Eskiyi eleştir, yeni türlere uyum sağla!

Tanzimat ile birlikte Batı ile tanışan Osmanlı Devleti’nde kültürel alanda birçok değişiklik yaşanır. Edebiyatımızda bu değişiklik yeni edebî türlerin kabulüne, bu da klasik şiirin hedef gösterilerek “eskiyi eleştir-yeni türlere uyum sağla” çabasına sebep olur. Ancak yeni eserlerin içinde varlığını devam ettirir eski edebiyat. Divan’ı yoğun bir şekilde eleştiren Tanzimat yazarları, eserlerindeki sevgili tipinden kurgudaki olay örgüsüne kadar onun etkisinde kalmaktan kurtulamaz. “Divan şiiri, sanki ondan kaçtıkça kendine çeken ahu gözlü bir güzel gibidir.” Betül Erol yazdı.

Eskiyi eleştir, yeni türlere uyum sağla!

Türk Dil Kurumu “Nostalji” kavramını yurt özlemiyle bağdaştırmıştır. Belki de insan geçmişi daha kendine ait ve daha sıcak gördüğünden edebiyatta da nostalji etkisi kaçınılmaz olmuştur. Geçmişi şimdiye getirme isteği Türk edebiyatında da vardır. Ne demişti Yahya Kemal? “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.”

Hepimizin bildiği gibi eski-yeni tartışması bizde yüzyıllardır süregelmekte. Geçmişe olan bağ ve gelenek kavramları herkes için farklı bir mana içeriyor. Kimileri yeni bir dünya görüşünde eskinin yerinin olmadığını düşünüyor. Kimileri ise temelsiz bir yeninin mümkün olmayacağını... Edebiyat da diğer bütün sanat dalları gibi gelenekle var olan bir zemin üzerine yükselen bir sanat dalıdır. Birikerek yükselir sanat. Geleneğe gösterilen tepkiler bile bir anlamda geleneğin etkisinin devam ettiğinin bir belirtisidir.

Türk Edebiyatı iki sütun üzerine inşa edilmiştir: Divan edebiyatı ve halk edebiyatı

Halk edebiyatı sözlü ilerlemiş atamız Osmanlı Devleti’nin anıldığı edebiyat ise klasik şiirimiz, yani divan şiiri olmuştur. Eski Türk edebiyatı denince akla o gelir. Hem reddedilen hem bağra basılan şiirimiz... Tanzimat ile birlikte Batı ile tanışan Osmanlı Devleti’nde kültürel alanda birçok değişiklik yaşanır. Edebiyatımızda bu değişiklik yeni edebî türlerin kabulüne, bu da klasik şiirin hedef gösterilerek “Eskiyi eleştir-yeni türlere uyum sağla.” çabasına sebep olur. Ancak yeni eserlerin içinde varlığını devam ettirir eski edebiyat. Divan’ı yoğun bir şekilde eleştiren Tanzimat yazarları, eserlerindeki sevgili tipinden kurgudaki olay örgüsüne kadar onun etkisinde kalmaktan kurtulamaz. “Divan şiiri, sanki ondan kaçtıkça kendine çeken ahu gözlü bir güzel gibidir.” Tanzimat sanatçıları da romanlarında divan edebi türlerinden mesnevi, gazel, kasideyle ortaklık kurmakla birlikte bunlarda olmayan yeni anlatım tekniklerini de uygular. Bu şekilde divan şiiri, hem bir geleneğin parçası hem de geleneğe eleştirel bir şekilde bakan zihinlerin ürünleri olarak yeninin içinde yer almış olur.

Örneğin, “İntibah” romanı tıpkı bir kaside gibi bir giriş beytiyle başlar, devamında da beyti açıklar. Namık Kemal klasik şiirdeki hayalciliği, sözcük oyunlarını ve sembolizmi eleştirir. Ancak içerik olarak divan şiirini eleştirse de betimleme için eserinde divan mazmunlarını kullanır. Tasvirde kullandığı hayalci öğeler ile fark etmeden divan şairleriyle aynı düzleme gelir.

