaygısına düşmeden, kibir ve haset gibi zararlı duygulara kapılmadan, gerektiğinde Allah için buğz etmek de bir vazifedir. Gazzali şöyle diyor: “Zulmedeni bağışlamak, kötülük yapana iyilikle karşılık vermek, sıdıkların ahlakıdır. Bununla beraber yalnızca sana zulmedeni iyilikle karşılık verebilirsin. Senden başkasına zulmeden ve bu yüzden Allah’a asi olanın bu zulmüne iyilikle mukabele edemezsin. Zira zalime iyilik, mazluma zulüm demektir. Halbuki önce mazlumun hakkını aramak, zalimden yüz çevirmek suretiyle mazlumun gönlünü hoş tutmak Allah’a daha sevimlidir.”
Gazzali’ye göre, esasen bu durumda karşı çıktığımız şey, kişinin kendi varlığı değil, onun kötü davranışlarıdır. Bu yüzden, kötülüğe karşı tepki gösterirken, bütün davranışları ile kişiyi hedef almadan, kötülüğü engellemeye çalışmalıyız. Gazzali’ye göre, mesela, kişi şarap içiyorsa ona tolerans göstermek, yardımcı olmak şöyle dursun, elimizden geldiğince içki içmesini engellemeye çalışmalıyız. Fakat aynı, insanın, içki ile hiçbir münasebeti olmayan bir başka işine mesala, evlenme teşebbüsüne engel olmak hakkına sahip değiliz. Hatta, bize kötülüğü dokunan bir kimsenin kötülüğüne rağmen hayırlı işlerinde ona yardımcı olmak, Kur’an-ı Kerim’in de tavsiye ettiği en güzel davranıştır.
4. Medeni hayatın getirdiği ahlaki yükümlülükler
Gazzali’nin genel olarak sevgi hakkındaki düşüncesini böylece tespit ettikten sonra insanın, belli ilgi çevrelerine karşı belli başlı yükümlülüklerinin neler olduğu görelim.
Gazzali bu yükümlülükleri haklar adı altında topluyor ve bu sosyal hakları şöyle sıralıyor:
a) Dostluk hakları, b) Din Kardeşliği hakları, c) Komşuluk hakları, d) Akraba hakları, e) Ana-baba hakları, f) Vesayet haklarıdır.
Gazzali insanın sosyal hayatının bütün cephelerini etraflı bir şekilde tetkik etmiş, insanın uzak ve yakın çevrelerine karşı davranış biçimlerinin neler olması gerektiğini kurallara bağlamıştır. Gazzali haklar konusunda kişiyi fedakârlığa, bencil olmamaya ve insan sevgisine çağırır. İnsanlara uzak ve yakın çevrelerinden bir şeyler beklemek yerine, onlara bir şeyler vermeyi teklif eder. Mali ve bedeni varlığını, yakınlarının, dostlarının ve Müslümanların hizmetine sunmaya, kusurları hoşgörü ile karşılamaya çağırır. Böylece, suçluyu kaybetmek yerine, hem suçu ortadan kaldırmak, hem de suçluyu kazanmak gayesini güder. İnsanların yalnız dünyevi iyiliklerini değil, aynı zamanda uhrevi iyiliklerini de istememizi, herkesten altından kalkabileceği şeyleri beklememizi öğütler. Gazzali, “Yakın uzak demeden herkese iyi davranın. Yaşlılara saygılı, çocuklara şefkatli olunuz. Gerçeği söylemekten fedakârlık pahasına bile olsa, anlaşmazlıkları gidermeye çalışınız; herkese güler yüzlü davranınız; arkasından atılıp tutulan kişinin hakkını savununuz; ırzına, malına ve canına dil ve el uzattırmayınız.” der. Komşunun köpeğine taş atmanın bile ona eziyet olduğunu hatırlatır. Akraba ile bağlarımızı koparmamayı, eğer ebeveynimiz (Ana ile baba) istiyorsa farz olan hac ibadetimizi tehir etmek pahasına dahi olsa, onları memnun etmemizi, vasiyetimiz altında bulunanlara büyüklenerek, kibirlenerek ve despotça tavır takınmamamızı ister.
Sosyal hayatı sürdürmek zorunda olan insanların birlikte yaşamalarını ahlaki bakımdan değerli kılan en temel unsur sevgidir. Çünkü sevgi bir duygu olarak kalmaz; aksine, kişiyi insanlık için ideal iman ve ahlak hayatının gerçekleştirilmesi ve korunması faaliyetine geçirir. Böylece bütün bencil duyguların etkisinden kurtulan insan, yalnız ahlakın değil imanın da kemalini insanlığa faydalı olmakta arar. Gazzali, başka insanların ızdırabını duymamayı, insanın manevi varlığı için bir yıkım kabul etmekte ve bu tehlikenin mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini ısrarla anlatmaktadır.
Gazzali’ye göre tasavvufun iki temel özelliği vardır: Doğruluk (istikamet) ve insanlarla barış içinde yaşamak. İstikamet demek, kişinin kendi iyiliği için kendi zevklerinden fedakârlık etmesidir. Güzel ahlak demek olan barış ise, insanları kendi maksadına alet etmek yerine İslam’a aykırı davranmadıkları sürece, kendisini insanların hizmetine sunması demektir.
Mahmut Şevket Serik