Aslına bakarsanız Cumhuriyet sonrasında yazılan eserler için de aynı şeyleri düşünmek mümkündür. Şair ve yazarlarımız eskiye giden kapıları sonsuza dek kapatmaya uğraşmış olsalar da geçmişten hiçbir zaman tam anlamıyla kopamamışlardır, bazen bunu isteyerek bazen istemeden... Zira Cemil Meriç’in deyimiyle “İnsan kucağında yaşadığı toplumdan sıyrılamaz.”

Cumhuriyet’in ilk otuz yılı içerisinde divan şiirini tenkit eden bir nesil görülür, çoğu bu görüşünden daha sonra vazgeçmiştir. İkinci Yeni ve sonrasında ise gelenekten faydalanan ve divan edebiyatı unsurlarını taklitçiliğe düşmeden yeni şiir anlayışlarıyla birleştirerek eser veren isimler çoğalmış ve başarılı olmuşlardır. Yahya Kemal, Sezai Karakoç, Attila İlhan, Beşir Ayvazoğlu bunlardan birkaçıdır.

Türk şiirinin ikinci yeni ile gelenekten koptuğunu iddia eden Cemal Süreya’nın dahi “Gazel” isimli bir şiiri vardır örneğin. Orhon Seyfi’nin mesnevi kafiye örgüsüyle ancak kendine has üslubuyla yazdığı bir hicviyyesi bulunur. Aziz Nesin’in Nedim’in gazeline yazdığı bir nazire vardır ki içerik olarak siyasî eleştiridir. Metin türlerinin şekli korunsa da içerikleri tamamen günceldir.

Asaf Halet Çelebi, halk edebiyatından aldığı masalsı kurmacaları şiirine taşır, Behçet Necatigil divan şairi Necati Bey’i çok sevdiğinden soyadını değiştirir. Tuğrul Tanyol, tarihsel unsurları şiirinde barındırmayı görev sayar, Fuzulî’nin Su Kasidesi’ne nazire yazar.

Özellikle Atilla İlhan, gelenekle modernizmi bağdaştırmaya gönüllü adaydır. Eski edebiyatın hem şekil hem motif ürünlerinden yararlanır. Birkaç şiir kitabında divan metin türlerinin isimlerinde şiirler, bölüm aralarında da alıntı beyitler bulunur. Çünkü ona göre Türk şairi şiirine üç telli sazının sesini geçiremezse Türk halkına göre ecnebidir ve kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm olur.

Düz yazı için de aynısı geçerlidir. İlk postmodern roman sayılan “Tutunamayanlar”da Oğuz Atay divan edebiyatındaki şarkı türünde şiirler kaleme alır. Ömer Faruk Dönmez gibi birçok öykücümüzün eserlerinde de buna benzer Divan metin türlerini görmek mümkündür. Mustafa Kutlu gibi önemli yazarlarımızda da eskiye hasret en belirgin temalardandır. Onun hikâyelerinde eskiyi kaybetmekten değişmemeye çalışan insanların ızdırabından söz edilir.

Modern eserler bu şekilde geleneğin izlerini taşısa da yapıyı oluşturan içerik ve söyleyiş şekli yönlerinden çağdaş metinler kaleme alınmıştır. Üstelik eskiyi reddeden sanatçılarda bile eskinin tesiri açıkça görülür. Geçmiş zamanda kullanılan kelimelere aşina olmadığı hâlde halkın da sevdiği, ezbere bildiği birçok beyit vardır. İncelikli söz, derin kavrayış, hassas ve masum aşkıyla divan şiiri hâlâ gönüllerde biriciktir.

Edebiyatta bugün geçmişin izlerini görmek nostalji furyasından kaynaklı değil, geleneğin yazarların kodlarına işlemiş olmasıyla ilgili bir durumdur. Geçmişteki her şeyin kusursuz olmadığını “Nerede eski günler!” diye sızlananlar da bilir. Ancak yeni günlerin getirdiği değişiklikleri bizim özümüze ait görmemektir esas olan. “Bin senenin derinliklerinden süzüle gelen ses” diyerek ifade eder bunu Attila İlhan; ezandaki, mevlitteki, ninnilerdeki, âşıklarımızdaki ses... O ses ki Türk kulağı onu hemen tanır.

Sağlam bir bina üzerine inşaya devam etmek ne geride kalmaktır ne nostalji yapmak... Belki sazımızın hangi ağaca ait olduğunu unutmamak, o kadar…

Betül Erol
Marmara Üniversitesi • TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

YORUM EKLE